Free

Dönüşüm

Text
From the series: Vampır Mektupları #1
Mark as finished
Font:Smaller АаLarger Aa

Sekizinci Bölüm

Caitlin acıyla yanarak uyandı. Derisi yanıyormuş gibiydi ve gözlerini açmaya çalıştığı zaman bıçak gibi saplanan

bir acı onları kapanmaya zorluyordu. Acı kafasının içinde zonkluyordu.

Gözlerini kapalı tutup elleriyle etrafı hissetmeye çalıştı. Bir şeyin üstünde yatıyordu. Yumuşak fakat dayanıklı du- ruyordu, düz değildi. Bu bir yatak olamazdı. Parmaklarını boylu boyunca dolaştırdı. Plastiğe benziyordu.

Caitlin bu sefer daha yavaşça açtı gözlerini ve ellerine doğ- ru baktı. Siyah plastik. Bir de o koku. Neydi ki bu? Kafasını azıcık çevirip gözlerini biraz daha açınca fark etti. Siyah çöp torbalarının üstüne sırtüstü serilmişti. Boynunu doğrulttu. Bir çöp kutusunun içindeydi.

Önce oturma pozisyonuna geçti. Ağrısı infilak etti. Boy- nu ve başı ağrıdan çatlıyordu. Pis koku katlanılacak gibi de- ğildi. Gözlerini açıp etrafına baktı ve dehşete düştü. Nasıl olmuştu da buraya gelmişti?

Kafasında onu buraya getiren olayları yeniden kurmaya çalışarak alnını ovuşturdu. Baştan başladı. Önceki geceyi hatırlamaya çalıştı. Tüm iradesini, hatıralarını geri getirmek için harcadı. Yavaşça parçalar belirdi...

Annesiyle kavgası, metro, Jonah ile buluşması, Carnegie

Hall, konser, sonra... Sonra...

Açlık, iştah. Evet, iştah. Jonah’ın yanından ayrılması, ace- leyle dışarı fırlaması, koridorlarda koşturması, sonra... Boş- luk. Hiçbir şey.

Nereye gitmişti ki? Ne yapmıştı ve nasıl olmuştu da bura- ya gelmişti? Onu Jonah mı sürüklemişti, onunla işini görüp buraya mı bırakmıştı?

Öyle olduğunu düşünmüyordu. Onun böyle bir tip ol- duğunu hayal edemiyordu. Hatırladığı son anda, koridorlar- da dolaşırken yalnızdı. Onu epey arkada bırakmıştı. Hayır. Bunu yapan o olamazdı.

Neydi o zaman?

Caitlin çöpte yavaşça dizlerinin üstüne kalktı. Ayak- larından biri, iki bacağının arasından kayıp çöpün içine daha da batmasına neden oldu. Ayağını çabucak çekip sert bir zemini, fazlaca ses çıkaran plastik şişelerin üzerini bul- du.

Yukarı baktığında çöp kutusunun metal kilidinin açık ol- duğunu gördü. Acaba kendisi açıp gece buraya mı gelmişti? Neden bunu yapsındı ki? Uzandı ve yukarıdaki metal çubu- ğu tuttu. Kendisini yukarı çekip dışarı çıkacak kadar gücü olup olmadığından şüphelendi.

Deneyince kendisini kolayca dışarı çıkarabilmesine şa- şırdı. Tek bir zarif hareketle bacaklarını üstten atıp birkaç metre aşağıdaki beton zemine indi. Muazzam bir çeviklikle yere düşüşüne, hiç canını yakmadan inmesine hayret etti. Ona ne oluyordu?

Tam Caitlin New York City kaldırımına indiğinde ora- dan iyi giyimli bir çift geçiyordu. Onları ürküttü. Çift dön- dü ve dehşetli gözlerle ona baktı. Genç bir kızın büyük bir çöp kutusundan neden aniden dışarı fırlayıverdiğini kavra- yamamış gibi duruyorlardı. Ona en tuhaf bakışlarını atıp ardından yürüyüş hızlarını iki katına çıkardılar. Ondan en kısa zamanda uzaklaşmaya çalışıyorlardı.

Caitlin onları suçlamadı. Muhtemelen onların yerinde olsa aynısını yapardı. Kendine baktığında hâlâ dün geceden kalma kıyafetlerinin üzerinde olduğunu gördü. Üstündeki- ler baştan başa lekelenmiş ve çöpe bulanmıştı. Kokuyordu. Giysilerini temizlemek için elinden geleni yaptı.

