KAWA Hareketinin Kırılma Süreçleri

Text
Read preview
Mark as finished
How to read the book after purchase
KAWA Hareketinin Kırılma Süreçleri
Font:Smaller АаLarger Aa

Hasan H. Yıldırım

KAWA Hareketi’nin Kırılma Süreçleri

Impressum:

© 2020 Hasan H. Yıldırım

Druck und Verlag: epubli GmbH, Berlin, www.epubli.de

Printed in Germany

Bibliografische Information der Deutschen Nationalbibliothek

Die Deutsche Nationalbibliothek verzeichnet diese Publikation in der Deutschen Nationalbibliografie; detaillierte bibliografische Daten sind im Internet über http://dnb.d-nb.de abrufbar.

Önsöz

Devletleşen ileri toplumlar, genelde geleceğe dair konuşur ve zamanı ona bağlı kurgular, öyle planlarlar. Zamanı amaçlarına endeksli kullanırlar. Nimetlerin paylaşımında sistem çarkıyla döner. Kürdler; devletleşememiş bir millet olarak, bu handikabı aşamamanın telaşında; geçmişe dalar dururlar. Neden ve niçinleriyle. Nerde hata yaptık ta, murada ermedik..!? Bunun tartışması, yıllar yılıdır sürer gider...

Bizim kuşak çölde suya susamış bir ağaç gibiydi. Kürd düşmanları tarihimizle ilişkimizi kesmişti. Büyüklerimizden geriye yazılı bir belge kalmamıştı. Bırakılanlar da düşman tarafından ya yok edilmiş, ya da yasaklanmıştı. Eskiden kalmış yararlanacağımız bir miras yoktu elimizin altında. Kapkaranlık bir boşlukta kulaç atıyorduk. Yönümüz belli değildi. Nereye çıkacağımızı bilmeden yürüyorduk. Samimi, dürüst, fedakarlığımız yetmiyordu. Telafisi olmayan hatalar yaptık. Afedilemeyecek hatalar işledik. İşin tuhafı, ders çıkarmayı bile beceremedik. Hatayı hep kendi dışımızda aradık. Aynaya bakıp kendimizi sorgulamadık. Herkes kendini pirüpak saydı. Oysa hatanın kaynağı bizdik.

Kendi açımdan bundan sayısız ders çıkardım. Dahası bence en önemlisi yaşananları yazılı olarak gelecek kuşaklara bırakmaktır. Buradan hareketle yaşadıklarımı, gördüklerimi, işittiklerimi yazıya dökmeyi kendimce bir görev bildim. Herkese de öneririm. Eksik olabilir, fazla olabilir, olumluklar, olumsuzluklar taşıyabilir. Ama mutlaka yazıya dökülmelidir. Bir işe yarar mı, yaramaz mı; ona gelecek kuşaklar karar versin.

Benim yazdıkların ve şu an okuduklarınız KAWA Hareketi tarihinin tümü değildir. Sadece bir kesitidir. Umarım ki; kuruluş dahil, önemli mevkilerde yer almış tüm arkadaşlarım kendi boyutunu yazar ve böylelikle KAWA Hareketi tarihi ortaya çıkmış olur. KAWA Hareketi sorumlularının -ben dahil- yazacakları kuşkusuz KAWA Hareketinin resmi tarihi olmayacaktır. Buna karşın KAWA Hareketine ilişkin ortalıkta hiçte doğru olmayan saçma-sapan bir bilgi kirliliği mevcuttur. Temenim, yazacaklarımızla bunu açığa kavuşturmuş oluruz.

Aslında bunu tek başıma yapmaktan öte aynı sürecin insanları birlikte yapmış olsalardı, daha isabetli olurdu. “Her arkadaş kendi boyutunu yazsın, sonra oluşturulacak bir komisyon bunları derlesin toplasın,” şeklinde ortak bir görüşümüz vardı. Zaman zaman sohbetlerimizde konuşulan konulardan biriydi bu. Her meselede olduğu gibi bu mesele de savsaklandı. Birlikte yazma hayali suya düşünce bazı arkadaşlarımın bana, “kuruluş dahil tüm süreçlerde yer alan biri olarak bu iş sana düştü. Bunu sen yazacaksın,” öneri, teşvik ve zorlamalarıyla, niye olmasın dedim. Yazacaklarım bir sürecin umuda yolculuğun ve tıkanmışlığın bir özetidir bu bağlamda. Yazmaya karar verdiğimde bu düşüncemi arkadaşlarımla da paylaştım. Doğal olarak neyi verip vermemem konusunda tartışmalarım oldu. Fakat yakın bir tarih olması münasebetiyle yazacaklarımla kimi arkadaşlarımı kırabileceğim düşüncesi beni rahatsız etti. Bu konuyu birçok arkadaşımla da konuştum.

Arkadaşlarımdan biri: “Kolaylık olur diye, sana yaşanmış bir olayı anlatayım,” dedi.

