Read the book: «Malta Konferansları»
1. KONFERANS
23 Teşrinievvel 1919
ESKİ TÜRK DİNÎ TEŞKİLATI / TÜRKLERİN İSLAM OLUŞU ABBASİ ORDUSUNDA TÜRKLER
1. Eski Türk Dininde Dörtlü Tasnif
Türklerin kavim devrinde, iki türlü teşkilat görüyoruz. Birisi, cemiyetin dörde taksimi, diğeri sekize taksimi. Dörde taksim, daha eski. Türklerin daha demokratik bulunduğu zamanda teşkil olunduğu anlaşılıyor. (Bu) “ak kemik”, “kara kemik” ayrılmadan, hepsi bir sınıftan addedildiği zamandır.
Bu tasnif, “cihat-ı erba’a” esasına müstenittir. Her cihetin ayrı bir rengi olduğu gibi, bir hayvanı var, bir unsuru, bir mevsimi var. Şimalin rengi kara, garbın ak, cenubun kızıl, şarkın gök. Sonra, mevsimler de (dört cihete göredir:) Şimalin kış, garbın güz, cenubun yaz, şarkın bahar. (Her cihetin bir hayvanı vardır:) Şimalin domuz yahut fare, garbın kaplan yahut köpek, cenubun kuş, şarkın koyun. (Her cihetin) unsurları da: Şimalin su, garbın demir, cenubun ateş, şarkın ağaçtır.
Böyle(ce) âdeta mevcudat, dört sınıfa taksim edilmiştir.. Esası, “cihat-ı erba’a”dır. Bu da, cemiyetin, dört ulusa ayrılmasından ileri geliyor. Uluslardan renklere, renkler(den) cihetlere, cihetlerden mevsimlere, mevsimlerden eşyaya geçiliyor. Yani, bu eşya arasında bir münasebet-i kutsiye mevcut farz ediliyor.
Mesela, “kara kış” tabiri, oradan geliyor. Hatta denizlerin rengi (de) böyle: Şimalde Kara (deniz), garpta Akdeniz, cenuptakine Kızıldeniz diyoruz. Bu isimler, tamamen Türk manatıkına verilmiş isimlerdir. Nasıl ki Seyhan, Ceyhan ve Kızılırmak ve Yeşilırmak’ı(n adlarını) Türkistan’dan getirdiğimiz gibi.
(Türklerin bu dörtlü tasnifini) iptida Çin’e, (milattan önce 247 yılında, Türk soyundan) Tsinler ithal ediyor. (Edvard Chavannes, Tsinlerin Türk olduğunu iddia ediyor. Çin ismi, Tsin unvanından husule gelmiştir. O hâlde, Türk dinine, Tsinlerin diniyle başlamakta haklıyız.)
(Tsinlerin dinine göre) Sema’nın, Gök Han, Kızıl Han Ak Han Kara Han namlarında dört oğlu varmış. Ve Sema’nın dört oğullarına, ilkbaharda kuzu, yazın kuş, sonbaharda köpek, kışın domuz eti kurban ediliyor. Her mevsimde, o mevsimin ilahına, (o mevsimin hayvanı) kurban kesiliyor.
Bu da gösteriyor ki bir zaman(lar) Türk budunları, yani her zümre-i siyasiye, dört ulustan mürekkep imiş ve her birinin bir ilahı (totemi) var(mış ki her biri, bir hayvan ismiyle anılır.) (Türkler, harbe giderken) konaklarında, cihat-ı erbaaya göre, ordugâh kuruyorlar. Milattan 199 sene evvel, Hiyung-Nu Türk devletinin hükümdarı Mete, Çin imparatorunun (Kao-ti’nin) karargâhını, dört yüz bin süvari askerle muhasara etti. Mete, bu askeri dört livaya taksim etmişti. Her biri, dört cihetten birine ikame edilmiş olan bu dört süvari livası, Türk mantığına tevfikan teşkil edilmişti:
(Şark cihetindeki süvarilerin atları, gök, baklakırı,) (Cenup cihetindeki süvarilerin atları, kula [doru] açık sarı,) (Garp cihetindeki süvarilerin atları, kır beyaz,) (Şimal cihetindeki süvarilerin atları, yağız siyah renklerinde olmak üzere, intihap edilmişlerdi.)
Ve bir de bunların dördünün de müşterek bir ilahı var. (Bu da “yak” denilen Tibet öküzüdür. Bundan dolayıdır ki senenin ortasında dört mabudun babasına öküz kurban edilirdi.) Her birinin de ayrı bir mukaddes unsuru var ki bu teşkilat, akvam-ı ibtidaiyye(dekine) benziyor. Amerika’(da) Zoniler var. Onlarda, altı cihet esastır. Renkleri var. Cemiyet, altı klana münkasımdır.