Bununla meşgulken ellerini çabucak ceplerine götürdü. Telefonu yoktu. Evden çıkarken alıp almadığını hatırlamak için cebelleşti.

Hayır. Dairede, odasındaki masanın köşesinde unutmuş- tu. Telefonu alacaktı fakat annesi yüzünden iki ayağı bir pa- buca girdiği için istemeden bırakıvermişti. Lanet olsun. Aynı zamanda defterini de bırakmıştı. İkisine de ihtiyacı vardı; tabii bir de duş almaya ve üstünü değiştirmeye.

Caitlin bileğine baktığında saatinin olmadığını gördü. Geceleyin bir yerde kaybetmiş olmalıydı. Sokak arasından çıkıp dolu kaldırımlara ayak bastığında gün ışığı tam yüzüne vurdu. Acı alnını delip geçti.

Hemen gölgeye geri döndü. Neler olduğunu anlaya- mıyordu. Şükür ki ikindi olalı epey olmuştu. Akşamdan kalma hâlinin ya da bu her neyse artık, geçeceğini ümit ediyordu.

Düşünmeye çalıştı. Nereye gidebilirdi? Jonah’ı aramak istedi. Deliceydi bu, zira onu çok az tanıyordu. Son ge- ceden sonra, ne yapmışsa artık, onu bir daha görmek is- temeyeceğine emindi. Ancak hâlâ aklına ilk gelen oydu. Sesini duymak, onun yanında olmak istiyordu. Her şeyi geçelim, neler olduğunu anlatması için ona ihtiyacı vardı. Can havliyle onunla konuşmak istedi. Telefonuna ihtiyacı vardı.

Eve son bir kez gidip telefonunu ve defterini aldıktan son- ra çıkabilirdi. Annesinin evde olmaması için dua etti. Belki bu sefer tek bir kereliğine şans onun yanında olurdu.

*

Caitlin evinin bulunduğu binanın dışında durdu ve en- dişeyle yukarı baktı. Artık güneş batıyor ve onu eskisi kadar rahatsız etmiyordu. Aslına bakılırsa gece yaklaştıkça her ge- çen saatle birlikte kendisini daha güçlü hissediyordu.

Beş katın merdivenlerini öyle bir hızla çıktı ki kendisi bile hayret etti. Basamakları üçer üçer çıkarken bacaklarında en ufak bir yorgunluk yoktu. Bedenine neler olduğunu anlaya- mıyordu fakat her neyse buna bayılıyordu.

Evin kapısına yaklaştıkça keyfi kaçmaya başladı. Annesi- nin evde olup olmadığını düşünürken kalbi çarpmaya başla- dı. Nasıl tepki verirdi?

Fakat tam kapının topuzuna uzanırken kapının zaten yarı açık olduğunu görerek afalladı. Çarpıntısı hızlandı. Kapı ne- den açık olsundu ki?

Caitlin tereddüt ederek içeri girdi. Ayağının altındaki parke gıcırdıyordu. Kapı aralığından yavaşça içeri girip sa- lona adım attı.

İçeri girip kafasını çevirmesiyle elini hayretler içinde ağzı- na götürmesi bir oldu. Bünyesini korkunç bir mide bulantısı kapladı. Döndü ve kustu.

Annesi öylece uzanmış, zeminin üstünde gözleri açık du- ruyordu. Ölmüştü. Annesi ölmüştü. Ama nasıl?

Boynundan sızan kan yerdeki ufak bir birikintide top- lanmıştı. Bunu kendi kendine yapmış olmasının mümkünü yoktu. Öldürülmüştü. Katledilmişti. Ama nasıl? Kim tara- fından? Annesinden ne kadar nefret etse de sonunun böyle olmasını asla istemezdi.

Kan hâlâ tazeydi ve Caitlin bunun yeni meydana gelmiş olması gerektiğini fark etti aniden. Kapı yarı açıktı. İçeri biri mi girmişti?

Birden her yöne dönerek bakındı. Ensesinde birinin nefe- sini alıyor gibiydi. Dairenin içinde başkaları mı vardı?

Sanki içinden sorduğu bu soruya cevap verircesine tam o anda, tepeden tırnağa siyah giyinmiş üç insan diğer odadan çıkageldi. Hiç istiflerini bozmadan salona doğru yürüdüler, doğrudan Caitlin’e doğru. Üç adam. Kaç yaşında olduklarını söylemek zordu. Yaşlanmaktan azade duruyorlardı. Bir ihti- mal yirmisindeydiler. Hepsi yapılıydı, kaslıydı, tek bir gram yağları yoktu; iyi giyimliydiler ve çok ama çok solgunlardı.

