İlyada

Text
Author:
Read preview
Mark as finished
How to read the book after purchase
  • Read only on LitRes Read
Font:Smaller АаLarger Aa

Onları iyice işleyerek gönderdi, onlar da deniz kıyısı boyunca kederli kederli yürüdüler, ta ki Myrmidonların çadırları ve gemilerine gelinceye dek. Aşil’i, çadırı ve gemileri yanında otururken buldular, ki onları gördüğüne hiç memnun olmadı o da. Karşısında korkarak saygıyla durdular ve hiçbir şey söylemediler, ancak o kim olduklarını biliyordu ve şöyle söyledi: “Hoş geldiniz haberciler, tanrının ve insanların elçileri; yanıma gelin, benim kavgam sizle değildir, sizi Briseis için gönderen Agamemnon’ladır. Patroklos, haydi, getir onu ve onlara ver, ancak kutsal tanrılar, ölümlü insanlar ve Agamemnon’un öfkesinin şiddeti önünde şu iki adam tanığım olsunlar ki eğer insanları felaketten kurtarmak için bana tekrar ihtiyaç olursa beni arayacaklar ama bulamayacaklar. Agamemnon öfkeden kudurmuş ve ne öncesini ne sonrasını görür, Akhalar gemileri yanında sağ salim nasıl dövüşecekler bilmiyor.”

Patroklos, can yoldaşının emrettiğini yaptı. Briseis’i çadırından getirdi ve onu Akhaların gemilerine götüren habercilere verdi -kadın da gitmeye istekli değildi. Ardından Aşil yalnız başına bembeyaz denizin kıyısına gitti, ağlayarak, ucu bucağı olmayan sulara gözlerini dikerek. Ellerini kaldırdı yukarıya, ölümsüz anasına yakararak. “Anam!” diye ağladı, “Beni kısa bir mevsim ömür sürmek için doğurdun. Olympos’ta gürleyen Zeus elbet bu ömrü daha şerefli kılabilirdi. Hiç öyle değil. Atreusoğlu Agamemnon bana alçaklık etti ve ödülümü zorla elimden aldı.”

Konuştukça yüksek sesle ağladı ve denizin derinlerinde yaşlı adamın, babasının yanında oturan anası onu duydu. Derhâl dalgaların dışına, gri bir sis gibi yukarı yükseldi, ağlar dururken o karşısına oturdu, eliyle okşayarak şöyle dedi, “Oğlum, niye ağlıyorsun? Seni üzen nedir? Benden saklama, anlat, bileyim neymiş?”

Aşil derin bir iç çekerek şöyle dedi: “Biliyorsun, çok iyi bildiğin bir şeyi tekrar niye söyleyeyim? Thebe’ye gittik, Eetion’un güçlü şehrine; yağma ettik ve ganimeti buraya getirdik. Akhaoğulları gerektiği şekilde aralarında paylaştı ve güzel Khryseis’i de Agamemnon’un mükâfatı olarak seçtiler ancak Apollon’un rahibi, Khryseis kızını özgürlüğe kavuşturmak için Akhaların gemilerine geldi ve büyük bir kurtulmalık getirdi. Dahası elinde Apollon’un şeritleri sarılı asayı tutarak Akhalara yalvardı, daha çok da önderleri olan Atreus’un iki oğluna.Bütün Akhalar hep bir ağızdan rahibe hürmet edilmesi ve getirdiği kurtulmalığın alınması taraftarı oldu ancak hiddetle konuşan ve rahibi kabaca geri gönderen Agamemnon hiç de hoşnut olmadı. Rahip korkuyla gitti ve onu çok seven Apollon dualarını duydu. Ondan sonra tanrı Argoslular üzerine ölümcül bir ok gönderdi ve insanlar birbiri ardına öldü, Akhaların büyük orduları arasında her yöne giden okları sayesinde. Sonunda bir rüya yorumcusu bütün bilgeliğiyle Apollon’un kehanetlerini açıkladı ve ilk ben çıkıp onu sakinleştirmemiz gerektiğini söyledim. Ancak Atreusoğlu öfkeyle ayağa kalktı ve tehditler savurdu. Akhalar şimdi kızı bir gemiyle Khryses’e götürüyorlar ve tanrıya adaklık armağanlar sunuyorlar ancak haberciler daha biraz önce Brises kızı çadırımdan aldılar, Akhaların bana armağan ettiği. Bundan dolayı, eğer gücün varsa yiğit oğluna yardım et. Olympos’a git ve eğer ki ona konuşmanla veya davranışınla hizmet ettiysen, Zeus’un yardımını rica et. Babamın evinde sık sık övündüğünü duymuştum; ölümsüzler içinde Kronosoğlu’nu felaketten tek başına kurtardığını, diğerleri, Hera, Poseidon ve Pallas Athena onu zincirlere vuracakken. Onu serbest bırakan sendin tanrıça, tanrıların Briareus, insanların Aigaion dedikleri babasından dahi güçlü tam yüz eli olan devi Olympos’a çağırarak. Kronosoğlu yanına tüm haşmetiyle gelip oturunca o, diğer tanrılar korkup bağlamaktan vazgeçmişler onu. Git o zaman ona, bütün bunları hatırlat, dizlerine sarıl ve Truvalılara yardım göndermesi için ikna et. Bırakalım Akhalar gemilerinin arkasına kısılıp sahilde ölüp gitsinler ki, kralları için ne reva göreceklerini ve Agamemnon da Akhaların en önde gelenini aşağılamaya kalktığındaki körlüğü için dizlerini dövebileceğini anlasın.”

