Aldatilmiş

Text
From the series: Vampır Mektupları #3
Read preview
Mark as finished
How to read the book after purchase
Font:Smaller АаLarger Aa

Altıncı Bölüm

Caitlin dili tutulmuş bir şekilde Caleb ve Sera’nın yanın- dan koşarak uzaklaştı.

Her şeyi bir kerede sindirmek, onun için çok zordu. Aca- ba az önce görmüş olduğunu düşündüğü şeyi mi görmüştü? Bu nasıl mümkündü?

Oysa o Caleb’i çok iyi tanıdığını,  artık her zamankinden daha yakın  olduklarını  düşünmüştü.  Birlikte olduklarından, bir çift olduklarından  ve hep öyle kalacaklarından  emindi. Birlikte geçirecekleri yeni hayatlarını gözünde canlandırmış ve hiçbir şeyin onları ayıramayacağına inanmıştı.

Sonra bu oldu işte. Caleb’in hayatında başka bir kadının olabileceği aklının ucundan bile geçmemişti. Nasıl olur da ona söylemezdi?

Elbette Caitlin  Sera’yı Cloisters’a yaptıkları kısa ziyaret- ten hatırlıyordu fakat Caleb artık ona karşı bir şey hissetme- diği, yaşadıkları şeyin yıllar öncesinde, yüzlerce yıl öncesinde kaldığı konusunda ısrar etmişti.

O zaman onun ne işi vardı ki burada? Hele şimdi, durup dururken? Caleb ve Caitlin’in  birlikteki yaşadıkları en mah-rem dakikalar sırasında Caitlin  daha yeni uyanmış,  bizzat onun kanıyla tamamıyla gerçek bir vampire dönüşmüşken? Nerede olduklarını nasıl biliyordu ki? Onu Caleb mi davet etmişti? Öyle olmalıydı. İyi de niye?

Caitlin’in içine acı çöktü. Bu durumun  bir açıklaması yoktu. Her zaman kendini, özellikle de erkeklere karşı incin- meye açık kılmaktan korkmuştu; nedeni tam da buydu işte. Fakat Caleb geldiğinde ipi elden bırakmış,  ona tamamen güvenmişti. Şimdiye kadar birlikte olduğu hiçbir erkeğe kar- şı olmadığı kadar indirmişti yelkenleri Caleb’in  karşısında. Karşılığında ise o; onu daha fazla acıtmayı, aklın almayacağı kadar acıtmayı becermişti.

Hâlâ nasıl olup da onu baştan sona bu denli yanlış de- ğerlendirdiğini, bu kadar kalın kafalı olabildiğini, bu kadar haksız çıktığını  anlayamıyordu.  Sanki içi parçalanıyordu. Artık o olmadan,  ölümsüzlük  neye benzerdi? Bu bir ceza olurdu. Ebedi bir ceza. Ölmek  istiyor gibiydi.  Hepsinden daha kötüsü ise kendini tam bir aptal gibi hissediyordu.

“Caitlin!”  diye bağırdı Caleb arkasından, o kendisine doğru gelen ayak seslerini işitirken. “Lütfen,  açıklamama izin ver.”

Ortada açıklanacak ne olabilirdi? Açıktı  ki onu buraya o davet etmişti. Açıktı ki onu hâlâ seviyordu. Ve açıktı ki Caitlin’e karşı hisleri onun hissettikleri kadar güçlü değildi.

Caleb eliyle Caitlin’i  kolundan kavrayıp çekiştirerek dö- nüp bakması için yalvardı.

Fakat o kolunu çekti. Ona temas etmesine katlanamıyor- du. Hiçbir şekilde ve bir daha asla onunla münasebete gir- mek istemiyordu

“Caitlin!”  diye yakardı Caleb. “Açıklamama izin verme- yecek misin?”