İçlerinden biri ileri çıktı.

Caitlin korkuyla bir adım geri attı. Yeni bir his içini kap- lıyordu, bir korku hissi. Nasıl olduğunu anlayamasa da bu kişinin enerjisini hissedebiliyordu. Hissettiği şey çok ama çok kötüydü.

“Pekâlâ” dedi liderleri, karanlık ve kem bir sesle. “Kızartı- lacak tavuk eve gelmiş.”

“Kimsiniz siz?” dedi Caitlin geri geri yürüyerek. Silah benzeri bir şey bulmak için odayı taradı. Belki bir boru ya da sopa. Çıkış noktalarını düşünmeye başladı. Arkasında bir pencere vardı. Yangın çıkışına mı gidiyordu acaba?

“Biz de tam sana bunu sormaya gelmiştik” dedi liderleri. “İnsan dostunun verilecek cevabı yokmuş” dedi annesinin bedenini işaret ederek. “Umarız senin vardır.”

İnsan mı? Neyden bahsediyordu ki bu?

Caitlin birkaç adım daha geri attı. Gidecek fazla bir yeri kalmamıştı. Neredeyse duvara dayanmıştı. Şimdi hatırlıyor- du: Arkasındaki pencere sahiden de yangın çıkışına gidiyor- du. Dairedeki ilk gün oraya oturduğunu hatırlıyordu. Paslı ve köhneydi fakat işe yarar duruyordu.

“Carnegie Hall’de baya bir beslenmişsin” dedi adam. Üçü de yavaşça ona yaklaştı. Hepsi birer adım ileri çıktı. “Çok dramatik.”

Caitlin can havliyle hafızasını yokladı.

Beslenmek mi? Ne kadar denese de adamın neyden bah- settiği hakkında en ufak bir fikri yoktu.

“Neden arada?” diye sordu adam. “Vermek istediğin me- saj neydi?”

Artık duvara gelip dayanmış durumdaydı ve gidecek yeri kalmamıştı. Adamlar bir adım daha yaklaştılar. Eğer onla- ra istedikleri şeyi söylemezse kesinlikle onu öldüreceklerini hissetti.

Elinden geldiğince düşündü. Mesaj? Ara? Koridorlarda, halıların üstünde, bir o oda, bir bu oda dolaştığını hatırlı- yordu. Arayarak. Evet, işte canlanıyordu. Açık bir kapı vardı. Bir soyunma odası. İçeride bir adam. Dönüp ona bakmıştı. Gözlerinde korku vardı ve sonra...

“Bizim bölgemizdeydin” dedi adam, “ve kuralları biliyor- sun. Buna cevap vermek zorunda kalacaksın.”

Bir adım daha yaklaştılar. Çarpma sesi.

Tam o anda dairenin kapısı sonuna kadar açıldı ve çok sayıda polis silahlarıyla içeri doluştu.

“Kıpırdamayın orospu çocukları!” diye bağırdı polis. Üç adam dönüp polislere baktı.

Ardından yavaşça, hiç korkmadan onlara doğru yürüme- ye başladılar.

“KIPIRDAMAYIN dedim!”

Lider yürümeye devam etti ve polis silahını ateşledi. Çı- kan ses sağır ediciydi.

İnanılmaz bir şekilde liderleri durmadı. Daha da geniş gü- lümsedi ve elini uzatıverip kurşunu havada yakaladı. Caitlin kurşunu havada, avucunun içiyle durdurması karşısında kü- çük dilini yutmuştu. Ardından elini yukarı kaldırıp yumruk yaptı ve kurşunu ezdi. Elini açtığında toz yere serpildi.

Polisler de ağızları beş karış açık bir hâlde ona baktılar. Liderin sırıtması daha da büyüdü. Sonra uzanıp polisin

pompalı tüfeğini kavradı. Onu elinden alıp çevirdi ve doğ-

rudan polisin yüzüne vurdu. Polis kendi adamlarından bir- kaçını devirerek geri uçtu.

 

Caitlin yeterince şeye tanık olmuştu.

Hiç duraksamadan döndü ve pencereyi açıp dışarı çıktı. Yangın merdivenine atlayıp paslı ve köhne merdivenlerden aşağı doğru koşturmaya başladı.