“Adamın biri hatıratlarını yazmayı ve ölmeden önce yayınlamayı düşünmüş. Bilirsin; doğru mu yanlış mı bir yana, hatıralar genelikle kişi öldükten sonra yayınlanır. Fakat adam ölmeden önce hatıralarını yayınlamak istemiş. Tabii yakın tarih olması hasebiyle sıkıntıya meydan vereceği duygusu adamı rahatsız etmiş ve konuyu bir arkadaşına açmış. Arkadaşı da kendisine şu yöntemi önermiş.”

“Bazı olaylar yaşanmamış gibi görülür ve tarihe havale edilir. Bazı olaylar dostlar arasında konuşulur. Bazı olaylar da kamuoyuyla paylaşılır.”

Kitabı yazarken bu yöntemi kendime baz aldım. Bunu ne kadar başardım bilemiyorum. Çünkü bu üç boyut arasında öylesine ince bir çizgi var ki; aşmamak için cambaz olmak gerektir. Benim de öyle bir meziyetimin olduğunu sanmıyorum. Eğer kimi yaşanmışlıklarda ölçüyü kaçırmışsam, kimi arkadaşlarımı kırmışsam affola.

Fakat, kimi yaşanmışlıkları da bazı arkadaşlarımı kırmak pahasına da olsa, yazmak zorundaydım. Yazmamam halinde, başta kendim olmak üzere, şehitlerimize ve bu harekete emek veren arkadaşlarıma haksızlık etmiş olacaktım. Bunu yapmadım. Umarım eleştiriye tabii olanlar incinmemiştir.

KAWA Hareketi’nin resmi tarihi yazılmadı. Yazılması da gerekmiyor. Bundan sonra yazılması da söz konusu değildir. Ama yaşanılan bir tarih var. Bu tarih bizim. Ben, kendi yaklaşımımı yazarak tarihe havale ediyorum. Umarım kuruluş dahil, tüm süreçlerde KAWA Hareketinin sorumlu mevkilerinde yer almış tüm arkadaşlarım kendi boyutunu yazar ve böylelikle KAWA Hareketi tarihi gerçeğe yakın olarak ortaya çıkmış olur. Tarafsız birileri de yarın bunları incelediğinde, işte KAWA Hareketi buydu deyip bir sonuca varır. Bugünden sonra, yapılması gereken ve doğru olan da budur.

Yazdıklarım KAWA Hareketi sürecinde kendi boyutumun kısa bir özetidir. Anlattıklarım benim subjektif niyetlerim olarak algılansın. Amacım olumsuzluklarımızı tespit etmek, deşifre etmek, sebeblerini izah etmek, dersler çıkarıcı sonuçlara varmaktır. Ben kendi yaklaşımlarımı yazdım. Umarım arkadaşlarım da kendi yaklaşımlarını yazar ve gerçeğe yakın bir resim ortaya çıkar.

İstedim ki, gerçekler bilinsin. Gerçekler acıdır ve inciticidir. Sorun; bireysel hesaplaşma olayı değildir. Bireyler, Kürd milleti ve davasından daha önemli değildir. İnanız ki, en çok eleştiriye uğrayan, hepsi için demiyorum, bazıları beklentimin dahilinde olan arkadaşlarımdı ama teori, pratik ve yaşam biçimleriyle beni hayal kırıklığına uğrattılar. Benimkisi, aslında bir serzeniş. Emeğe de, arkadaşlarımada saygılıyım. Ama örgüt ve halkın çıkarı işin içinde oldu mu, bunlara saygı esastır.

KAWA geleneği diye bir olgu varsa ki vardır, bu da; bu arkadaşlarımın emeği sonucudur. Bir şeyler yapılmıştır. Bunu inkar etmiyorum. Her arkadaşım KAWA'ya bir değer katmıştır. Fakat KAWA'dan çok şey de alıp götürmüşlerdir. Bunu görmek lazım. İzaha çalıştığım şey budur.

Herşeye rağman eleştirilerime maruz kalan arkadaşlarımın ezici çoğunluğu onurlarını korumuşlardır. Yurtseverliklerine helal getirme-mişlerdir. Belki kendilerinden beklenileni yapmamışlar, aile, bireysel yaşam ile örgüt arasında tercihlerini birincisinden yana yapmışlar ama Kürd halkına bağlı kalmışlardır.

Arkadaşlarımı eleştirirken kastım onları yermek, rencide etmek, hesaplaşmak değildir. Bu aklımın ucunda bile geçmemiştir. Amacım KAWA örgüt ilkelerinin Kürdistan halkı nezdinde bunca yankı yapmasına karşın rolünü oynayamamasına açıklık getirmektir. Bunun ne kadarını başarabildiğimi okuyucuya bırakıyorum.