Ne var ki Caitlin geri adım atmadı. Artık farklı bir kişi, farklı bir varlıktı o ve birçok  açıdan böyle hissediyordu. Yeni vampir gücünün yanında, bir de yeni bir vampir duy- gu düzeni çıkagelmişti. Daha şimdiden şu anki duyguları- nın insan olduğu zamankilerden daha güçlü, çok ama çok daha güçlü olduğunu hissedebiliyordu. Her şeyi çok daha derinden hissediyordu. Sadece üzüntülü hissetmiyor, san- ki gerçekten ölecekmiş  gibi hissediyordu.  Sadece ihanete uğramış gibi hissetmiyor, hakikaten sırtından bıçaklanmış gibi hissediyordu. Kendini  parçalara ayırmak, içinde bü- yüyen acıyı durdurmak için ne gerekiyorsa yapmak  isti- yordu.

Doğruca  terası geçip odasına girdi ve meşeden ahşap ka- pıyı çarparak kapadı.

“Caitlin, Caitlin lütfen!” dedi kapının dışındaki boğuk ses.

Caitlin dönüp kapıyı yumrukladı.

“Git buradan!” diye bağırdı. “Git ve karına dön!”

Birkaç saniyenin ardından onun gittiğini hissetti.

Artık sadece o kalmıştı. Bir de sessizlik. Caitlin küçük odasının içindeki yatağın köşesine oturdu ve ellerini başının arasına alıp ağladı. İç parçalayıcı bir şekilde hıçkırdı. Uğru- na yaşamak zorunda olduğu her şey ellerinden alınmış gibi hissediyordu.

Bir mırıltı duydu ve yüzünün kenarında yumuşak bir şey hissetti, dönüp baktığında Gül’ü gördü. Gül Caitlin’in ya- naklarını yalayarak gözyaşlarını silmeye çalışıyordu.

Bu Caitlin’in  içinde bulunduğu  halden çıkmasına yar- dımcı oldu. Eğilip Gül’ün yüzünü okşadı, saçını düzeltti. Gül ufacık bedeniyle Caitlin’in kucağına atladı ve Caitlin de ona sarıldı.

“Hâlâ sen varsın, Gül” dedi. “Sen beni terk etmezsin, de- ğil mi?”

Gül geri yaslanıp onun yüzünü yaladı.

Ancak çektiği acı çok büyüktü. Caitlin odada bir saniye daha durabilecek gibi değildi. Sanki duvarları delip geçecek- miş gibi hissediyordu.

Gözlerini büyük pencereye çevirdi, davetkâr geceye baktı ve hiç tereddüt etmeden Gül’ü yere bırakıp yataktan atladı ve iki büyük adımın ardından dışarı uçtu.

Kanatlarının açılıp onu uçuracağını biliyordu, ne var ki içinin bir tarafı böyle olmasın istiyordu, keşke öyle olmasay- dı da yanılıp doğruca yere çakılsaydı.

Yedinci Bölüm

Samantha zincirlenmiş bir şekilde ayakta duruyordu. Bü- yük oda boyunca sürüklenirken koluna sıkı sıkı yapış-mış bir sürü vampir tarafından kıskaçta tutuluyordu.  Oda bir mezbahaya dönüşmüş gibiydi.  Nereye  kafasını çevirse, Kyle ve lanetli kılıcı tarafından parçalara ayrılmış eski mec- lisine bağlı binlerce vampirin cesetlerini, zeminin her yerini kaplamış kan gölünü görüyordu. Demek ki kılıç hayal etti- ğinin çok daha ötesinde bir güce sahipti.

Gelgelelim  tüm bu katliama  rağmen  yüzlerce  vampir hayatta kalmıştı.  Onlar artık Kyle’ın halkıydı.  Ayrıca her geçen saniyeyle birlikte açık kapılardan onlara yenileri ek- leniyordu.  İşin doğrusu, Kyle’a sadakatlerini sunmak  için yalvarmaya  hazır vampir  sürülerinin  sonu gelmeyecekmiş gibi duruyordu. Artık açık bir şekilde burası onun meclisiy- di. Rexius öldükten sonra sadakat sunulabilecek başka kimse kalmamıştı. Kyle bunu hak etmişti. Ona ihanet etmiş olan her vampiri ortadan kaldırmayı başarmıştı.