Canı yettiğince koştu, döne döne. Bu eski yangın merdi- veni muhtemelen yıllardır kullanılmamıştı ve o tam köşeyi dönerken basamaklardan biri boşaldı. Çığlık atarak kaydı fakat dengesini sağlamayı başardı. Yangın merdiveni baştan aşağı eğilip yön değiştirdi ama tamamen su koyuvermedi.

Üç basamak aşağı kaymıştı ki sesi duydu. Yukarı baktı ve üç adamın yangın merdivenine atladığını gördü. İnanılmaz bir hızla, ondan çok daha süratli bir şekilde aşağı inmeye başladılar. Caitlin adımlarını hızlandırdı.

Birinci kata ulaştığında gidecek yer olmadığını gördü. Kaldırıma inmek için dört buçuk metreden atlaması gere- kiyordu. Kafasını çevirdiğinde onların gelmekte olduğunu gördü. Tekrar aşağı baktı. Başka seçeneği yoktu. Atladı.

Caitlin darbe için kendini hazırladı ve kötü bir iniş olma- sını bekledi. Ancak hayretler içerisinde, tıpkı bir kedi gibi, yumuşak bir şekilde ayaklarının üstüne düştü. Neredeyse hiç acımamıştı. Depara kalktı. Takipçilerini, artık onlar her kimseler, epey geride bırakabileceği konusunda kendine gü- veniyordu.

Sokağın sonuna geldiğinde ulaştığı imkânsız hızdan dola- yı kendisi de afallamış bir hâlde arkasını döndü. Onları epey uzakta kalmış görmeyi umuyordu.

Ancak birkaç metre arkasında olduklarını görünce sarsıl- dı. Nasıl mümkündü ki bu?

Daha düşüncesini tamamlayamadan üstüne değen be- denler hissetti. Onu yere düşürmeye çalışıyorlardı.

Caitlin saldırganlarla dövüşmek için ortaya yeni çıkmış gücünün tamamını topladı. İçlerinden bir tanesine dirsek attığında, adamın birkaç metre öteye savrulmasından hay- retle karışık bir memnuniyet duydu. Cesareti yerine gelmiş bir hâlde dönüp ikincisine de dirseğini geçirdiğinde, onun da yine birkaç metre öteye savrulduğunu görmekten dolayı mutlu bir şaşkınlık yaşadı.

Lider üstüne çullandı ve boğazını sıkmaya başladı. Di- ğerlerinden daha güçlüydü. Onun kocaman kömür karası gözlerine baktığında sanki bir köpekbalığının gözlerine ba- kıyormuş gibi hissetti. Ruhu yoktu. Bir ölünün bakışına benziyordu.

Caitlin tüm kudretini, gücünün son kırıntısını bile, onu çevirip üstünden atmak için kullandı. Tekrardan ayağa kal- kıp bir kez daha koşmaya başladı.

Ancak lider tarafından yine çelme yediği için pek uzak- laşamadı. Nasıl bu kadar hızlı olabiliyordu? Onu daha yeni sokağın öbür ucuna atmıştı.

Bu sefer kavga etmesine fırsat kalmadan yanaklarında eklemler hissetti. Adamın ona elinin tersiyle, sıkı bir şekil- de vurduğunu fark etti. Etraftaki şeyler dönmeye başladı.

Tekrardan bilincini kazanıp kavga etmeye hazırlanmıştı ki diğer ikisi, arkasında çömelip onu yere zımbaladı. Liderleri cebinden bir bez çıkardı.

Daha tepki vermesine kalmadan bez burnunu ve ağzını kapatmıştı.

Son bir nefes almasıyla dünya dönmeye ve etraf kararma- ya başladı.

Dünya tam olarak kararmadan önce kulağının dibinde karanlık bir ses duyduğuna yemin edebilirdi. “Artık, bizim- sin.”

Dokuzuncu Bölüm

Caitlin uyandığında etraf tamamen karanlıktı. El ve ayak bileklerinde soğuk bir metal olduğunu hissetti. Bir de kolları ve bacakları ağrıyordu. Zincirlenmişti. Ayaktaydı. Kolları iki yana gerilmişti. Onları hareket ettirmeye çalıştı- ğında kımıldamadılar; ayakları da öyle. Soğuk, sert metalin el ve ayak bileklerini daha da sıktığını hissettiğinde fısır fısır

konuşmalar duydu. Hangi cehennemdeydi ki?