Thetis ağlayarak cevap verdi: “Oğlum, yazıktır seni doğurup büyüten bana. Elbet, gemilerinde bütün kederlerden uzakta ömrünü sürmeliydin zira çok kısadır ömrün, yazık ki hem ömrün kısa hem de herkesten fazla derdin var. Vah o zaman, seni doğurduğum güne! Ancak Olympos’un karlı tepelerine gideceğim ve bu olayı Zeus’a anlatacağım, bakalım ricamızı dinleyecek mi? Bu arada sen gemilerinin yanında kal, Akhalara karşı olan kinini besle ve kavgadan uzak dur. Zira Zeus, Okeanos’a Etiyopyalılar arasına şölene gitti dün ve diğer tanrılar da onunla beraber. On iki gün sonra Olympos’a geri dönecek. O zaman, tunç eşikli sarayına gidip yalvaracağım, şüphem yoktur ki onu ikna etmeyi başaracağım.”

Öylece bırakıp gitti, kendisinden alınan kızın kaybı yüzünden hâlâ öfkeli olan Aşil’i. Bu sırada Odysseus, Khryses’e kurbanlıklarla vardı. Limana gelince yelkenleri sarıp geminin ambarına koydular. Ön halatları gevşettiler, yelkeni katladılar ve küreklere asılıp kızı indireceklere yere sürdüler gemiyi. Burada demirleri denize indirdiler ve Apollon için getirilen kurbanı karaya çıkardılar. Khryseis de gemiden çıktı ve Odysseus onu babasına teslim etmek üzere sunağa doğru götürdü. “Khryseis…” dedi, “Kral Agamemnon beni çocuğunu geri getirmem için gönderdi ve de Danaolar adına Apollon’a adaklar adamaya ki, Argoslular üstüne çokça keder getiren tanrıyı yatıştırabilelim.”

Böyle söyleyip kızı onu memnuniyetle geri alan babasına verdi ve kutsal kurbanları tanrının sunağı çevresine düzgünce dizdiler. Ellerini yıkayıp arpa kırmalarını kurbanlar üzerine serpmek üzere aldılar, bu arada Khryses ellerini kaldırıp onların adına yüksek sesle yalvardı. “Beni duy!” diye inledi, “Ey gümüş yaylı tanrı, Khryses ve kutsal Killa’yı koruyan ve Tenedos’u kudretiyle yöneten! Sana yakardığımda daha önce nasıl beni duyduysan ve Akhalar üzerine şiddetle bastırdıysan, tekrar beni duy ve bu korkunç kıranı Danolar üzerinden kaldır.”

Böyle yakardı ve Apollon duasını duydu. Dua ettikten ve arpa kırmalarını serptikten sonra, kurbanların başlarını kaldırıp kestiler ve derisini yüzdüler. Butlarını kestiler, iki kat yağla sardılar, üzerine biraz çiğ et koydular, sonra Khryseis onları odun ateşine koydu ve üzerlerine şarap döktü, genç delikanlılar yanında beş çatallı şişleri ellerinde tutarken. Butlar kızarınca ve içindeki etleri tadınca, kalanları küçük küçük kestiler, parçaları şişlere geçirdiler, pişene dek kızarttılar ve ateşten çektiler. İşlerini bitirip şöleni hazır edince, herkes kendi eşit payını aldı, böylece hepsi memnun kaldı. Yeterince yiyip içince uşaklar karma kabını şarap ve su ile doldurdu ve verdi herkese, tanrı şerefine sunularını yapmak üzere.

Delikanlılar tüm gün boyunca şarkılarla ibadet etti tanrıya böyle, ilahiler söyleyerek ve şen şükran şarkıları tekrarlayarak, tanrı da seslerinden memnun oldu. Ancak, güneş batıp karanlık olduğunda, uyumak için geminin arka halatları boyunca uzandılar ve sabah erkenden gül parmaklı şafak görününce, Akha ordusuna doğru tekrar yol aldılar. Apollon onlara tatlı bir yel gönderdi, onlar da direği dikip ak yelkenlerini yukarı açtılar. Yelkenler şiştikçe rüzgârdan, gemi derin mavi sularda akarak gitti ve hızlandıkça ileri, geminin önünde köpükler çağladı. Akhaların genişçe yayılan ordusuna varınca gemiyi kıyıya çektiler, kumlar üstünde yukarıda ve kuru bir yere, güçlü kızaklar sürdüler altına ve kendi çadırlarına ve gemilerine doğru yöneldiler.

Fakat Aşil gemileri yanında durup, kin beslemeye devam etti. Saygın kurula gitmedi ve savaşa da katılmadı, ancak savaş naraları burnunda tüterek içi içini yedi.