İşin aslı, bu arkadaşları eleştirirken kendimi onlardan ayrı bir yere koymak değildir amacım. Onlardan özde bir farkım yoktu. Dürüstük, samimiydik, ama bu Kürdistan devrimine önderlik etmek için yeterli değildi. Kitleler içinde çalışıyordum. Bir şeyler ters gidiyordu. Bunu resmi toplantılarda ifade ediyordum. Cevap veremiyorduk. Cevabın verilmesi için önderliğin rolünü oynamasına bağlıydı. Önderliğimizde rolünü oynamasından öte başka diyarlarda geziniyordu. Bir eli örgüt içindeyken, bir eli düzenle tokalaşıyordu. Bunu sürekli eleştirsem de para etmiyordu. Kimilerine göre “aşırı bir uç”tum. Resmi toplantılarda doğru karar aldırsam da bir işe yaramıyordu. Sorun bu kararları yerine getirecek adam yokluğuydu. Kişi olarak ta sahadaki arkadaşlarımla birlikte sorunlara cevap veremiyorduk.

Gençtik, geriydik, tecrübesizdik. Adam yokluğundan kaynaklanan zorunluluktan kendimizi birdenbire KAWA Hareketi Merkez Komitesi'nde bulduk. Oysa bizim gibi insanların bırakın Kürdistan devrimine soyunmuş bir örgütün MK’sinde yer almasını, karar kılıcı hiçbir biriminde yer almaması gerekirdi.

Fakat koşullar bizi MK'de yer almaya itti. Aslında sıradan bir kadro olarak ve sıradan bir biriminden yer alsaydık, daha yararlı olurduk diye düşünüyorum. Bu, her zamanki düşüncemdi, her zaman dile getirmişimdir. Aslında birçok arkadaşım da, bu düşüncesini dile getiriyordu.

Fakat o dönem bizden daha tecrübeli ve birikimli kimseler yoktu. Onlar olmayınca, bizimki bir yerde namus belasıydı. Birikim ve tecrübemiz ölçüsünde samimice mücadele ettik. Neyi başardık, neyi başaramadık tartışılan bir meseledir hala. Şimdi düşünüyorum da; keşke bizi yönetecek bir kadro yapılanmamız olsaydı. Bizde onların yol göstericiliğinde çalışmış olsaydık, kuşkusuz daha yararlı olurduk.

KAWA Hareketi, dünyanın en zor sorununu çözmeye girişti. Başaracağına inandı. Ama başaramadı. Başaramazdı. Çünkü KAWA Hareketi kadroları sanıyorlardı ki; bu iş istemekten ibaret. İstemek elbette bir işi başarmanın önkoşulu, ama sadece önkoşuldur bu. Fakat başarmak için başka meziyetlerin de olması gerekti. Bunun yanı sıra uluslararası koşulların buna uygun olması da gerekti. KAWA Hareketi kadrosunun bilince çıkaramadığı buydu. Tecrübesizdi, deneyimsizdi. İdeolojik, siyasi, politik, örgütsel, askeri, ekonomik olanaklar bakımından donanımlı değildi. Yanı sıra, önderlikte yer alanların kendini bu işe profesyonelce vermeyişleri kaybetmemize yol açan esas nedenlerden biri oldu. Bunu kişiler bazında oynadıkları rolleriyle birlikte kitabın içinde bulacaksınız.

Devrim profesyonel insanların eseridir. KAWA Hareketi önderliğinde yer alanların ezici çoğunluğu profesyonellikten çok uzaktı. Hep kaçak oynadılar. Örgütü ileriye taşımaktan öte geriye götürmenin çabası içinde oldular. Kendilerine devrimin çıplak askeri değil, seyircisi rolünü biçtiler. Bu durum alınan kararların yerine getirmesini engelediği gibi örgüt içinde daima iç sorunların doğmasına yol açtı. Örgüt profesyonel kadrosu bu mirasyedi unsurların bozucu rollerine karşı verdiği mücadele ile zaman tüketti. Düşmana karşı kullanılması gereken enerji bu alanda tükeltildi. KAWA Hareketi tarihi, bir yerde mücadelede samimi olanlarla olmayanların mücadele sahasına döndü. Bu mücadelede mirasyediler aşılamadı. Çok sonraları oynadıkları rol anlaşılsa da çok şey kaybedilmişti. Hareketi yeniden toparlamak artık çok geçti.

 

Bu nedenle KAWA Hareketi kaybetti. Kürd milleti de kaybetti. Mirasyediler kazandı mı; onlara sormak lazım. Kürd Milleti, önünde sonunda kazanacaktır. Eğer gelecekte çocuklarımız kazanacaksa; onlar, yaşanmış olanı mutlaka bilince çıkarmalıdır.

Bunları niye yazıyorum. KAWA Hareketi, soyunduğu misyonuna uygun ne bir teorik birikim ortaya koyabildi, ne de gözü kara bir pratik sergiliyebildi. Bunun nedeni önderlik yapan kadro yapısının durumunun buna müsait olmayışıydı. Tecrübesiz ve donanımsızdı. Kürdistan devrimine önderlik edecek kapasitede olmayışıydı. Bu nedenle kendisinden bekleneni yerine getiremedi. Tek bir cümle ile ifade edersem KAWA Hareketi sürekli önderlik bunalımı yaşadı. Başaramamanın esas nedenlerinden biri bu oldu.