Caitlin nerede olduğunu anlamaya çalışarak kalbi çar- parken gözlerini biraz daha açtı. Soğuktu. Kıyafetleri hâlâ yerinde olsa da ayakları çıplaktı ve ayağının altındaki soğuk taşı hissedebiliyordu. Arkasında da taş vardı. Bir duvara da- yalıydı. Bir duvara zincirliydi.

Odanın içine bakınıp bir şeyler çıkarmaya çalıştı. Ancak zifiri karanlıktı. Üşüyordu ve susuzdu. Yutkunduğunda bo- ğazının kurumuş olduğunu gördü.

Tüm gücüyle yüklendi ama yeni ortaya çıkmış gücünün bile zincirlere sözü geçmiyordu. Kısılıp kalmıştı.

Yardım istemek için ağzını açtı. İlk girişimi başarılı değil- di. Ağzı çok kuruydu. Tekrar yutkundu.

“İmdat!” diye bağırdı. Sesi çok kötü çıkıyordu. “İMDAT!” diye bağırdı tekrardan ve bu sefer gerçekten sesi çıktı.

Hiç cevap yoktu. Kulak kesildi. Yakınlardan kısık ve vın diye geçen bir ses duydu. Ama nereden?

Hatırlamaya çalıştı. En son neredeydi?

Eve gittiğini hatırlıyordu, kendi dairesine. Annesini ha- tırlayınca kaşları çatıldı. Ölmüştü. Sanki bir şekilde kendi hatasıymış gibi derinden bir üzüntü ve vicdan azabı duydu. Her ne kadar annesi ona karşı pek harika olmasa da daha iyi bir kız olabilmeyi dilerdi. Her ne kadar annesi bir gün önce- sinde onun kendi kızı olmadığını haykırmış olsa da... Ger- çekten bunu mu demek istemişti? Yoksa bu da öfke anında uyduruverdiği bir şey miydi?

Ardından... O üç insan. Siyah giyimli. Epey soluk. Ona yaklaşıyorlardı. Sonra... Polis. Kurşun. Kurşunu nasıl dur- durmuşlardı? Bu adamlar neredendi? Neden ‘insan’ sözcü- ğünü kullanmışlardı? Eğer kurşunu havada durduklarını görmemiş olsaydı sadece hayal ürünü olduklarını düşüne- bilirdi.

Sonra... Sokak. Kovalamaca. Ve sonra... Karanlık.

Caitlin aniden metal kapının açılışını duydu. Uzaktan hafif bir ışık belirince gözlerini kıstı. Bir el feneriydi. El fe- neri taşıyan biri ona doğru geliyordu.

Yakınlaştıkça oda aydınlanmaya başladı. Tamamen taştan yapılma, büyük ve ahenksiz bir odaydı. Antik bir oda gibi duruyordu.

Adam yaklaştıkça Caitlin adamın suretini görebiliyordu.

Feneri yukarı doğru yüzüne tuttu. Ona sanki bir böcekmiş gibi baktı.

Adam groteskti. Yüzü bozuktu, onu yaşlı ve bezgin bir cadı gibi gösteriyordu. Sırıttığında küçük, turuncu dişleri ortaya çıktı. Nefesi kokuyordu. Oldukça yakınına gelip ona baktı. Elini yüzüne doğru uzattığında onun uzun, kıvrımlı, sarı tır- naklarını görebiliyordu. Tıpkı ıstakozlar gibi. Tırnaklarını ya- vaşça yanaklarına sürdü. Kanatacak kadar sert değildi fakat midesini bulandırmaya yeterliydi. Adamın sırıtması büyüdü.

“Kimsin sen?” diye sordu Caitlin, korkmuş bir hâlde. “Neredeyim ben?”

Adam sanki avını inceliyormuşçasına daha da kocaman sırıttı. Boğazına bakıp dudaklarını yaladı.

Tam o anda Caitlin, başka bir metal kapının daha açıldı- ğını duydu ve birkaç el fenerinin daha yaklaşmakta olduğu- nu gördü.

“Bırak onu!” diye bağırdı uzaktan bir ses. Caitlin’in önün- de duran adam çabucak geriye doğru birkaç adım seğirtti. Azarlanmış bir çocuk gibi kafasını eğdi.

El fenerinden oluşan bir takım yaklaşıyordu ve onlar ya- kına geldikçe Caitlin liderlerini görebildi. Onu sokakta ko- valayan adamdı bu.