Ona Rexius’a  karşı savaşında yardım etmiş olan yüzlerce vampir vardı. Bazıları Kyle’a gerçekten sadık olsa da bazıları sadece fırsatçıydı. Diğerleri ise Rexius’u  sevmiyor ve ellerine bir fırsat geçmesini bekliyordu. Şehrin her yerindeki meclis- lerden vampirler akın etmeye devam etti. Haberler vampirle- rin dünyasında hızla yayılıyor ve gelenlerin tamamı da yaklaş- makta olan savaşın bir parçası olmak istiyordu. Katılanların sebepleri ne olursa olsun artık bu, Kyle’ın ordusuydu.

Kyle lider ve kılıç da onun elinde olduğuna göre şimdiye kadar vampir ırkının karşılaşmadığı türden bir savaşın kapı- da olduğu aşikârdı. Kyle acımasız ve kan dökme meraklısıy- dı, bu katliam bile onu tatmin etmemişti. İçinde bir türlü boşaltamadığı bir kin vardı. Ona sadakatlerini sunmak için koştura koştura kapısına dayanmamış olan dışarıdaki tüm vampirler bunun bedelini ödeyeceklerdi, tüm masum insan- larla birlikte. Samantha gayet iyi biliyordu ki onun güttüğü kan davasının sonu gelecek gibi değildi ve New York City yakında onun oyuncağı haline gelecekti.

Tüm bu kargaşanın içinde Samantha’yı doğruca odanın ortasına sürüklediler.

Şimdi Rexius’un  tahtında oturan Kyle, gücünün tadını çıkarıyor, tüm vampirler karşısında eğilmişken yüzünde şey- tani bir sırıtmayla bekliyordu.

Kyle’ın yanında dikilmekte olan Sergei, elindeki metali üç kez zemine vurdu.

Tüm oda, binlerce vampir kusursuz bir şekilde sıraya geç- ti. Hepsi yumruklarını kaldırıp bağırdı: “Çok yaşa Kyle!”

Samantha’nın dili tutulmuştu. İnanılmaz bir güç ve sada- kat gösterisiydi. Hayatı boyunca böylesi bir itaatkârlık gör- memişti. Kyle mıknatıs gibiydi. Daha şimdiden bir tirandı.

Ne var ki Kyle askerleriyle ilgileniyormuş gibi görünmü- yordu. Gözleri Samantha’nın üzerindeydi. Tüm oda ona yö- nelmiş ilgisinin farkındaydı ve olacakları izlemeye hazırlan- maktalarken odanın içindeki uğultu dindi.

“Pekâlâ” dedi Kyle ona. “Kılıç için benimle dövüştün. Ancak gördüğün gibi, onu elinde tutan benim.”

“Şimdilik”  diye yanıt verdi Samantha.

Bırakalım bunu biraz düşünsün,  diye düşündü. Zira yü- rekten inanıyordu ki kılıç sonsuza kadar ona ait olmayacak- tı. Kılıcı elinde tutması gereken kişi kesinlikle Kyle değildi.

Kyle kaşlarını kaldırdı.

“Seni neden bu kadar canlı tuttuğumu biliyor musun?” diye sordu.

Samantha meydan okur bir şekilde ona baktı. Onunla bir diyaloğa girme heveslisi değildi. Bu yeni mecliste yer almak falan istemiyordu. Ayrılmak, buradan mümkün olduğu ka- dar uzağa gitmek istiyordu. Sadece Sam’i alıp gitmek istiyor- du. Şayet o izin verirse.

Fakat Sam görünürde yoktu. Kyle’ın askerleri tarafından ele geçirilmişti ve onu o zamandan beri görmemişti. Samantha de- likanlının nerede olduğunu buluncaya kadar serinkanlı olmalıy- dı. Kendine  zaman kazandırmalı, eğer gerekirse ona sadakatini sunmalıydı, ta ki Sam ve o buradan kaçabilecek fırsatı buluncaya kadar.

“Rexius’un kılıcı almak için neden benim  yerime  seni gönderdiğini hâlâ bilmiyorum.  Hepimizin bildiği gibi ben daha iyi bir savaşçıyım. Fakat kabul etmeliyim ki senin de bazı maharetlerin var” dedi.

“Fakat  seni canlı tutmamın tek nedeni bu değil. Rexius seni cezalandırmayı planlamıştı. Bundan  anlıyorum ki ona hâlâ sadık olman için bir neden olmamalı. Yaklaşmakta olan bir savaş var ve senin gibi güçlü savaşçıları kullanabilirim. Eğer bana sadakatini sunmaya hazırsan seni hayatta tutmayı tekrar düşünebilirim.”