On iki gün sonra ölümsüz tanrılar hep beraber döndü artık Olympos’a, başlarında Zeus’la. Thetis oğlunun ona verdiği görevi unutmamıştı, o yüzden denizin dibinden fırladı ve sabah erkenden göklerin içinde Olympos’a doğru gitti, Kronos’un güçlü oğlunu yalnız başına en yüksek tepelerde oturur bulduğu yere. Geçti, karşısına oturdu ve sol eliyle dizlerine sarıldı, sağ eliyle de çenesini okşarken yalvardı ona, şöyle diyerek:

“Zeus Baba, eğer ki ölümsüzler arasında sana konuşmamla veya davranışımla bir hizmet ettiysem, duamı duy ve ömrü kısa zamanda bitecek olan oğluma bir onur bahşet. Kral Agamemnon ödülünü alarak ve kızı kendine saklayarak, ona bir saygısızlık etti. O zaman onu sen şereflendir Olympos’un akıl efendisi ve Truvalılara bir zafer bahşet, ta ki Akhalar oğluma hakkını verene ve karşılığında üzerine bir servet yükleyene dek.”

Zeus bir süre sessizce oturdu, bir kelime dahi etmeden, ancak Thetis dizlerini hâlâ bırakmayarak ikinci kez yalvardı. “Başınla işaret et.” dedi, “Ya bana mutlak bir söz ver ya da reddet -zira senin korkacak bir şeyin yok- ki bana ne kadar değer verdiğini bileyim.”

Zeus’un canı buna çok sıkıldı ve dedi ki: “Hera ile tartışmaya sokarsa bu iş beni, başım belaya girer, zira beni iğneleyen konuşmaları ile çileden çıkaracak. Şimdi bile bana diğer tanrıların önünde dil uzatır ve beni Truvalılara yardım etmekle suçlar. Haydi şimdi geri dön, Hera farkına varmadan. Bu işi bir düşüneceğim ve istediğin gibi yapacağım. Bak başımı eğiyorum ki bana inanasın. Bu bir tanrıya verebileceğim en ciddi işarettir. Verdiğim sözü almam, ihanet etmem veya dediğim şeyi yerine getirmeden durmam, başımı salladığım zaman.”

Konuşurken, Kronosoğlu kara başını eğdi ve güzelim saçları ölümsüz başında dalgalandı, ta ki koca Olympos sallanıncaya dek.

Bir karara varıp ayrıldılar, böylece Zeus kendi evine, tanrıça ise görkemli Olympos’tan ayrılıp denizin derinliklerine daldı. Tanrılar yerlerinden kalktılar, kralları gelmeden önce. Bir tanesi bile oturup kalmaya cesaret edemedi aralarına geldiğinde, hepsi ayağa kalktı. O da geldi, oturdu tahtına. Ancak Hera, onu görür görmez anladı ki yaşlı deniz adamının kızı gümüş ayaklı Thetis’le beraber ikisi gizlice bir oyun hazırlamaktalar, bu yüzden derhâl yüzüne vurdu. “Düzenbaz!” diye bağırdı, “Hangi tanrıyı işlerine karıştırıyorsun yine? Her zaman arkamdan gizlice bir işler çeviriyorsun ve mecbur kalmadıkça bana hiç söylemiyorsun, planlarının bir kelimesini bile.”

 

“Hera!” diye yanıtladı tanrıların ve insanların kralı, “Benim her kararımı bilmeyi bekleme. Karımsın, ancak bunları anlamak sana zor gelir. Eğer senin bilmene uygunsa, hiç kimse, tanrı veya insan, yoktur öğrenecek senden önce, ancak bir meseleyi kendime saklıyorsam, ne burnunu sokmalısın ne de soru sormalısın.”

“Kronos’un korkunç oğlu!” dedi Hera, “Ne diyorsun öyle? Ben mi? Burnumu sokup soru mu sordum? Asla. Bıraktım ki her şeyi bildiğin gibi yap. Hâlâ içimde güçlü bir şüphe var lakin yaşlı deniz adamının kızı Thetis seni ikna etmiş, çünkü seninleydi ve dizlerini tutuyordu daha bu sabah. Bu yüzden inanıyorum ki Aşil’e şan ve şeref vermeye, pek çok Akhalıyı da gemilerinde öldürmeye söz verdin.”

“Kadın!” dedi Zeus, “Hiçbir şey elimden gelmez, lakin sen benden şüphelenir ve bulur ortaya çıkarırsın. Bundan da tek kazancın benden uzaklaşmak olacak sonunda. Diyelim ki dediklerin doğru, demek ki ben öyle istedim. Otur ve emrettiğim gibi dilini tut, zira ellerimi bir kez üzerine indirirsem, bütün tanrılar yanında olsa da sana faydaları olmaz.”