Adam ona baktı, buz soğukluğunda gülümsedi. Bu adam güzeldi, yaştan azadeydi fakat korkutucuydu. Şeytaniydi. Büyük, kömür gözleri ona bakıyordu.

Etrafındaki diğer beş adam da siyah giyimliydi ama hiçbiri onun kadar cüsseli ya da güzel değildi. Aynı zamanda grupta iki de kadın vardı. Ona aynı soğuklukta bakmaktaydılar.

“Hizmetkârımızın kusuruna bakma” dedi adam derin, soğuk ve gerçekçi sesiyle.

“Kimsin sen?” diye sordu Caitlin. “Neden buradayım ben?” “Bu sert misafirperverliği affet” dedi adam, elini onu du-

varda tutan zincirin üstünde dolaştırarak. “Gitmene izin

vermek bizi de mutlu eder” dedi. “Tabii birkaç soruyu ce- vaplama zahmetine girersen.”

Caitlin ne diyeceğini bilemeyerek ona baktı.

“Başlayayım. Adım Kyle. Blacktide Meclisi’nin asbaşka- nıyım” duraksadı. “Senin sıran.”

“Benden ne istediğinizi bilmiyorum” diye cevap verdi

Caitlin.

“Senden başlayalım, meclisinden. Nereye bağlısın?” Caitlin aklını kaybedip kaybetmediğini anlamaya çalışı-

yordu. Bunların hepsini o mu hayal ediyordu? Bir tür hasta-

lıklı rüyada sıkışmış olabileceğini düşündü. Ancak el ve ayak bileklerindeki gerçek soğuk metali hissettiğinde böyle olma- dığını fark etti. Bu adama ne söyleyeceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Neden bahsediyordu ki? Meclis neydi? Tıpkı... Vampirlerdeki gibi?

“Bir yere bağlı falan değilim” dedi.

Adam uzun bir süre ona baktıktan sonra kafasını iki yana salladı.

“Öyle olsun. Daha önce de başıboş vampirle uğraşmıştık. Her zaman aynıdır. Bizi sınamak için gelirler, bölgemizin ne kadar güvenli olduğunu görmek için. Ardından, daha fazlası gelir. Bölge değişimleri böyle yapılır. Görüyorsun ya, asla yanlarına kalmaz. Bizimkisi bu topraklardaki en eski ve en güçlü meclistir. Burada birini öldürmen asla yanına kâr kalmaz.

O yüzden sorumu yineliyorum. Seni kim gönderdi? Ne zaman işgal etmeyi planlıyorlar?”

Bölge mi? İşgal mi? Caitlin nasıl olup da rüya görmüyor olduğunu anlayamıyordu. Belki bir tür uyuşturucu veril- mişti kendisine. Belki Jonah içkisine bir şey atmıştı. İyi de bir şey içmemişti ki! Bir de asla uyuşturucu kullanmazdı. Rüya görmüyordu. Bu gerçekti. Fazla korkunç, akıl almaz bir gerçek.

Onları tamamen kafayı yemiş insanlardan oluşan bir grup, kuruntulara kapılmış garip bir tarikat ya da cemiyet olarak görebilirdi. Ancak son kırk sekiz saat içinde olan şey- lerden sonra, ikinci kez düşündüğünü fark etti. Kendi gücü, davranışları, bedeninin değiştiğini hissetmesi... Vampirler gerçek olabilir miydi acaba? Kendisi de onlardan biri miydi? Bir vampir savaşının ortasına mı düşüvermişti? Tam onun bahtına uygun olurdu böylesi.

Caitlin düşünürken onlara baktı. Gerçekten birini mi öl- dürmüştü? Kimi? Hatırlayamıyordu fakat adamın söyledi- ğinin doğru olduğuna dair içinde berbat bir his vardı. Yani birini öldürmüştü. Bu ona her şeyden daha kötü hissettirdi. Berbat bir acıma ve pişmanlık hissi kapladı içini. Eğer doğ- ruysa o bir katildi. Bununla asla yaşayamazdı.

Caitlin adama baktı.

“Kimse tarafından gönderilmedim” dedi nihayet. “Tam olarak ne yaptığımı hatırlamıyorum. Ancak her ne yaptıy-sam kendi başıma yaptım. Gerçekten neden yaptığımı bil- miyorum. Her ne yaptıysam çok üzgünüm. Böyle olsun is- temedim.”

Kyle dönüp diğerlerine baktı. Onlar da ona baktılar. Ka- fasını salladı ve tekrar Caitlin’e döndü. Bakışları soğuktu ve sertleşiyordu.