İşte bu devirde, demek ki dört türlü kutsiyet var. Her birinin nevi başka. Yekdiğerine faikiyeti yoktur.
Gariptir ki bugün, (dilimizdeki) renk isimlerinde, dört rengin ayrıca mukabilleri var: Gök renginin mavi, kızılın kırmızı, karanın siyah, akın beyazdır. Diğer renklerde, bu ikilik yoktur. Bu renkler, maddi olmaktan ziyade, manevi [manaları] ifade ediyor. Sonra, kırmızı denince maddidir. Kızılda ise bir kuvvet ve maneviyat vardır: Kızıl gâvur gibi: (“Kızıl elma” tabiri ile “kırmızı elma” tabiri de aynı manada değildir. “Gök Tanrı” yerine mavi Tanrı denilemez. Gök Türk Moğol dediğimiz zaman bu, mavi (Türk) demek değildir.
Görülüyor ki bu kelimeler, dört türlü kutsiyetin izini taşıyor. Ve bunu biz, müphem olarak hissediyoruz. Esrarengiz olunca bu kelimeleri kullanıyoruz. Bu(nu) bilahare tasavvufta görüyoruz: Aktab-ı erbaa. Her bir cihetin bir hanı olması, onu andırıyor.
Yakutlarda, (küçük şamanlar çoktur. Fakat her biri dört cihetten birine hâkim olmak üzere, yalnız) dört büyük şaman olabilir. (Her biri) cihat-ı erbaada bulunabilir. Diğerleri, bunlara tabidir.
Sonra, eski lejandlar, dörtlüdür: Türk Han’ın, dört oğlu var. (:Çiğil, Barsgan, Tung, Ilak) Bogu Tigin’in dört kardeşi var (:Or Tigin, Kotur Tigin, Yukak Tigin, Songur Tigin) Mogol Han’ın (da) dört oğlu var (:Kara Han, Or Han, Kür Han, Küz Han). Ve orada Kara Han, şimalin hanıdır. Biraz tetkik edince işte meydana çıkıyor.
Bu cihetlerin hayvanları da tarihî devletleri gösteriyor. Mesela, şarkta koyun, Türklerin eski Hiyung-Nuları ki aslı Koyunlardır. Şimalde Tunguzlar ki Domuz(lar) demektir, garpta Sakalar, Farsça (Sağ, Seg=) Köpek, sonra İt Barak namını alır ki bir nevi köpek(tir). Cenupta Kuşânlar var ki bunlar(ın) kuşân (= kuşlar) olması muhtemel(dir). İhtimal ki (bütün) bunlar, tesadüften ibaret olabilir.
Muhakkak olan, en eski tasnif-i içtimai, bu dört ulus esasına müstenittir. Türklerin “anasır-ı erbaa”sı, (ki ağaç, su demir ve ateştir). Yunanilerinkine benzemiyor. Mesela ağaç, (su), sonra toprak yerine, demiri alıyor. Demirin, suyun, ateşin ve ağacın mukaddes olması, buradan geliyor. Bunların kutsiyetleri, başka başka mahiyettedir.
(Fezanın şark, cenup, garp ve şimal gibi dört cihetinden başka) bazen beş adedi geçiyor ki merkezdir. Şecerelerde merkez, baba oluyor; ötekiler, oğulları oluyor. O zaman da anlaşılıyor ki Türklerde “cemiyetperestlik” vardır. (Her biri, dört ulustan birinin ilahı olan) semanın dört oğlu var (:Gök Han, Kızıl Han, Ak Han, Kara Han). Bir adam, hem kendi ulusunun mabuduna hem de (baba olan Sema/ Gök Tanrı’dan ibaret) umumi mabuduna tapıyor.
2. Eski Türklerde Sekizli ve Yirmi Dörtlü Teşkilat
İkinci devirde sekiz(li) esası çıkıyor. (Fezadaki) dört cihetin arasından çekilen hatlarla, sekiz cihet oluyor. Buna, merkez (de) ilave edilince dokuz oluyor.
Bu (tasnif) de eskidir. Ya dokuz olur veya ikisi ana baba, altısı evlat (ile sekiz) oluyor. Oğuz Han’ın (Gün, Ay, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz Hanlar adlı) altı evladı olması gibi, bir de Dokuz Oğuzlar var.
Bütün Şark Türklerinde, dokuz adedi mukaddes(tir). Kaşgar (Kara-hanlılar) hanlarında, hakanın dokuz tuğu dokuz sancağı var. O zaman da sancak, al renkte imiş. Hâlbuki (Osmanlılar)da hakanın altı tuğu vardır. Sadrazam, beş rütbeye kadar verir; altıncı(sı) padişaha mahsustur.