Bunun üzerine Hera korktu, dediğim dedik isteklerini dizginledi ve sessizce oturdu. Ancak ilahi varlıklar üzüldüler Zeus’un evinde, ta ki becerikli usta Hephaistos gayret edip anası Hera’yı teskin etmeye başlayıncaya dek. “Buna tahammül edilmez!” dedi. “Eğer ikiniz tartışmaya girişip bir avuç ölümlü için göğe kargaşa getirirseniz, eğer böyle kötü düşünceler üstün gelirse şölenimizde keyif kalmaz. O zaman bırak da anama bir öğüt vereyim -ki kendisi bilir, bu onun için daha iyidir- sevgili babamla barışması için, böylece bir daha onu azarlamaz ve şölenimiz bozulmaz. Eğer göğü inleten Olymposlu hepimizi koltuklarından atmak isterse yapabilir, zira kendisi en güçlüdür, o yüzden ona güzel şeyler söyle de çok geçmeden bize tekrar iyi davransın.”

Konuşurken, iki kâse tatlı nektar alıp anasına verdi. “Aldırma canım anacığım…” dedi, “Elinden geleni yap. Seni çok seviyorum ve dayak yediğini görürsem çok üzülürüm ancak ne kadar üzülürsem üzüleyim sana yardım edemem çünkü kimse Zeus’a karşı gelemez. Bir kere sana yardım etmeye çalışırken, beni ayağımdan yakalayıp fırlatmıştı göğün eşiğinden. Bütün gün sabahtan akşama kadar düştüm, ta ki Limni Adası’na gün ininceye dek. Orada içimde çok az kalan hayatla, Sintiler gelip benimle ilgileninceye dek serildim kaldım.”

Hera buna gülümsedi, bir yandan da oğlunun elinden kâseyi aldı. Hephaistos tatlı nektar aldı karma kabından ve diğer tanrılara da sundu, soldan sağa giderek; kutsal tanrılar koca koca kahkahalarla güldüler, cennet sarayın içinde görünce telaşla koşturup durduğunu.

Böylece tüm gün gecenin batışına dek şölen yaptılar, herkes eşit payını aldı ve memnun kaldı. Apollon lirini çaldı ve Musalar tatlı seslerini yükselttiler birbirlerine karşılıklı söyleyip durarak. Güneşin parlak ışıkları sönünce evlerine, yataklarına döndüler; herkes kendi yerine, aksak Hephaistos’un üstün marifetleriyle onlara yaptığı. Gök gürültüsünün Olymposlu hâkimi, Zeus da gidiverdi her zaman uyuduğu yatağına, gider gitmez de uyudu, altın tahtlı Hera da onun yanında.

KİTAP II

Zeus verdiği sözü tutarak, Agamemnon’u sahte bir düş ile Truva’yı hemen ele geçirebileceği konusunda inandırarak kandırır. Agamemnon adamlarının gücünü ustaca denemek için onlara Zeus’un kuşatmayı durdurmalarını emrettiğini söyler. Hera tarafından gönderilen Athena, Odysseus’a plana karşı çıkmasını telkin eder ve Nestor da orduyu mücadeleye devam etmesi için kışkırtır. İki tarafın orduları da savaş için hazırlanır. Orduların önderleri ve kuvvetleri sayılır.

Diğer tanrılar ve ovadaki silahlı askerler mışıl mışıl uyudular ancak Zeus uyanıktı zira Aşil’e onurunu nasıl bahşedip Akhaların gemilerinde çokça insanı nasıl öldüreceğini düşünüyordu. Sonunda Kral Agamemnon’a Uğursuz Düş’ü göndermesinin en iyisi olacağına karar verdi. Sonra onu çağırarak şöyle dedi: “Uğursuz düş, Akhaların gemilerine git, Agamemnon’un çadırına girerek ona şimdi sana emrettiğim gibi kelimesi kelimesine şunları söyle. Akhaları hemen silah altına almasını söyle zira Truva’yı alacak. Artık tanrılar arasında ayrılık kalmadı. Hera herkesi kendi düşüncesine ikna etti ve Truvalıların başına acılar gelecek.”

Düş mesajı alır almaz gitti ve çok geçmeden Akhaların gemilerine vardı. Atreusoğlu Agamemnon’u aradı ve derin bir uykuya sarılmış olarak çadırında buldu. Tepesinde Agamemnon’un heyette en fazla saydığı insan olan, Neleus’un oğlu Nestor kılığında dolandı ve şöyle söyledi:

“Atreusoğlu uyuyorsun demek, sen ki ordunun rahatından sorumlusun, ondandır ki omuzlarında daha nice yükleri olan adam uykusunu azaltmalı. Beni dinle, zira Zeus’tan haberci olarak geldim, o yanında olmasa da senin için endişelenir ve sana acır. Sana Akhaları hemen silah altına almanı emreder, çünkü Truva’yı alacaksın. Artık tanrılar arasında ayrılık kalmadı. Hera herkesi kendi düşüncesine ikna etti ve Zeus’un ellerinde Truvalıların başına acılar gelecek. Bunu hatırla ve uyandığında sakın aklından gitmesin.”