Samantha düşündü. Ona sadakatini sunmakla ilgili bir der- di yoktu çünkü biliyordu ki çok yakında tüm bunları bırakıp gidecekti. Fakat önce Sam hakkında bir şeyler öğrenmeliydi.

“Çocuğa ne oldu?” diye sordu. “Nerede o?”

Kyle gülümsedi.

“Ah evet, şu çocuk. Hemen  sadede gelelim. Bu insana karşı neden böyle bir düşkünlük gösterdin bilmiyorum  ve böyle yaparak zaten kurallarımızı çiğnedin. Seni sırf bunun için bile öldürebilirim biliyorsun ki. Fakat bunu çok ilginç buluyorum ve işin doğrusu hayatta kalmana izin verme ne- denlerimden birisi de bu.”

“Görüyorsun ki Samantha, cezalandırılman lazım. Vak- tiyle bana değil de Rexius’a sadık kalmış olan her vampirin cezalandırılması gerekiyor. Bu, yeni ordumun başlangıç aşa- ması. Bana ve sadece bana itaat etmeyi öğreneceksiniz.”

 

“Senin için en kusursuz çözümü  buldum:  Hem bana olan sadakatini kanıtlayacaksın, hem de cezalandırılacaksın. Adamlarım seni çocuğun yanına götürecek, onu buraya ge- tireceksin ve herkesin gözü önünde onu öldüreceksin.”

Bu fikir karşısında Samantha’nın kalbi paramparça oldu. Bu onun asla ama asla yapamayacağı bir şeydi. Onun haya- tına kıyacağına kendi canına kıyardı. Kyle, her zamanki gibi, sanrılar içindeydi. Ve zalimdi. Evet, tam Rexius’un halefi ol- maya uygundu.

“Onu  bizzat kendi ellerinle öldürmeni izlemekten zevk du- yacağım” dedi Kyle, fikri düşününce gülümseyerek. “Görüyor- sun ki bu çocuğu bir fazlalık olarak görüyorum. Kız kardeşiyle aynı soydan geliyor ve tek bildiğim, hepimize zarar verebilecek bir bağışıklığa sahipler. İkisine de güvenmiyorum. Bilmiyorum onun insan olduğunu söylememe gerek var mı?”

Kyle, Samantha’nın yüzünü yakından inceledi.

“Eğer bunu yaparsan seni mevki, onur ve saygınlıkla ödül- lendireceğim. Senin için meclisimde özel bir yer olacak. Bu muhteşem bir savaş olacak, ırkımızın gördüğü en muhteşem savaşlardan biri olacak. Sen de bunun baş mimarlarından biri olabilirsin.”

“Diyelim ki reddettin…  İşkence göreceksin, yavaş yavaş; sonsuz bir acıya mahkûm olacaksın ve ismin meclisimizin tarihinden tamamen silinecek.”

Samantha  düşünmekteyken  odanın tamamında  ölüm sessizliği hâkimdi.  Bir çıkar yol bulmak için kafası fırıldak gibi dönüyordu.

“Neden onu bizzat kendin öldürmüyorsun?”  diye sordu sonunda.

Kyle geri yaslandı ve hafifçe sırıttı.

“İzlemeyeceksem ne zevki kalır” dedi. “En büyük hobile- rimden biri, insanların sevdiklerini öldürmelerini izlemektir.”

Sekizinci Bölüm

Caitlin kanatlarını defalarca çırptı. Nereye gittiği konu- sunda en ufak bir fikri yoktu,  zaten rüzgârın onu gö- türdüğü  yere gitmeye de razıydı. Ne gidecek yeri vardı ne de yaşaması için bir sebep. Sevgilisi Caleb ona ihanet etmiş ve şu dünyada umurunda olan diğer tek insan, yani Sam de muhtemelen aynısını yapmıştı. Ne de olsa Sam Samantha’yı ve  tüm o kötü vampirleri  doğruca  onun yanına, Kralın Mabedi’ne sürüklemişti.  Dünyada güvenebileceği   başka kimse kalmış mıydı ki? Hayatına giren herkesin ona ihanet etmesi kaderi miydi acaba?