“Beni aptal yerine koyuyorsun demek, öyle olsun. Pek akıllıca olmadı.”

Kyle yanındakilere işaret etti ve onlar da gelip Caitlin’in zincirlerini çözdüler. Caitlin kollarının düştüğünü hissetti ve tekrardan bileklerine kan gittiği için rahatladı. Sonra da ayak bileklerini çözdüler. Her iki yanda iki kişi olmak üzere içle- rinden dördü onu kolları ve omuzlarından sıkıca tuttular.

“Eğer bana cevap vermezsen” dedi Kyle, “O zaman kong- reye cevap verirsin. Unutma, bunu sen seçtin. Ben yapabilir- dim ama onlar asla merhamet etmeyeceklerdir.”

İlerlerken Kyle şunu ekledi. “Kafan karışmasın. Her iki türlü de öldürüleceksin. Ben bunu acısız ve çabucak yapar- dım. Şimdi acı çekmek neymiş göreceksin.”

Caitlin onu sürüklerlerken direnmeye çalıştı fakat anlamı yoktu. Onu bir yere götürüyorlardı ve kaderini kabullen- mekten başka yapacak bir şeyi yoktu.

Bir de dua etmekten...

*

Kapıyı açtıklarında Caitlin gözlerine inanamadı. Mekân kocamandı. Devasa bir çember şeklinde olan odada, otuz metre uzunluğunda, gösterişli süslemelere sahip sütunlar diziliydi. Tüm odanın içi, bir buçuk metrede bir kandiller yerleştirmek suretiyle gayet iyi aydınlatılmıştı. Pantheon’a benziyordu. Antik bir yer gibi duruyordu.

İçeri girerken diğer fark ettiği şey gürültü oldu. İçeride büyük bir kalabalık vardı. Etrafına baktığında hepsi siyahlar giyinmiş odanın her yanında dolaşan, binlerce değilse bile yüzlerce kadın ve erkek gördü. Hareketlerinde bir gariplik vardı: Çok hızlı, çok gelişigüzel, çok... Gayriinsaniydi.

Vın diye bir ses duymasıyla yukarı baktı. Bir dolu insan odanın içinde sıçrayarak ya da uçarak zeminden tavana, ta- vandan balkona, sütunlardan çıkıntılara gidiyordu. Duydu- ğu vınlama sesi buradan geliyordu. Sanki yarasalarla dolu bir mağaraya girmiş gibiydi.

Her şeyi gördü ve bütünüyle, sapına kadar sarsıldı. Vam- pirler sahiden de varlardı. O da onlardan biri miydi?

Onu zincirlerin çıkardığı ses eşliğinde, çıplak ayaklarını soğuk zeminin üstünde sürüyerek odanın ortasına, etrafında seramikten kocaman bir dairenin çizili olduğu bir noktaya götürdüler.

Odanın ortasına yaklaşmaya başladıkça gürültü kademe kademe azaldı. Hareketler yavaşladı. Yüzlerce vampir, etra- fındaki kocaman, taştan amfi tiyatroda yerlerini aldılar. Po- litik bir kongre gibi duruyordu. Tıpkı daha önce buna dair gördüğü resimlerdeki gibiydi. Tabii yüzlerce politikacının yerine, ona bakmakta olan yüzlerce vampir bulunması hari- cinde. Düzen ve disiplinleri etkileyiciydi. Saniyeler içerisin- de hepsi yerlerine oturmuş ve tamamen sessizleşmişti. Odayı sükûnet kapladı.

 

O ortada, ayakta dikilirken ve tüm katılımcılar ona ba- karken Kyle yanından ileri doğru çıkıp ellerini iki yana açtı ve başını eğerek selam verdi.

Kongrenin ön kısmında büyük bir taş koltuk vardı. Tah- ta benziyordu. Oraya doğru baktığında tahtta diğerlerinden daha yaşlı duran bir vampirin oturduğunu gördü. Onun ka- dim zamanlardan kalma olduğunu söyleyebilirdi. Mavi ve soğuk gözlerinde bir şey vardı. Ona sanki 10.000 yıldır açık- larmış gibi bakmaktaydılar. Onun gözlerinin üzerinde olma- sı hissinden nefret etti. Kendi başlarına bile şeytaniydiler.

“Pekâlâ” dedi kısık bir gurultuyla. “Bölgemizde kargaşa çıkaran işte bu.” Sesi çatallaşmıştı ve en ufak bir sıcaklık ba- rındırmıyordu. Büyük odada yankılanıyordu.