Sonra düş onu bırakıp gitti ve Agamemnon hiçbir zaman gerçekleşmeyecek şeyleri düşünmeye koyuldu. Aynı gün Priamos şehrini alabileceğini düşündü ancak hiçbir fikri yoktu aklındakiler hakkında Zeus’un, o ki hem Danaolar ve hem de Truvalılar için nice sıkı dövüşülen savaşlar planlamıştı. Sonra kutsal mesaj hâlâ kulağında çınlayarak derhâl uyandı, ardından doğrularak oturdu ve o güzelim yepyeni yumuşak gömleğini üzerine giydi, üzerine de ağır yeleğini. Sandallarını güzel ayaklarına bağladı ve gümüş kakmalı kılıcını omuzlarına attı, sonra da babasının ölümsüz asasını aldı ve Akhaların gemilerine doğru yola çıktı.

Şafak Tanrısı, koca Olympos’a doğru yola koyuldu, Zeus ve diğer ölümsüzlere haber vermeye. Agamemnon insanları toplantıya çağırması için çığırtkanları etrafa yolladı, onlar da çağırdılar ve böylece insanlar toplandı. Ancak önce Pylos Kralı Nestor’un gemisinde yaşlıları bir toplantıya çağırdı, kurul toplandığında önlerine kurnazca bir plan koydu.

“Dostlar…” dedi, “Gecenin köründe tanrısal Düş rüyama girdi, yüzü ve endamı Nestor’a benziyordu. Tepemde dolandı ve dedi ki: ‘Atreusoğlu uyuyorsun demek, sen ki ordunun rahatından sorumlusun, ondandır ki omuzlarında daha nice yükleri olan adam uykusunu azaltmalı. Beni dinle, zira Zeus’tan haberci olarak geldim, o yanında olmasa da senin için endişelenir ve sana acır. Sana Akhaları hemen silah altına almanı emreder, çünkü Truva’yı alacaksın. Artık tanrılar arasında ayrılık kalmadı. Hera herkesi kendi düşüncesine ikna etti ve Zeus’un ellerinde Truvalıların başına acılar gelecek. Bunu hatırla ve uyandığında sakın aklından gitmesin.’ Sonra Düş kayboldu ve uyandım. Bu yüzden, Akhaoğullarını şimdi silahlandıralım. Ancak önce onları denemem daha iyi olur, bu amaçla onlara gemileri ile kaçmalarını söyleyeceğim. Fakat sizler onların arasına dalıp ikna edin, gitmelerini engelleyin.”

Sonra oturdu ve Pylos’un kralı Nestor tüm içtenliği ve iyi niyetiyle onlara şöyle hitap etti: “Dostlarım!” dedi, “Argosluların komutanları ve öncüleri, eğer ki başka bir Akhalı bize bu rüyayı anlatsaydı, yalan olduğunu söylerdik ve hiçbir şey yapmazdık. Ancak düşü gören aramızdaki en önde gelendir, bu nedenle insanları silah altına almaya koyulmalıyız.”

Böyle söyleyip kuruldan ayrıldı ve diğer asa taşıyan krallar da Agamemnon’un sözüne uyarak ayağa kalktılar, bu sırada insanlar da haberi almak için hızla ilerlediler. Boş bir kovuktan çıkıp bahar çiçekleri arasına hep beraber üşüşerek uçan arılar gibi akın ettiler, boğum boğum, salkım salkım toplanarak. Gemilerden ve çadırlardan bile koca kalabalıklar döküldü meydana ve uçsuz bucaksız suyun kıyısında sıralandılar. Bu sırada, Zeus’un habercisi, Ulak Tanrı, aralarında koşarak hep ilerlemeleri için kışkırtıyordu onları. Böylece çılgın bir karmaşa içinde apar topar toplandılar, oturacak yer bakınırken insanlar, adımlarıyla toprak inim inim inledi. Dokuz haberci aralarına girip gürültülerini kesmeleri için bağırdı ve krallarını dinlemelerini emretti, ta ki en sonunda herkes tek tek oturup seslerini kesinceye dek. Ardından Kral Agamemnon kalktı, asasını tutarak. Bu asayı Hephaistos yapmış, Kronosoğlu Zeus’a vermişti. Zeus, Argos’u öldüren, yol gösterici ve koruyucu Hermes’e verdi. Hermes, atları kamçılayan Kral Pelops’a, Pelops da halkının önderi Atreus’a. Atreus ölürken çokça sürüsü olan Thyestes’e, Thyestes de sırası gelince Agamemnon’un taşıması için bıraktı, Argosluların ve adaların kralı olsun diye. O da asasına yaslanarak Argoslulara şöyle seslendi.