Garbi Oğuzlara, Altı Oğuz, Üç Ok namı veriliyor. Ve taksime de bakılsa altıdır. Oğuz Eli, altı büyük buduna ayrılıyor. Badehu her biri dörde ayrılmakla, yirmi dört (Oğuz boyları) çıkıyor.
Yakutlar, Deli Petro zamanında, “Mukaddes Kaz”ı göstermek için, Petersburg’a celbe(dil)miş; yirmi dört şaman gitmiş. Bundan, orada da yirmi dört teşkilatı (mevcut) olduğunu anlıyoruz. Selçukilerde, Mısır Kölemenlerinde (de) bu yirmi dört (teşkilatı) var idi. Vezirlerin yirmi dört iç ağası vardı.
Fakat bu sekizli tasnif, aristokratik devirdedir. (Bu çağda) ak kemikler, kara kemikler ayrılmıştır. Bundan dolayı, Dokuz Oğuzlar (Uygurların) yanında, bir de Sekiz Oğuzlar var. (Bunların adı, sonradan Moğolcaya tercüme edilerek Nayman=Sekiz denilmiştir.)
3. Yakut Türkleri Dininde Şaman ve Hami Ruhlar
Yakutlarda, (yukarıdaki) semanın dokuz, yer altındaki semanın sekiz tabaka olduğunu görüyoruz. İşte, ak kemikten olan dokuz soyun ecdadı, sema tabakasında, kara kemikten olanlar(ınki) yer altındaki sekiz tabakada bulunuyor.
Oğuzlarda buna, Boz Ok (ve Üç Ok) deniyor. (Bu “oklar”ı teşkil edenlerin adlarına bakılırsa) üçü semada (Gün, Ay, Yıldız Hanlar), üçü yer altında (Gök, Dağ, Deniz hanlar) bulunuyor. Boz Oklar hâkim, Üç oklar tabidir. (Eskiden Sekiz Oğuz diye tanılan) Nayman Türkleri var ki Cengiz (Han) çıktığı vakit, hâkim idiler. Nayman, Moğolca sekiz demektir.
İşte bu devirde de “cemiyetperestlik” var. Yine, büyük soyların timsallerine tapılıyor. Aristokratlar, semayı, kendilerine inhisar ettiriyorlar. Kara kemikleri de yer altındaki sema temsil ediyor. Umumunun, bir ceddi var: Hep, (dünyayı yaratan) Kara Han’dan vücuda geliyor. Gök Tanrı, hepsine hâkim oluyor. Ve tabii, o ilk dörtlü tasnif, bu ikinci devirde, halk arasında kalıyor.
(Yakutlarda ve Altaylı Türklerdeki) asıl şamanlar da kara kemiklere mensuptur. Ve sihir tasnifi, bu dört esasa istinat ediyor. Dinî tasnif, Şark Türklerine göre sekiz, dokuz; Garp Türklerinde, altı esasına istinat ediyor.
Yunan mitolojisinde, bunun mukabili var: Natürist ilahlar. Natürist bütün dinde mevcuttur. Jüpiter, (Türklerdeki) Gök Han’a kıyas olunur.
Kadınlar da bu eski dört(lü) teşkilata merbut. O zaman cemiyet, daha ziyade “maderi” bir şekilde imiş. Yakutlarda, şamanların birer piri var: “İye Kila”. Bir de ruh hamiyeleri var: “İye Yezid”. Pirleri, perileri kadın cinsinden. “Şaman” (kam) dedikleri kuvvet, kadında bulunduğundan (ayinler sırasında) şaman, kadın kıyafetine giriyor. Eski din, sihir mahiyetini alıyor. Halk, bir dine tabi. Asıl resmî din, (aristokrat sınıf) ak kemiklerin oluyor. Böylece, iki din, biri “resmî”, diğeri “sihir” derecesinde.
Bundan dolayı kadınlıkla erkek(lik), bir türlü ruhaniyet temsil ediyorlar. Her evde, (duvara asılı tasvirden) iki resim bulunuyor: Birisi, kısrak-memeli, erkeklerin hamiyesi; diğeri, inek-memeli, ev sahibesinin hamiyesi addolunuyor. (Bu tasvirlerden) erkek sağda, kadın solda bulunurmuş.
4. Eski Türkler ile Arapların Başka Kavimlere Verdiği Sıfatlar
Sonra Türkler, başka kavimleri de (iki nokta-i nazardan) kendilerinden ayırıyorlar: Türk harsına malik olmayana “tat”, Türkçe konuşmayana “sümlim” diyorlar. Arapların, “muhill” (ve) “Acem” tabir(ler)i gibi.