Caitlin Hudson Nehri üzerinden uçarken ay ışığında par- layan nehre doğru baktı. Yüzünü ve saçlarını okşayıp göz- yaşlarını  silen gece havası iyi gelmişti. Artık adadan uzak- laşmıştı, ada ufukta ufacık bir noktadan ibaretti. Kafasını temizlemek için gittikçe daha da uzağa uçtu.

Aşağı doğru dalarak suyun birkaç adım yukarısında ne- redeyse ona değecek şekilde tam üstünden uçmaya başladı. Suya bu kadar yakın olmak iyi geldi. İçinin bir tarafı dalma- ya devam etmek, suyun içine batmak istiyordu. Fakat öbür yanı, yani vampir tarafı, bunun manasız olacağını biliyordu. Bir vampir boğulsa bile ölemezdi.

Uçtuğu sırada etrafında balıklar suyun içinden fırlamaya başladı. Onun varlığını sezmiş olmalıydılar. Sezmiş oldukla- rı şey vampir kanı mıydı acaba?

Caitlin yukarı  doğru  tırmandı,  yükseldiği  sırada kafası tekrar berraklaşmaya başladı. Olmuş  olan tüm şeyleri dü- şündü. Daha şimdiden ayrıntılar bulanıklaşmıştı. Acaba her şeyi fazlasıyla abartmış mıydı? Şimdi düşünüyordu da Caleb gerçekten ne yapmıştı ki? Evet, Sera oradaydı ve bir bakıma mevcudiyetinin mazereti yoktu. Fakat Caitlin  konu üzeri- ne daha fazla düşündükçe onun neden orada olduğunu ya da oraya nasıl geldiğini tam olarak bilmediğinin  daha fazla farkına vardı. İkisinin  yeniden birlikte olup olmadıklarını kesin bir şekilde biliyor değildi. Başka bir açıklama olması, en ufak bir şekilde dahi olsa mümkün müydü?

Belki de çok çabuk tepki vermişti. Bunu her zaman ya- pardı, kendini asla kontrol edemezdi.

Caitlin daha da yukarılara çıktıkça geniş bir dönüş yapıp tekrardan ada tarafına uçmaya başladı. Oysa içinin bir tarafı dönüp dönmeyeceğini merak ediyordu. Gidecek başka neresi vardı ki?

O yöne doğru ilerlerken yeni bir amaç edindiğini his- setti. Belki de Caleb’e en azından bir açıklama şansı ver- meliydi. Hayatını o kadar çok kez kurtarmıştı ki! Tüm bu geçen günler  boyunca  başında  durmuş,  ona hayata  geri dönüşünde  refakat etmişti. Belki de onu hâlâ seviyordu. Belki de…

Caitlin artık o kadar da emin değildi.  Fakat uçtukça Caleb’e en azından bir şansı, kendini açıklaması için verile- cek bir şansı borçlu olduğunu fark etti.

Evet, bu şansı ona verecekti. Sonra da bir karara varacaktı.

*

Caleb deliye dönmüştü. Bir kez daha gittiği her yere fe- laket götüren Sera hayatının içine dalmıştı. Binlerce yıl bo- yunca kaç kez ondan uzak durmasını istediğini, kaç kez ona karşı bir şeyler hissetmediğini, onu hayatında istemediğini açık açık söylediğini hatırlamıyordu bile. Fakat sayısız kez, hepsi de en ters zamanlarda olacak şekilde, tekrardan ortaya çıkmayı beceriyordu. Sanki ne zaman yeni birisiyle beraber olduğunu, ne zaman gerçekten umursadığı birinin yanında olduğunu biliyor gibiydi. Her zaman da en ters zamanda çıkageliyordu. O hayatında karşılaştığı en bölgeci ve mülki- yetçi varlıktı. Caleb’in  binlerce yıllık hayatı boyunca başına musallat olmuştu.

Bu sefer  bunu kabul edemezdi.  Buna izin veremezdi. Onun ilişkilerini  fazlaca  baltalamıştı  zaten,  bu seferkiyse bardağı taşıran son damlaydı. Caitlin’i şimdiye kadar birlik- te olduğu  -gerek vampir gerek insan- herkesten daha fazla umursuyordu. Sera bunu sezmiş olmalıydı. Onu saklandığı delikten çıkaran, onun peşinden gitmeye sürükleyen şey bu olmalıydı.