“Dostlar!” dedi, “Kahramanlar, Ares’in hizmetkârları, tanrıların elleri ağırca üzerime çöktü. Zalim Zeus bana verdiği kutsal sözden dönmeden önce Priamos şehrini yağmalamam gerektiğini söyledi. Ancak beni aldatıp şimdi de bunca insanın kaybından sonra utançla Argos’a geri dönmemi emrediyor. Budur Zeus’un isteği, o ki nice görkemli şehre baş eğdirdi, diğerlerine de yapacaktır, çünkü o herkesten güçlüdür. Bizden sonrakilere acı bir hikâye olur, bir zamanlar çok güçlü ve yiğit olan Akha ordularının kendilerinden sayıca az adamlarla boşu boşuna savaşmaları; ancak şimdilik akıbet belli değildir. Düşünün ki, Akhalarla Truvalılar yüce bir ant içseler ve her bir tarafı saysak -Truvalıları hane sayısı ile bizi onluk bölüklerle-üstlüne üstlük her bir birliğimize bir Truva hane sahibinin şarap sunması istense, sayıca onlardan çok fazla olduğumuz için oldukça çok birliğimize şarap sunacak kimse kalmaz. Ancak şehirlerinde diğer yerlerden gelen pek çok müttefikleri var ve zengin İlyon şehrini yağmalamaktan beni alıkoyan bunlardır. Zeus’un dokuz yılı geçmiştir. Gemilerimizin tahtaları çürümüş, halatları artık sağlam değildir. Karılarımız ve yavrularımız evde gelişimizi merakla bekler, ancak buraya yapmaya geldiğimiz işi tamamlayamayız. Bundan dolayı, haydi şimdi dediğimi hep beraber yapalım: Topraklarımıza geri dönmek için denize açılalım, zira Truva’yı alamayacağız.”

Bu sözlerle yüreklerine işledi kalabalığın, büyük çoğunluğu Agamemnon’un kurnaz planından bihaber. Tanrının bulutlarından çıkan doğu ve güney rüzgârlarının çarptığı İkaros denizinin dalgaları gibi bir ona bir bu yana çalkalandılar veya nasıl batı rüzgârı bir ekin tarlası üzerinde esip de başakları yel altında eğerse. Gemilerine çığlık çığlığa koştular ve ayaklarından çıkan tozlar göğe doğru yükseldi. Gemileri denize sürerken neşeyle bağırdılar, önlerindeki geçitleri temizlediler, altlarındaki destekleri kaldırmaya başladılar, mutlu naralarıyla gök kubbe çınlıyordu, dönmeye öyle can atıyorlardı.

Elbet böyle kaderde olmayan bir biçimde dönmüş olacaklardı Argoslular. Ancak Hera, Athena’ya dedi ki, “Eyvah, kalkan taşıyan Zeus’un kızı, bu olamaz, Argoslular engin denizden topraklarındaki yuvalarına uçup Priamos ve Truvalılara hâlâ Helen’i elde tutma mutluluğunu bırakırlar mı, uğruna evlerinden uzakta kaç Akhalının Truva’da öldüğü? Hemen ordunun içerisine git ve onlarla, birer birer, güzelce konuş ki gemilerini denize sürmesinler.”

Athena, Hera’nın buyruğunu ağırdan almadı. Olympos’un en tepelerinden aşağı fırlayıp hemen Akhaların gemilerine vardı. Orada Zeus gibi akıllı Odysseus’u tek başına durur buldu. Henüz gemilerine el sürmemişti, mahzun ve üzgündü; yanına yaklaşıp şöyle dedi, “Odysseus, Laertes’ın soylu oğlu, bu şekilde kendini gemine atıp topraklarına mı kaçacaksın? Priamos ve Truvalılara hâlâ Helen’i elde tutma mutluluğunu bırakacak mısın, uğruna evlerinden uzakta kaç Akhalının Truva’da öldüğü? Hemen ordunun içerisine git ve onlarla, birer birer, güzelce konuş ki gemilerini denize sürmesinler.”

Odysseus, tanrıçanın sesini tanıyordu, üzerinden yeleğini attı ve koşmaya başladı. Ona refakat eden İthakeli hizmetkârı Eurybates yeleği yakaladı, Odysseus doğruca Agamemnon’a giderken. Odysseus, Agamemnon’dan ata yadigârı, ölümsüz asasını aldı. Bununla Akhaların gemilerine doğru gitti.

Ne zaman bir kralla veya ileri gelenle görüşse yanında durup yumuşakça konuştu. “Efendim…” dedi, “Bu kaçış korkakça ve yakışıksız. Görevinizde kalın ve adamlarınıza da yerlerinde kalmalarını emredin. Agamemnon’un aklındakileri henüz bilmiyorsunuz, o bizi deniyordu ve çok geçmeden öfkesiyle Akhalara çektirecek. Hepimiz kurulda değildik, ne söylediğini duymadık. Bakın, sonra öfkelenip bize fenalık yapmasın, zira kralların gururu meşhurdur ve Zeus’un eli onlarla beraberdir.”

Ancak ne zaman tantana yapan sıradan bir adama rastlasa, ona asasıyla vurarak payladı, şöyle diyerek, “Sersem, çeneni tut ve kendinden daha iyi adamların sözüne kulak ver. Sen korkağın tekisin, asker de değilsin, ne savaşta ne de kurulda adın geçer, hepimiz kral olamayız, çok efendinin olması hoş değildir, tek bir baş olmalı -kurnaz Kronosoğlu’nun kraliyet asasını vererek hepinize karşı yetkili kıldığı tek bir kral.”