(İslamiyetten önce) bütün (Araplarda), mahallî dinler var(dı). Her birisi, bir mahallin mabududur. Bir de “Rabbü-Kâbe” (ve) “Allah” (dedikleri) mabud-i müşterek(ler)i vardı. Sonra o (ulu) mabut, birtakım şeyleri “tahrim” etmiş. Mesela, (şu) dört ayda, mukateleyi, intikamı, kan davasını haram etmişti: Recep, zilkade, zilhicce, muharrem ayları. Bu aylarda herkes, müntakimden (korkusuz ve) serbest, her yere gidebilir(di). Mekke civarında, Ukâz Panayırı kurulurdu. Herkes eşyasını getiriyor. Şair hatipler orada (şiirlerini, kasidelerini) okuyordu. Yunanlıların olimpiyatları gibi, bu “eşhürü hurum” sayesinde oluyordu.
Sonra, hac zamanı geliyordu. Beytü’l-Haram’da (ve) Mekke Vadisi’nde, mukatele haram olmuştu. Zamandan dört ayda, mekândan (da) Mekke Vadisi’nde kan dökmek, (bütün Araplar) için, “haram” idi.
Fakat birtakım Arap olmayan (ve) Arap harsına girmemiş aşiretler (ki bunlara “müstarab” veya “müstaribe” denirdi), “İhram Dini”ni kabul etmemişler(di). Bunlara “muhill” (ve) kabul edenlere “mahrem” deniyordu. Muhiller, eşhürü hurumdan (ve) Beytü’l-Haram’dan istifade edemezler, yani öldürülebilirdi.
Mahremlerin ruhani zümresi vardı ki ahmes denir, Mekke civarında bulunur(du). Kureyş (kabilesi) de buna dâhildir. Arapların bu yolda, kavmî bir dinleri vardı; kanunları vardı. Mesela, “İhram Kanunu” gibi. (Buna göre)Arafat’a çıkarken, tıraş olmamak, mevta libası giymek gibi ki (hac sırasında kullanılan)“ihram”, oradan kalmıştır, Türklerde olduğu gibi, orada “el” yani “sulh-i daimî” teessüs etmiştir. On iki ay “tahrim” edilememiş. Bunun için (de) Araplar(ca), “devlet” teşkil edilememiş(tir). İslamiyet çıkınca, devlet teşekkül etti (ve) kan davası kalktı. (Eskiden) dört ay iken on iki ay, “eşhürü hurum” oldu. Evvelce, (yalnız) Beytü’l-Haram’da iken İslamiyetten sonra, bütün Dârü’l-İslam’da, kan dökmek, “haram” oldu.
İşte bu yeniliğin vazifesi, Beytü’l-Haram’ın “hürmet”ine riayet etmeyeni, tecziye etmek. Bir cürüm olursa …1 davet ediyor ve mütecavizleri, (yeni yeni) fetihleriyle meşgul edip, ganimetlerle doyurarak men ediyor. Peygamberin amcaları da … dâhil imiş. Böyle bir taarruz sırasında, Hazret-i Peygamber, amcasına taş taşımış.
Sonra, Emeviler zamanında, Hazret-i Hüseyin için, Mekke valisine haber gönderip … ile, Emevileri tehdit etti ve Emeviler korktular.
5. Türklerin Tat, Tatar, Tawgaç Adları
Türklerin töresine tabi olmayanlara “tat”, lisanları başka olanlara “sümlim” diyorlardı. Tatar kelimesi (de) “tat eri”nden geliyor. Mesela, “ağaç eri” (gibi). Uygurlar, Müslüman Türklere, “çomak eri” diyorlardı. (Oğuzlar) müezzine “sakalı uzun tat eri” diyordu. (Kitab-ı Dede Korkut) Türklerden bir kavim var ki onlarda “tat” namı kalmış. Tatar (adı), buradan geliyor.
(Türkler kendilerinden) Çinlileri ayırmıyor ki bu da medeniyette Çinlileri pişva görmesindendir. O vakit, Çin’den mütehassıs getirirlerdi. (Türkler,) Çin’e “tawgaç” diyorlar (ki) “parlak’’ manasınadır. Onun için, Türk’ün gayrısına “tat” yahut “tawgaç” demekte (idiler). Türk’ün gayrısına “tat” yahut “tawgaç” demekte (idiler). “Tat”, “cahilîler” demektir. (Kaşgarlı Mahmut diyor ki) şimdiki (Orta Çin) kıtasına, Hıtay diyorlar.
The free excerpt has ended.