“Meclis önderiniz kim?” diye sordu.

Caitlin kafasında ne diyeceğini tartarak ona doğru baktı. Nasıl cevap vereceği konusunda en ufak bir fikri yoktu.

“Bir önderim yok” dedi. “Bir meclise de ait değilim. Ken- di başıma buradayım.”

“Kuralları çiğnemenin cezasını biliyorsun” dedi adam, dudağının kenarında bir gülümseme oluştu. “Eğer ölümsüz- lükten daha kötü bir şey varsa” diye devam etti, “O da acılar içindeki ölümsüzlüktür.”

Adam ona baktı.

“Bu son şansın” dedi.

Caitlin bakışlarına karşılık verdi. Ne diyeceğini hiç bilmi- yordu. Gözünün ucuyla odanın içinden bir çıkış olup olma- dığına baktı. Hiçbir şey göremedi.

“Öyle olsun” dedi adam ve kafasını çok hafif salladı.

Yan taraftan bir kapı açıldı ve Caitlin’in olduğu yerden birkaç santim uzağa, odanın ortasına doğru zincire vurul- muş bir vampir, iki kişi tarafından sürüklenerek içeri getiril- di. Caitlin ne olduğunu anlayamadan korku içinde izledi.

“Bu vampir eşleşme kuralını bozdu” dedi lider. “Seninki kadar vahim değil fakat yine de cezalandırılması gereken bir ihlal.”

Lider tekrardan başını salladı ve hizmetkârlardan biri elinde ufak bir şişe sıvıyla öne çıktı. Uzandı ve onu zincire vurulmuş vampirin üstüne fırlattı.

Vampir titremeye başladı. Caitlin, adamın sanki yanıyor- muşçasına kollarında oluşan kabarmaları, hemencecik çıkan yarıkları izledi. Titremeleri dehşet vericiydi.

“Bu öylesine kutsal bir su değil” dedi lider Caitlin’e baka- rak. “Özel karışımlı bir su, Vatikan’dan. Seni, herhangi bir deriyi yakacağına ve acının korkunç olacağına temin ede- rim. Asitten daha beter.”

Uzunca bir süre gözlerini ayırmadan Caitlin’e baktı. Oda tamamen sessizdi.

“Bize nereden olduğunu söyle ve berbat bir şekilde öl- mekten kurtul.”

Caitlin o suya dokunmayı hiç istemez bir şekilde zorla yutkundu. Ancak düşündü ki eğer gerçek bir vampir değilse ona zarar veremezdi. Ne var ki bunu deneme riskini göze almak istemiyordu.

Tekrar zincirlerini çekiştirdi ama zincirler kırılmadı.

Kalbinin çarptığını, kaşlarının terlediğini hissedebiliyor- du. Ona ne söyleyebilirdi ki?

Adam onu tartarak bakmaya devam etti.

“Cesursun. Meclisine olan sadakatini takdir ediyorum. Fakat süren doldu.”

Adam kafasını salladı ve Caitlin zincirlerden gelen sesi duydu. Kafasını yukarı kaldırdığında iki hizmetkârın büyük bir kazanı yukarı çektiğini gördü. Her çekişte kazanı birkaç metre havaya kaldırıyorlardı. Yerden beş metre kadar yukarı çektiklerinde, tam onun kafasının üstüne denk gelecek şe- kilde sabitlediler.

“O vampirin üstüne atılan birkaç damla suydu” dedi li- der. “Senin üstündeyse litrelercesi var. Vücudunun üstünden akıp geçtiğinde sana hayal edebileceğin en korkunç acıyı ve- recek. Tüm hayatın boyunca bu acıyı çekeceksin ama kıpır- dayamadan, çaresizce. Unutma bunu sen seçtin.”

Adam kafasını salladı ve Caitlin kalbinin on kat hızlı çarpmaya başladığını hissetti. Yanında duran hizmetkârlar onun zincirlerini taşa sabitleyip uzaklaştılar. Ondan müm- kün olduğu kadar uzağa.

Caitlin kafasını yukarı kaldırdı ve kazanın devrilip sıvının dökülmeye başladığını gördü. Kafasını aşağı çevirip gözleri- ni kapadı.

Lütfen Tanrım! Yardım et!

“Hayır!” diye çığlık attı. Çığlık odada yankılandı. Ardından su üstüne boşandı.