Bir mazereti  vardı, her zaman  bir mazereti olmuştu. Onun sorunu da buydu işte: Onu hiçbir zaman yüzde yüz suçlayamazdınız çünkü her zaman acil bir mesajla çıkagelir ve bunun bir meşruluğu olurdu. Bu sefer, tabii ki, meclisleri saldırıya uğramak üzereydi. Dediğine  göre Kyle elinde kı-lıçla New York City’e geri dönmüştü ve topyekün bir vam- pir savaşının çıkmasına sayılı günler vardı. Meclisinden bir mesaj getirmişti: Onu geri istiyorlardı. Önceki  kural ihlal- lerini affetmeye hazırdılar. Bu savaş zamanında ellerindeki tüm askerlere ihtiyaçları vardı ve Caleb  ellerindekilerin en iyilerindendi.

Bu haberler yüzünden Sera’ya canının istediği gibi kıza- mıyordu ki bu da durumu daha da çileden çıkartıcı hale ge- tiriyordu. Ancak onun hayatına tekrardan sızmak için ma- zeret olarak tam da böyle bir durumu beklemiş olduğundan kuşkulanıyordu. Getirdiği haberler bir tarafa Caitlin’e hiçbir şekilde tekrardan birlikte oldukları görüntüsünü vermeye hakkı yoktu.

Kıpkırmızı bir suratla hâlâ kalenin terasında durmakta olan Sera’nın üzerine yürüdü.

“Sera!” diye çıkıştı hışımla. “Neden böyle dedin? Neden o kelimeleri kullandın? Biz diye bir şey yok! Ve çok iyi bildiğin gibi ona söylemediğim  hiçbir  şey yok. Buraya  meclisimizden bir mesaj iletmek için geldin. Hepsi bu. Gelgelelim sanki ben saklanıyormuşum da senle ben hâlâ berabermişiz gö- rüntüsü verdin.”

Sera onun öfkesinden dolayı tırsmış değildi. Hatta bu ho- şuna gitmiş gibi duruyordu. Onun tepesinin tasını attırmayı başarmıştı ve görünen o ki istediği şey de tam olarak buydu.

Yavaşça gülümsedi, ona doğru bir adım attı ve elini kal- dırıp omzuna koydu.

“İyi de değil miyiz ki?” dedi baştan çıkartıcı bir şekilde. “İçten içe sen de biliyorsun ki aslında öyleyiz. Seni üzen şey de tam olarak bu. Eğer benim için bir şeyler hissetmiyor olsaydın, hiçbir türlüsü umurunda olmazdı.”

Caleb omzundaki elini itti.

“Bunun saçmalık  olduğunu  biliyorsun.  Yüzlerce  yıl- dır beraber değiliz. Ve bir daha asla birlikte  olmayacağız. Bunu kaç kere daha söyleyebilirim bilmiyorum” dedi öfke- den çıldırmış bir halde. “Hayatımdan  uzak durman lazım. Benden  uzak durman  lazım;  hepsinden  çok, Caitlin’den uzak durman lazım. Ondan uzak durman konusunda seni uyarıyorum.”

Sera’nın yüzü bir anda öfkeli bir ifadeye büründü.

“Şu zavallı kız” diye çıkıştı. “Sırf artık bizden biri diye benim üstüme çıkamaz. Benim yanımda hiçbir kıymeti yok. Ona nasıl baktığını  bile anlayabilmiş değilim. Meclisimizin sana onu dönüştürdüğün için hiç ceza vermemiş olmama- sından bahsetmiyorum  bile” dedi Sera karanlık  gözleriyle Caleb’e bakarak.

Caleb bunun anlamını biliyordu. Bu bir tehditti. Onu ihlal ettiği yasa konusunda uyarıyordu. Bunun  için feci şe- kilde cezalandırılabilirdi ve Sera da şimdi bunu diğerlerine haber verme tehdidini savuruyordu.