 

Böylece ordunun içinde amirane bir tavırla dolandı durdu, insanlar çadırlarından ve gemilerinden aceleyle çıkıp tekrar meydana geldiler, bir uğultuyla, hani kıyıya çarpan dalgaların ve gürültüyle çalkalanan bir denizin sesi nasılsa.

Herkes yerlerini alıp tek tek oturdu, ancak Thersites hâlâ küstahça konuşmalarına devam etti; çok konuşan bir adamdı ve hepsi de münasebetsizce, fesatlık tüccarlığı yapar, makam sahiplerine dil uzatırdı, söylediği hiçbir şeye aldırmayarak Akhaları kahkahalara boğardı. Şimdiye kadar Truva’ya gelen en çirkin kişiydi; çarpık bacaklı, bir ayağı aksak, omuzları yuvarlak ve sırtı da kamburlaşmıştı. Kafası sivrice ancak tepesinde çok az saç vardı. En fazla Aşil ve Odysseus ondan nefret ederdi, çünkü en çok onlarla dalaşmayı alışkanlık hâline getirmişti. Ancak şimdi tiz öten sesiyle Agamemnon’a ağız dolusu küfürlerine başlamıştı. Akhalar öfkeli ve tiksinmişti, ancak o yine de Atreusoğlu’na uzun uzun sataşmaya devam etti.

“Agamemnon!” diye bağırdı, “Gene ne rahatsız eder seni, daha fazla ne istersin? Çadırların tunç ve güzel kadınla doludur, zira ne zaman bir şehri ele geçirsek seçmesini sana veririz. Daha da fazla altın mı istersin, kimi Truvalının oğlu için kurtulmalık olarak sana getirdiklerinden, ne zaman ben veya başka bir Akhalı esir olarak ele geçirsek? Yahut saklayıp, düşüp kalkacak başka bir genç kız mı? Akhaların kralının onlara bu kadar dert getirmesi iyi değildir. Zayıf korkaklar, adam değil kadın demeli size, haydi eve doğru yelken açalım ve bu adamı Truva’da bırakalım da kendi onur ödülünün üstüne otursun, görsün onun hizmetinde miyiz değil miyiz? Aşil ondan daha iyi bir adamdır ki ona nasıl davrandığını gördünüz -ödülüne el koyup kendine sakladı. Aşil ise uysalca davranıp kavga çıkarmadı. Eğer çıkarsaydı, Atreusoğlu, sen onu bir daha hor göremezdin!”

Böyle ağzına geleni söyledi Thersites fakat Odysseus hemen yanına gidip onu bir güzel payladı. “Düşünmeden konuşan diline dikkat et, Thersites!” dedi. “Ve bir kelime daha etme. Arkanda adam yokken krallara çıkışmaya kalkma. Atreusoğulları ile Truva’ya gelen adamlar içinde senden daha alçak bir yaratık yok. Krallar hakkındaki bu gevezeliği bırak ve ne küfür et onlara ne de eve gitmek konusunda ısrar et. Her şeyin nasıl olacağını henüz bilmiyoruz, Akhaların güzel başarılarla mı yoksa dertlerle mi döneceğini. Sen hangi cüretle Agamemnon’la alay edersin, Danaolar birçok hediye ile onu ödüllendirdi diye? Sana söylüyorum, bu nedenle -ki şüphen olmasın bundan- eğer ki bir daha böyle saçmalıklar söylediğini duyarsam ya kendi başımı verip bundan böyle Telemakhos’un babası olarak anılmayacağım ya da seni alıp anadan doğma soyacağım ve meydandan dışarı döverek atacağım, ta ki gemilere kadar ağlaya ağlaya gidene dek.”

Böyle deyip asası ile sırtına ve omuzlarına vurdu, ta ki Thersites yere düşüp gözlerinden yaşlar akıncaya dek. Altın kakma sırtında kanlı bir şiş bıraktı, ardından korkmuş ve acı içinde oturdu, gözlerinden yaşları sildikçe gülünç görünerek. İnsanlar üzüldüler ona fakat gene de kahkahalarla güldüler ve kimisi yanındakine dönüp şöyle dedi: “Odysseus bundan evvel savaşta ve kurulda pek çok güzel işler yaptı, fakat bu adamın daha fazla boş konuşmasını engellemekten daha iyi bir iş yapmamıştı Argoslulara. Krallara daha fazla küstahlık etmeyecektir bundan böyle.”

İnsanlar konuştu işte böyle. Sonra Odysseus kalktı, elinde asa ile, Athena da haberci kılığında insanlara sessiz durmalarını söyledi, en uzaktakiler de onu duyup öğütlerini dinleyebilsinler diye. Odysseus da bütün samimiyeti ve iyi niyeti ile onlara şöyle seslendi:

“Kral Agamemnon, Akhalar seni insanlar arasında dile düşürmek isterler. Argos’tan çıktıklarında sana vermiş oldukları sözü unuttular, Truva şehrini yağmalayıncaya kadar dönmeyelim diye, çocuklar veya dul kadınlar gibi söylenip durur ve eve doğru yola çıkmak isterler. Şu da doğru ki ümitleri kırılacak kadar zorluk çektiler. Karısından bir ay bile ayrı kalmaya dayanamaz bir adam, güvertesinde rüzgârın ve denizin insafına kalmışken, ama şimdi biz burada kalalı dokuz koca yıl oldu. Bu sebepledir ki, Akhaları sabırsızlandıkları için suçlayamam. Yine de bu kadar uzun bir zamandan sonra eve elimiz boş gidersek kendimizden utanmalıyız -bu yüzden dostlar, birazcık daha sabırlı olun ki Kalkhas’ın kehanetlerinin doğru olup olmadığını öğrenebilelim. O zamandan bu zamana hayatını kaybetmeyen herkesin dün gibi veya daha evvelki gün gibi hatırlaması lazım, biz Priamos ve Truvalılarla savaşmak için o zamana kadar yolumuzda giderken, Akhaların gemileri Aulis’te kalıvermişti. Bir kaynağın çevresinde toplanıp kutsal sunağın üstünde tanrılara kurbanlar sunduk, güzel bir çınar ağacı vardı, altından duru bir su akıntısı gelen. Sonra bir mucize gördük, zira Zeus toprağın altından koca bir yılan gönderdi, sırtında kan kırmızı lekeler olan yılan sunağın altından çınar ağacına sıçradı. Orada yavru serçe kuşlar vardı yuvalanmış, oldukça küçük, en yüksek dalın üzerinde, yaprakların arasından görünüyorlardı; hepsi sekiz tane ve onları yavrulayan ana ile beraber dokuz. Yılan cıvıldaşıp duran bu zavallı yavruları yedi, yaşlı kuşsa yavrularına yana yana uçuştu. Fakat yılan ona doğru yaylandı ve o haykırırken kanadından yakaladı. Hem serçeyi hem de yavrularını yedikten sonra, onu gönderen tanrı alamete çevirdi onu, öyle ki kurnaz Kronosoğlu onu taş etti ve biz de orada oturup olan bitene şaşırdık. O zaman böyle korkunç bir belirtinin kurban merasimimizi yarıda kesmesini gören Kalkhas, hemen tanrının kerametini bildirdi. ‘Nedendir, Akhalar…’ dedi, ‘böyle nutkunuz tutuldu? Zeus bize uzun zaman sonra olacak ve gerçekleşmesi uzun sürecek olan, ancak ünü sonsuza dek sürecek olan bu işareti gönderdi. Yılan sekiz yavruyu ve onları doğuran serçeyi, ki toplam dokuz eder, yediği için biz de dokuz sene Truva’da savaşacağız, ancak onuncuda şehri alacağız.’ Buydu onun söylediği ve şimdi hepsi gerçekleşiyor. Bu yüzden, burada kalın hepiniz, ta ki Priamos’un şehrini alıncaya dek.”

Ardından Argoslular, gürültüleri gemiyi çepeçevre sarana dek bağrıştılar. Gerene’nin şövalyesi Nestor, onlara hitap etti sonra. “Yazıklar olsun size!” diye bağırdı. “Burada durmuş, çocuklar gibi konuşursunuz, erkek gibi savaşmanız gerekirken. Anlaşmamız nerede şimdi, nerede verdiğimiz yeminler? Kararlarımız ateşe mi atılmalı, tanrı şerefine sunduğumuz içkiler ve el sıkışmalarımızla beraber inancımızı teslim ettiğimiz? Burada konuşarak zamanımızı harcıyoruz ve bütün bu tartışmalarla hiçbir ilerleme kaydedemeyeceğiz. Bu yüzden, haydi ayağa kalk Atreusoğlu, sebat ettiğin amacın için. Argoslulara savaşta önderlik et ve bu bir avuç insanı da çürümeye bırak, Zeus’un doğru mu yalan mı söylediğini öğrenmeden önce, Argos’a dönmek için entrikalar çeviren, hem de boşu boşuna. Zira Kronos’un yüce oğlu elbet başaracağımız sözünü verdi, biz Argoslular Truvalılara ölüm ve yıkım getirmek için yelkenleri açınca. Bize olumlu bir işaret verdi, sağ tarafımızda şimşek çaktırarak. Bundan dolayı kimse gitmek için acele etmesin, önce bir Truvalının karısı ile yatmadan ve Helen’in uğruna çektiği zahmet ve acının intikamını almadan. Buna rağmen, eğer her kim tekrar evinde olmak için acele ederse, bırakalım gemisine el atsın da herkesin gözü önünde eceline kavuşsun. Ey kralım, önce düşün ve kulak ver bu öğüdüme, zira sözüm ihmal edilmemeli. Agamemnon, adamlarını kavimlere ve boylara göre ayır, böylece kavimler ve boylar beraberce durup birbirlerine yardım edebilir. Eğer böyle yaparsan ve Akhalar da sana uyarsa, komutanların ve askerlerin hangilerinin cesur, hangilerinin korkak olduğunu bulacaksın, çünkü birbirlerine karşı yarışacaklar. Böylece tanrının buyruğundan mı yoksa adamların korkaklığından mı şehri ele geçiremediğini de anlayacaksın.”

Other books by this author