Yaşanan süreçlerde kim ne rol oynadı objektif olarak vermeye çalışacağım. Kişileri anlatırken olumsuzluklarının yanı sıra, oynadıkları olumlu rollerini, kimi ile şu an yolum ayrılmakla birlikte, doğru olarak vermeyi ahlaki buluyorum.

Yazdıklarım, sürece bir nebzecik olsa da açıklık getirirse, bundan ancak bahtiyar olurum.

Hasan H. Yıldırım

Arayış

1970’li yılların başlarında, Türkiye'de askeri darbe yapıldı. Darbeyle birlikte, dönemin gençliği tutuklanmış, işkencelerden geçirilmiş, sindirilmeye tabii tutulmuş, akabinde de, 1970’lerin ortalarına doğru büyük çoğunluğu serbest bırakılmıştı.

Kürdlere ve Anadolu halklarının devrimci-demokratlarına karşı suç işleyen devletin askeri yapısı rolünü oynadıktan sonra, devreden kısmi olarak çekildi. Yakalanıp yargılananlar; bir “af” düzenlemesiyle, kaldıkları yerden devam etmek üzere, bir kez daha siyasal hareketliliğe dahil oldular. Dönem oldukça hareketliydi. Fırtınalı bir dönemin de başlangıcıydı o yıllar. Kürdistan’da 68 gençliği, yeni bir ses ve yeni bir duruştu. Bu duruş, askerin devlete el koymasıyla, kesintiye uğramıştı.

Dünya yeni bir arayışa girmiş, çalkalanıyordu: Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın ezilen milletleri; “efendileri”ne baş kaldırıyor, kendi milli devletlerini ve sosyal düzenlerini kurma savaşını veriyorlardı.

Kürd gençliği; bu gelişmeleri gıpta ile seyrediyor, dünyada olup bitenleri anlamaya çalışıyor, değişik sonuçlara varıyor, kıran kırana bir tartışmanın içinde buluyordu kendini. Eski ve yeni kuşaklarıyla hem kendi içinde, hem de birbirleriyle ideolojik olarak çatışıyordu.

Kürd-Kürdistan'ın mevcut statükosu, toplumsal konumu, yeni statünün belirlenmesi, ona ulaşmanın yol ve yöntemleri, ülke ve dünyada dost ve düşman tanımlanmaları… Bütün bu konularda; yeni tespitler, değerlendirmeler ve hararetli tartışmalar sürüp gidiyordu.

Dünya genelinde yükselen güçlü bir sosyalizm dalgası sürece damgasını vuruyordu. Bunun yanı sıra sosyalizmin ezilen ve sömürülen halkların tek kurtuluş umudu olduğu görüşü, Kürd kadroları arasında giderek güç kazanıyordu. Kürdistan'ın statüsü araştırılmadan 1970'lerin ortalarında Kürdistan'ın kuzeyinde mantar gibi “işçi sınıfı”nı fetişleştiren parti ve örgütler boy veriyordu. Ama ortada işçi sınıfı yoktu. Fakat olmayan işçi sınıfı adına politika yapılıyordu. Örgüt ve parti kadrolarının hemen hemen hepsi ya okulu bittirmiş, ya da okulu terk etmişlerden oluşuyordu.

Mevcut örgütlerin tamamı kendini “Marksist-Leninist,” kendi dışındakilerini “küçük-burjuva,” olarak tanımlıyordu. Kıstas neydi denilirse, herkesin kendini haklı çıkaracak gerekçeleri vardı. Esas olarak ta, hangi örgütün dünya sosyalist hareketin bölünmesinde kimin safına düştüğü rol oynuyordu. İşin tuhaf tarafı, saflarında olduğuna inandıkları güçlerin Kürdistan sorununa bakış açılarından habersizdiler. Daha sonra bu anlaşılsa da süreç keseden yenilmişti. Eyvah denilse de ellerinin altından kayıp giden zamanı kimse geri getiremezdi.

Bu, bir yerde doğaldı. Kürd siyasal kadroları geri ve yetersizdi. Ne ülkeyi, ne dünyayı tahlil edebilecek siyasal-ideolojik bir donanıma sahiptiler. Bu açmaz, belli merkezlerde üretilen reçeteleri almakla aşılmaya çalışıldı. Bunun başka bir çaresi de yoktu. Fakat buna rağmen mevcut örgütler, sonuçta yenilseler de o süreçte Kürdistan'ın kurtuluşu için inançlı bir mücadele geleneğini yarattılar.

Kuzeyli örgütlerin sosyalizme yönelmeleri, aslında o günün uluslararası koşullarının bir sonucuydu. Dünyada güçlü sosyalist bir rüzgar esiyordu. Ezilen millet ve halkların kutuluşu sosyalizmde aranıyordu. Bu düşünce hakim bir hal almıştı. 1970'lerde siyasal arenaya çıkan Kürdistani örgütler kendilerini doğal olarak, M-L, sosyalist, erternasyonalist vs. olarak tanımladı. Bu sadece Kürdistan'ın kuzeyiyle sınırlı değildi. Kürdistan'ın diğer parçalarındaki siyasi örgütler için de bu böyleydi. Bu nedenle, zaman zaman yapılan “Kürd milli hareketinin yenilgisinin nedeni sol anlayıştır,” suçlaması yerinde bir tespit değildir. Meseleye böyle bakmak sol'a haksızlıktır. Yapılan, yaşanan o süreçte dünyadaki alt-üst oluşların sonucuydu.