“Tehditlerinden yılacak değilim” dedi Caleb korkusuzca. “İstediğin kişiye istediğini söyleyebilirsin. Benim için uygun gördükleri şeye gözüm kapalı gideceğim.”

“Beni bezdiriyorsun” diye çıkıştı Sera. “Bak buradayız, savaşta! Tüm meclisimiz, tüm ailemiz risk altında. Sense ne yapıyorsun? Burada, bir adanın üstünde, zavallı küçük bir kızın iyileşmesini  bekliyorsun.  Evine dönmüş, kendi halkını savunuyor olmalısın oysa! Tıpkı gerçek erkeklerin yapacağı gibi…”

“Meclisim beni kovdu” diye cevabı yapıştırdı Caleb. “Yüz- lerce yıllık sadık hizmetimin ardından hem de. Onlara hiç- bir borcum yok. Şu an neyi hak ediyorlarsa onu alıyorlar.”

Caleb nefesini bıraktı.

“Yine de onları umursuyorum; içinde bulunduğumuz va- ziyet buyken onları yüzüstü bırakacak değilim. Sana söyle- dim, doğru zaman geldiğinde döneceğim.”

“O iyileştiğinde döneceğini söylemiştin. Açıkça görülü- yor ki iyileşti. Artık mazeretin kalmadı. Hemen şimdi dön- melisin!”

“Verdiğim sözü tutacağım, her zaman yaptığım gibi. Fa- kat şu noktanın çok açık olmasını istiyorum: Sadece mecli- simizi, katledilecek insanları kurtarmak ve kılıcı geri almaya yardımcı olmak için döneceğim. Bunun başka bir nedenden ötürü olduğu sanrısına kapılma. Görevim bittiği an tekrar- dan ayrılacağım ki bu sefer yüzümü  son kez görmüş ola- caksın. Yeniden birlikte olduğumuza dair hayallere kapılma. Çünkü değiliz.”

“Ah Caleb” dedi Sera ufak şeytani  bir gülümsemeyle. “Canının  istediğine inanabilirsin fakat içten içe biliyorsun ki sen ve ben hep birlikte olduk ve hep birlikte olacağız. Bu- nunla ne kadar savaşırsan bana o kadar yakınlaşırsın. Beni ne kadar sevdiğini biliyorum.  Bunu hissedebiliyorum, her gün hem de.”

“Hayallerde yaşıyorsun”  dedi Caleb. “Gün geçtikçe de kötüleşiyorsun.”

Sera’nın gülümsemesi büyüdü. “Doğru” dedi. “Kendine böyle söyle. Hislerinle savaş. İkimizin de hâlihazırda bildiği şeyle savaş.”

Sera aniden ona doğru kocaman iki adım attı, ellerini boğazına yapıştırdı  ve tek bir hızlı hareketle onu kendine çekti.

Caleb’in tepki vermesine kalmadan dudaklarını onun- kilerin üzerine yerleştirmiş, onu boğarcasına öpmeye başla- mıştı.

Caleb iğrenerek geri çekildi. Ellerini uzatıp onu itti. Tam bunu yaptığı sırada göz ucuyla ötelerinde duran balkon du- varına birinin indiğini gördü.

Bu Caitlin’di.

*

Caitlin adaya yaklaşmaktayken içinde tekrardan umudun yeşerdiğini hissetti. Kafası artık berraktı. Caleb, hatırladığı- na göre yanlış bir şey yapmamıştı. Aptalca davranan oydu. Ona açıklaması için bir şans vermesi gerekirdi. Tek bildiği, Sera’nın davetsizce çıkageldiği ve aralarında kesinlikle bir şey olmadığıydı. Neden bu kadar sert davranmıştı ki?

Aşağı dalarken ada görüş açısına girdi; altındaki büyük taş kaleyi, fener ışığında aşağıda alıştırma yapan vampir ka- labalığını gördü. Burası güzel bir yerdi ve Caleb onu buraya getirdiği için minnettardı. Son virajı alıp kıvrımın etrafın- dan geçerek üst duvara indiğinde  her şeyin yoluna gireceği hissine kapılmıştı.

Fakat yakınlaştığı sırada, tam inerken, kalbi duracak gibi oldu.

İşte Caleb ve Sera oradaydı. Ve bu sefer öpüşmektey- diler.