Yeni nesil Kürd gençliği; hem eski kuşağın sinmişliğini, hem de yeni koşulları aşma çabası içindeydi. Bunu yaparken, kendi içinde de tartışıp, ayrışıyordu. DDKD henüz ayrışmamıştı. İki grup olarak şekileniyordu. İki grubun tartışması sürüyordu. Daha sonradan kendini KAWA Hareketi olarak tanımlayacak olan grup, kendisini sosyalist olarak tanımlıyordu. Kürdlerin bir millet olduğu, her millet gibi milli devletlerini kurması gerektiğini, bunun da ancak silahlı mücadele ile sağlanacağını savunuyordu. Bu fikri savunulanlar, Kürd-Kürdistan gerçekliğinin ifadelendirilmesiydi. Realite bu olmasına rağmen, kimi geleneksel Kürd çevrelerinin bu, “mümkün değildir,” duvarına çarpıyordu. Bu çevreler, kendilerinden daha eski ve farklıydı. Herkesin, kendi kurulu köyleri vardı. Bu yeni arayış ve oluşum, eski çevrelerin hışmından da, payını alıyordu.

Grup üyeleri kendi aralarında tartışarak, sürece müdahale etmek için yeni bir yapılanmaya gittiler: İlkelerini belirlediler, hedefte netleştiler. Buna ulaşmanın yol ve yöntemlerini bilince çıkararak, KAWA Hareketini kurdular. KAWA`nın kuruluşu; bir umuttu, heyecandı, sıcacık bir duyguydu. Kuzey rüzgarı tadında bir esintiydi, yaşanan andı, gelecekti. Kendi özelinde; tüm bunların toplamının sadece bir durağıydı.

Kürd'ün tarihi, ne KAWA Hareketi ile başlamıştı, ne de onunla son bulurdu. Fakat bu genç, diri, dinamik Kürd millet potansiyelinin ortaya çıkardığı bir sevdaydı, bir aşktı. O; Kürd milli tarihinin, sancılı yürüyüşünün, kendi özgün koşullarında doğan bir sonuçtu. Bir güneş gibi doğdu ve soğuyan Kürd’ün yüreğini ısıttı. Kürd milleti; KAWA Hareketini, KAWA Hareketi de Kürd milletini sevdi. Kısa süren serüveninde, kurtuluş hayali tadında bir birliktelik yaşandı. Kürd milleti; KAWA'yı, kendisinin kopmaz bir parçası olarak gördü, güvendi, onunla kurtuluş umdunu tazeledi, destekledi, yanında oldu. Nasıl olmasın ki; kendisini, KAWA’nın şahsında bir kez daha tanımlama fırsatını yakalamıştı. Millet olduğunu bir kez daha bilince çıkardı. Her millet gibi, millet olmasından doğan haklarının olduğunu deklare etti. Hakları bölge ve dünya tiranları tarafından elinden alınmış ta olsa, buna ulaşmanın kaçınılmazlığını dayattı. Güçlü, zorba ve barbar düşmanın olmazlarını yerlebir etti.

Kürd milletinin hedefini; Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan olarak tanımlandı. Kuşkusuz bu onur sadece; KAWA Hareketinin değildi. Ondan çok önceleri bunu dile getirenler, uğrunda mücadele edenler, bu uğurda korkusuzca dar ağaçlarına yürüyenlere aitti. KAWA onların bıraktığı bayrağı devraldı. Bu nedenle KAWA Hareketinin kökü, Kürd millet tarihinin derinliklerindeydi.

Lozan'da, Kürdistan'a dayatılan statü; bölge sömürgeci devletlerin yanı sıra, dünya güç odaklarının çıkarlarına yanıt veriyordu. Kürdistan milli kurtuluş hareketi; tüm bu güçleri, topyekün olarak karşılarında buluyordu. Yükselen Kürdistan milli kurtuluş hareketinin ateşini söndürmek, bu mümkün değilse, Kürd/Kürdistan sorununu sömürgeci ülkelerin iç sorunu olarak empoze etmek, Kürdistan sorununu; “Kürt sorunu” derekesine indirmek, Ankara, Bağdat, Şam ve Tahran'ı çözüm merkezleri olduğunu beyinlere kazımaktı. Bağımsız ve Birleşik Kürdistan'ı devreden çıkarıp, sorunu parçacı düzeye indirmek ve buradan Kürdistan devrimini boğmaktı.

KAWA Hareketi, Kürdistan devrimini tasfiye etmek isteyen bu anlayışa ve yönelime karşı mücadele etmeyi önüne koydu. Yapmak istediği, sadece bunlar değildi. Umutsuzluğu, sindirilmişliği, kendinden kaçmayı politika edinmiş eski kuşağın yaydığı korku çemberini kırmaya çalıştı. Bu anlayışla, 1938'den beri susan silahları yeniden ateşledi, düşmana sıktı. Kürdistan'da, yeni bir ruh yarattı.

Kürd milletinin, düşmanına sıktığı ilk kurşun hikayesi, tarihin derinliklerindedir. Ama 1938 sonrasında Kürd millet suskunluğunu bozan KAWA Hareketi oldu. Bu bağlamda, 1938 sonrası Türk egemenlik sistemine ilk kurşunu sıkma onuru, KAWA Hareketine aittir. Adıyaman, Dersim, Diyarbakır, Kars, Malatya, Bingöl, Mardin ve Van'da Türk işgal kurum ve sorumlularına ve yerli hainlere ilk kurşunu sıkan KAWA Hareketidir.

KAWA Hareketi, düşmana karşı çok yönlü bir mücadeleyi öngördü. Demokratik yol ve yöntemlerden vazgeçmeksizin, düşmanı ancak silah zoruyla Kürdistan'dan söküp atacağını bilince çıkardı. Kürd'e, silah zoruyla boyun eğdirilmişti. Kürd milleti de, elinden alınmış milli egemenliğini, ancak silah zoruyla geri alabilirdi.

Kürdistan kılıç kalkanla ele geçirilmişti. Tank ve topla denetim sür-

dürülüyordu. Kurtuluşu da ancak silah gücüyle olacaktı. Silahlı müc-

adele derken sadece cephelerde karşılıklı siperlerde mevzilenmiş

silahlı güçlerin karşılıklı atışmasından ibaret değildi. Karşı gücün

hayatının her alanında kaos yaratmak, tedirgin etmek, panik yara-

tarak yaşamı çekilmez hale getirmek ve sonuçta psikolojik üstün

lüğü ele geçirmekti.

Bu iş, sadece silahlı güçlere yönelmekle olmazdı. Düşman bilinen Türk egemenlik sistemine ait her şeye saldırmakla olurdu ancak. Öyle bir savaş verilmeliydi ki; Türk egemenlik sistem sahiplerinde, evlerinden çıktıklarında akşam geri dönemeyeceklerine inandıkları bir psikoloji yaratılmalıydı. Savaş ancak buralarda kazanılırdı. Bunu oluşturmanın tüm koşulları vardı. Kürdlerin olmadığı hiçbir yer yoktu. Onlara ulaşmak ta o kadar zor değildi. Mesele onlardaki Kürd-Kürdistan yurtseverlik damarını yakalamak ve görevini hatırlatmaktı. Onları Kürd-Kürdistan mücadelesine kazanmaktı.

KAWA Hareketi, önüne Kürdistan devrimini koydu. Parçalanmış, bölüşülmüş, sömürgeleştirilmiş Kürdistan'ı; Bağımsız, Birleşik, Demokratik Kürdistan'a dönüştürme görevine soyundu. Devrimin objektif koşulları, fazlasıyla vardı. Kürdistan, devrime gebeydi. Usta bir ebenin, hünerli ellerine ihtiyaç vardı. Bu da, devrim partisiydi. KAWA Hareketi, bu nedenle devrim partisini oluşturma görevini önüne koydu. Bu vesileyle, Kürdistan milli mücadelesini yönetmeyi öngürüyordu.

DDKD'nin bölünmesi sonrası, bu ihtiyaç tüm sıcaklığıyla gündeme gelmişti. SSCB'ne; “sosyal-emperyalist” diyen grup ve bireylerin birlik olma ve buradan bu ihtiyaca cevap verme çalışmaları hızlandı. İstanbul ve Ankara grupları, ayrı ayrı toplanarak kendi sorumlularını belirlediler.

İstanbul grubunun temsilcileri; Ahmet Zeki Okçuoğlu, Mahmut Fırat, Davut Kurun ve Ankara grup temsilcileri; Nurettin Elhüseyni, Reşit Delek, Yalçın Çakıcı'dan oluşturuldu. Temsilciler bir araya gelerek, grupları birleştirdiler. Grupsal yapılar, tek bir irade altında yönetilmeye başlanıldı. Yıl 1976 sonbahar aylarıydı. Bunlardan oluşan temsilci grup, yapıyı kongreye taşıma kararı aldılar.

Brodreji aşiretinin yoğunlukla olarak yaşadığı, Siverek'ten 3-5 km mesafedeki Şeraptul köyünde 1977 ilkbahar aylarında geniş katılımlı bir kongre yapıldı.

Kongre'ye; Ahmet Zeki Okçuoğlu, Mahmut Fırat, Davut Kurun, Adil Turan, Mehmet Polat, Ferit Uzun, Mustafa Aksakal, Ali Şahindal, Nurettin Elhüseyni, Mehmet Müfit, Reşit Delek, Nezir Demir, İbrahim Küreken, Mizbah Melik, İzzet Tırpan, Mustafa Kuzu, Niyazi Tosun, Düzgün Caynak, Sabri Kunt, Ata Şen, Mustafa Köroglu, Suat Uraz, Remzi Özgezer, Hasan Asgar Gürgöz, Alişer Gürgöz, Yalçın Çakıcı, Mustafa Dere ve Hasan Hüseyin Yıldırım katılmıştı.