Öpüşüyorlardı. Bu düşünce Caitlin’in  içini kılıçtan da beter parçaladı. Hareket edemiyordu. Düşünemiyordu.  Ne- fes alamıyordu. Öpüşmekteydiler.  Öpüşüyorlardı.

Yani demek birliktelerdi. Bu sefer yanlış anlama falan yok- tu. Hâlâ ona âşıktı.

Caitlin’i sanki o hiçbir şey değilmiş gibi bir kenara atmış- tı. Ve bunu onun gözü önünde yapmıştı.

Caleb ona doğru koşturduğunda Caitlin bu sefer kaçma- dı. İçinde  hiddetin yükseldiğini  hissederken olduğu  yerde hayretten donmuş halde kaldı. İnsan olduğu zamanlarda hiç olmadığı kadar vahşileştiğini hissediyordu.

“Caitlin” diye girdi Caleb söze, “göründüğü  gibi değil. Lütfen, açıklamama izin ver…”

Fakat Caleb ona yaklaşıp konuşmaya başladığında Cait- lin sadece parmağını uzatıp ufuk çizgisini gösterdi.

“DEFOL!” diye bağırdı kaşlarını çatarak.

Bu bir emirdi. Bir soru değildi ve tartışmaya yer bırakmı- yordu.

Caleb olduğu yerde donmuş bir halde kalakaldı, görünen o ki gaddarlığı karşısında şaşkınlığa uğramıştı. Onun gemi- leri yaktığını sezmiş olmalıydı.

 

“DEFOL DEDİM!” diye bağırdı Caitlin tekrardan. “Seni bir daha asla görmek istemiyorum, yaşadığım sürece!”

Caleb hayrete düşmüş ve incinmiş bir halde, tıpkı daha yeni fırça yemiş küçük bir çocuk gibi oracıkta kalakaldı. Ona söyleyecek çok şeyi varmış gibi görünse de şuna emin- di ki ne söylerse söylesin, o tek bir kelimesini bile dinleme- yecekti.

Çaresiz bir şekilde yavaşça başını eğdi.

Dönüp balkon  duvarının  kıyısına  doğru  yürüyerek  iki büyük adım attı ve balkon korkuluğunun köşesine sıçradık- tan sonra havalandı. Dev kanatlarını çırparak gecenin içine doğru uçmaya koyuldu.

Caitlin Sera’nın endişeli bir ifadeyle kafasını çevirip san- ki onun ardından uçmak istercesine Caleb’in  uzaklaşması- na baktığını görebiliyordu. Fakat aynı zamanda sanki bunu yapmadan önce Caitlin’e söylemek istediği bir şey varmışça- sına tereddüt içinde duruyordu.

Sera aniden Caitlin’e doğru yürüyüp birkaç adım kalacak kadar yakınına geldi.

“Senden nefret ediyorum” dedi Sera yavaşça, içinden kin damlayan  sesiyle. “Senden  hep nefret edeceğim.  Erkeğimi benden almaya çalıştın. Bu asla işe yaramayacak. Caleb seni istemiyor.  Beni istiyor,  sadece beni. Her zaman da böyle oldu.”

Caitlin  cevap veremeyecek kadar öfkeliydi  ve zaten ona söyleyecek bir şeyi de yoktu.

Sera ayrılmaya hazırlanırken arkasındaki kanatları açıl- dı. Öte tarafa dönmeden önce Caitlin’e  doğru eğilip son bir şey fısıldadı:  “Caleb ile benim, ikinizin hiçbir şekilde hayatta olduğunuz sürece asla sahip olamayacağınız bir şe- yimiz var. Eminim  sana hiç söylememiştir ve asla söyleme- yecektir.”

Caitlin bu adi yaratığın şimdikinden daha fena hisset- mesini  sağlayacak ne söyleyebileceğini  merak  ederek on- dan aşağı kalmayan bir hiddetle bakmaya devam etti. Zira böyle bir şey yapmasının pek mümkün  olduğunu düşün- müyordu.

Ne var ki ağzından çıkanları duyduğunda farkına vardı ki aslında beterin beteri vardı.

“Caleb ile benim bir çocuğumuz var.”

You have finished the free preview. Would you like to read more?