 

Başka katılanlarda vardı. Fakat onların kimler olduğunu hatırlamıyorum.

Kongrede; Ferit Uzun, Ali Şahindal, Mustafa Aksakal, Alişer Gürgöz ve Mehmet Polat Merkez Komite üyeliğine seçildiler.

Kürd milleti, yüzyılların sömürgeci tahakümü altında, çektiği acı ve ıstıraplardan dolayı, düşmana karşı kinliydi. Düşmandan nefret ediyordu. Ülkesinden kovmak için, her şeyini vermeye hazırdı. Derinden uğuldayan diri bir milli potansiyel vardı. Kendisini özgürlüğe taşıyacak, önderliğini arıyordu. Siverek kongresiyle, bir önderlik seçilmişti ama, daha birikimli ve tecrübeli olan Ahmet Zeki Okçuoğlu, Davut Kurun, Mahmut Fırat, Nurettin Elhüseyni gibi kadrolar, yeni seçilen merkezi yapıda yerini alamamıştı. Merkeze seçilenler, genç ve tecrübesiz kadrolardı. Tecrübe ve birikim sahibi olmadıkları gibi, KAWA Hareketi kadro potansiyelini bir potada eritecek esneklik ve kabiliyete de haiz değildiler.

Her ne kadar birlik sağlanmış, tek bir irade var görünüyorduysa da, aslında realite farklıydı. İstanbul ve Ankara grupları arasında güvensizlik vardı. Her an bir ayrışmayı bünyesinde barındırıyordu. Siverek kongresinde, bu durum açıkça ortaya çıkmıştı.

***

Ahmet Zeki Okçuoğlu, Dr. Şıvan geleneğinden geliyordu. 12 Mart 1971 askeri darbesi sonrası yakalanır. Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde yargılanır. Aldığı cezanın fazlası yatırıldıktan sonra serbest bırakılır. Çıkar çıkmaz, cezaevinde birlikte hareket ettiği Mahmut Fırat ve Zeruh Vakıfahmetoğu ile birlikte Yöntem yayınevini satın alırlar. Parayı Okçuoğlu bulur. Resmiyete sahipliği de, Zeruh Vakıfahmetoğlu’nun eşinin üzerine yapılır. DDKD'lerin kurulmasında önayak olurlar. Bölünmeden sonra Zeruh ile yolları ayrılır. Resmiyete yayınevi sahibi Zeruh Vakıfahmetoğlu’nun eşi göründüğü için, Yöntem yayınevi de onda kalır.

Bu kez Kava yayınevi kurulur. Parayı yine Okçuoğlu temin eder. Yayınevinin ismini ve amblemini de kendisi bulur. Daha sonra DDKD muhalefeti örgütlülüğe dönüşünce, KAWA Hareketi ismini alır.

Okçuoğlu, KAWA Hareketinin ilkelerinin tespitinde, birinci derecede etkili olan kişi olur. Birbuçuk yıl gibi kısa bir süre, KAWA Hareketi ile bir serüveni olur. Ondan sonra mümkün olduğunca KAWA Hareketi çevresinden uzak durmaya çalışır. Buna rağmen, Kawacı kimliğinden kendini kurtaramaz ve KAWA Hareketi anıldığında, akla gelen ilk isim Okçuoğlu olur.

Aydın bir insan, sürekli okuyan, inceleyen, kendi döneminin koşullarında, yeteri kadar teorik bir donanıma ve Dr. Şıvan geleneğinden geldiği için, pratik tecrübe birikimine ve karizmatik bir yapıya sahipti. Yazabilen ve güçlü hitabet yeteneği olan biriydi. Alçak gönülü, sempatik, paylaşımcı ve akadaşları tarafından sevilip sayılan bir mizaca sahipti. Bu meziyetleriyle, bir örgüte önderlik edebilecek bilgi ve tecrübeye sahipti. Fakat o, örgütlü bir mücadeleden yana değildi. Silahlı mücadeleye karşıydı. Bir şeylerden çekinmekteydi. Aslında medeni cesareti olan biriydi. Fakat bir şeylerden çekindiği de ortadaydı. Örgütlü mücadeleye gelememenin nedenini açıklamıyordu. Hiç kimse de, bu konuda bir fikir sahibi değildi. Amacı Kürdistan sorununu tartışacak aylık teorik bir dergi çıkarmaktı. Bunu yıllar sonra çıkaracağı; “Serbesti” ile gerçekleştirecekti.

KAWA Hareketinden ayrıldıktan sonra bir Kürd aydını olarak yaşamını sürdüren Okçuoğlu; Abdullah Öcalan'ın çıktığı Ankara'ya beklenen geri dönüşünü yapınca, avukatlığını yaptı. Abdullah Öcalan'ın konumu açığa çıkınca da, avukatlığından vazgeçti. Üzerindeki baskılar artınca, birçok Kürd gibi Almanya'ya gelerek siyasi iltica talebinde bulundu. Bir Kürd yurtseveri olarak yaşamını Avrupa’da sürdürüyor.

Okçuoğlu, KAWA Hareketinde ayrılıktan sonra uzun bir süre göremedim. Ancak 1996 yılında yollarımız bir kez daha kesişti. Günlük bir gazete çıkarmak için, Almanya'ya gelmişti. Bir toplantı düzenlemiş ve ben de, o gün “Kürdistan Sosyalistler Birlik Toplantısı”na katılmak için, aynı şehre uğramıştım. Okçuoğlu'nun toplantı düzenlediğini öğrenince, oraya kısa bir süreliğine de olsa uğradım ve ayaküstü kısa bir sohbetimiz oldu.

Okçuoğlu’nu alçak gönüllüğünden pek bir şey kaybetmemiş, ama epeyce yaşlanmış olarak gördüm. Dev yapılı, düzgün yüzlü insan gitmiş, omuzları çökmüş ve yüzünde derin izleri belirginleşen bir Okçuoğlu ile karşılaşmıştım. Aramızda şöyle bir diyalog gelişti.

“Ağabey, oldukça yaşlanmışsınız,” dediğimde, Okçuoğlu; ‘'senin de, benden aşağı kalır yanın yok ve sen de benim gibi yaşlanmışsın,” demişti. Daha sonra Köln'de 250 Kürd aydın ve politikacısının katıldığı bir toplantıda gördüm ve üçüncü görüşmemiz 2004 yılında Hamburg'ta oldu. Okçuoğlu, Kürd Zentrum'unu kurmak için, önayak olmuştu. Avrupa ülkelerinden birçok Kürd aydını ve politikacısı katılmıştı. Ahmet Zeki, divanda yer almış, bazı kararlar aldırmak istiyor, fakat örgütlerin sert duvarını aşamıyordu. Bu da, onu sıkıntıya sokuyordu. Bir ara paydosunda, Ahmed Zeki; “niye böyle oluyor, Dergo?” diyerek sorusunu bana yöneltti.

Ben de; “Abim, sorunun cevabını sen de biliyorsun. Karşında koca koca örgütler var. Sen ise bireysin. Doğaldır ki, kararlar onların istemi doğrultusunda alınır. Zamanında üzerine düşeni yapsaydın, bu gün durum daha farklı olurdu,” dedim. O da; “peki, sen niye yapmadın?” dedi.

Ben de; “Benim o dönemdeki seviyemi herkesten çok, sen biliyordun. Yapabileceklerim belliydi. Yapmaya da çalıştım. İşin peşini bırakmadım. Bu kadarını başarabildim. Daha ötesi yoktu. Ama sen daha ötesini yapabilirdin,” dediğimde, Ahmet Zeki; “Yanılıyorsun. Aramızda kaç yaş farkı var? Bilemedin 3-4 yıl. Aramızda bu kadar tecrübe farkı olabilir. Anlayacağın, ben de yapamıyordum. Bizim okuduğumuz bir siyaset okulumuz yoktu. Geçmişten devralınan bir tecrübe de yoktu. Sana bir örnek vereyim. Barzanilere bak. Yaşları 14-15 oldu mu, Irak-PDK Merkez Komite toplantılarına katılırlar. Konuşmasalar da, orası onlar için bir okul olur. Ya bizimkisi..!” demişti. Ben de; “haklısın!” demiştim. Ve toplantı yeniden başlayınca da, sohbet yarıda kalmıştı.

Ahmet Zeki’den çok beklentim vardı. Onu önder olarak bilmiş ve KAWA Hareketinden ayrılmasıyla, kendimi boşlukta hissetmiştim. Ona karşı sempatim ve saygım hiç eksilmedi, ama kızgınlığımı ise yüreğinin bir köşesinde hep saklı tuttum. Her ne kadar Ahmet Zeki’ye “haklısın” desem de aslında isteseydi çok şey yapabilirdi. Ama O, maalesef istemedi.

***

KAWA Hareketi’nü kuran ilk kadrolardan biri de, Mahmut Fırat’tı. 1970'lerin başında, İstanbul'da Üniversite öğrencisiydi. Son dönem DDKO ikinci Başkanlığını yapmıştı. 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra, tutuklandı. Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde yargılandı ve ceza aldı. Bir müddet yattıktan sonra 1974 “af”ı'yla serbest bırakıldı. İçerde olduğu gibi çıktıktan sonra da Ahmet Zeki Okçuoğlu ile birlikte hareket etti. Bir nevi onun gölgesi gibiydi. Onunla kendini ifade ediyordu. Aslında iyi bir ikiliydi. Birlikteliklerini sürdürebilselerdi, yararlı olacakları muhtemeldi.

Okçuoğlu, KAWA Hareketi'nden ayrılınca o da, mücadeleyi bıraktı. Bırakırken hemşerim oluş nedeniyle bana; “Okçuğlu ayrıldı. Ben, ona güveniyordum. O olmayınca tek başıma bu genç insanlarla bu örgütü götüremem. Ben de bırakıyorum. Sen de bırak demiyorum, ama çok dikkatli olman gerekiyor,” demişti.