Sefiller I. Cilt

Text
Read preview
Mark as finished
How to read the book after purchase
  • Read only on LitRes Read
Font:Smaller АаLarger Aa

V
Bombarda’da

Yorgun hâlde dağlardan indikten sonra, karınları acıktığından akşam yemeğini düşünmeye başladılar; sonunda biraz bitkin durumda olan sekiz kişilik ışıltılı grup, Champs-Élysées’de oldukça ünlü olan, Delorme Meydanı’ndan tabelası görülen Bombarda Meyhanesi’ne girdiler.

Sonunda içeride cumbalı oturma alanlarıyla, büyük ama salaş bir salondan içeriye girdiler (pazar günü olması nedeniyle kalabalığa katlanmak zorundaydılar). İçerideki iki pencereden iskele ve nehrin ötesini izleyebilecekleri bir manzara hâkimdi; camlardan muhteşem akşam güneşinin hüzmeleri süzülüyordu; birinin üzerinde erkek ve kadın şapkalarından ve bir çiçek dağından oluşan diğer misafirlere ait, diğerinde ise dört çift tabak, bardak ve kadehlerin yerleştirilmiş olduğu iki masa vardı; neşeyle hazır olan masanın çevresine oturdular. Şarap ve yemek istediler, masanın üzerinde sanki düzen içerisinde düzensizlik hüküm sürüyordu. Molière, “Masanın altından birbirlerini çimdikleyerek, itişip kakışıp tekmeleyerek gülüyorlardı.” diye şikâyet bile etmişti onları.

Sabahın beşinde başlayan o keyifli tatil gününün, öğleden sonra dört buçukta geldiği nokta buydu. Güneş batmak üzereydi ve onların karnı çok açtı.

Güneş ışığı ve insanlarla dolu Champs-Élysées’nin meşhur tozu, iki yandaki at heykellerini sanki canlıymış gibi gösteriyordu. Pazar kalabalığının içerisinde bu sokaklarda yürümek artık bir mesele idi. Sürekli arabalar gidip geliyordu. Muhteşem muhafızlardan oluşan bir bölük, başlarında komutanlarıyla Neuilly Bulvarı’ndan aşağıya doğru iniyordu. Batan güneşin altında hafif pembemsi görünen beyaz bayrak, Tuileries’nin kubbesi üzerinde dalgalanıyordu. Bir grup insan, Kral lehine şarkılar söylüyor; Kral Hassa Alayı, borazanlarıyla çalışıyordu. Birçoğu 1817 yılında iliklerinden çıkarmayı henüz tamamen bırakmadıkları beyaz ve gümüşi zambak broşlarını takıyordu. Bir kez daha VX. Louis Meydanı, mutlu ziyaretçilerin kalabalığı altında boğulmuştu. Küçük kızların oluşturduğu korolar, yoldan geçenlerin arasında, insanların alkışları altında o zamanlar ünlü Bourbon havası olan şarkıları neşeyle söylüyorlardı:

 
Ghent’teki babamızı bize geri verin,
Babamızı bize geri verin.
 

Banliyölerde, pazar düzeninde, bazen burjuvalar gibi büyük meydan ve Marigny Meydanı’na dağılmış bazen de zambaklarla süslenmiş caddelerde insanlar halkalar şeklinde halay çekerek dans ediyor ve tahta atların üzerinde dönüyorlardı; diğerleri kafayı çekmekle meşguldü; etraftan kahkahalar yükseliyordu. Her yerde büyük bir mutluluk, büyük bir neşe hâkimdi. Tartışmasız bir barış ve Kral’a gösterilen derin sadakat zamanlarıydı; Angeles Polis Şefi’nin Paris’in banliyöleri konusunda Kral’a sunduğu özel bir raporun şu satırlarla sona erdiği dönemdi:

Yapılan tüm incelemelerin sonucunda, her şey göz önünde bulundurulacak olursa Majesteleri; bu insanlardan endişe duyulmasına gerek yoktur. Kediler kadar ehlileşmiş ve sadıklardır. Halk, taşrada huzursuz olmasına rağmen Paris’te durum böyle değildir. Majesteleri, buradaki insanların hepsi iyi insanlardır. Buradaki halk sizin tarafınızdadır. Başkent Paris halkının korkulacak bir tarafı yoktur. Bu şehrin nüfusunun son elli yılda küçülmüş olması dikkat çekicidir, banliyölerin nüfusu hâlâ devrim zamanında olduğu kadar azdır. Burada herhangi bir tehlike yoktur. Kısacası buradakiler sadece uyumlu ayaktakımından oluşmaktadır.

Aslında ne kadar yanılıyordu Angeles Polis Şefi; oradaki kedi gibi olan halkın, aslana dönüşmesinin mümkün olmadığını düşünerek ne büyük yanılgıya düşüyordu. Çünkü bu kesinlikle gerçekleşebilmektedir ve Paris halkının yarattığı mucize de zaten burada yatmaktadır. Üstelik Kont Anglès’nin bu kadar küçümsediği bu kedi gibi halk, eski cumhuriyetlerin kurulmasına neden olabilecek kadar cesaret gösterebilmiştir. Kedi tasviri aslında onların gözünde özgürlüğün vücut bulmuş hâliydi. Sanki Pire’nin Minerva Aptera’sına bir aksesuar görevi görüyormuşçasına Korint’teki halk meydanında devasa bronz bir kedi heykeli duruyordu. Restorasyon döneminin saf polisi, aslında Paris halkı hakkında Kral’a fazlasıyla tozpembe bir tablo çiziyordu; aslında sanıldığı kadar masum bir ayaktakımı değildi onlar.

Yunanlar için bir Atinalı neyse, Fransızlar için de Parisli oydu; kimse açgözlü değildi, kimse onlardan daha rahat uyuyamaz, kimse onlardan daha açık yürekli ve tembel olamazdı. Unutkandı ancak kimi şeyleri de çok iyi hatırlardı; yine de onlara pek güvenilmezdi, her türlü işe anında hazır olur ama sonunda şan şöhret olduğu zaman tanınmaz hâle gelir, her türlü acımasızlığı yapmaya muktedir olurdu. Onun eline bir demir parçası verin, size 10 Ağustos’u tekrarlasın; ona bir silah verin, Austerlitz’i yaratsın. O kesinlikle Napolyon’un desteği, Danton’un kaynağıdır. Memleket meselesi diye yazar, özgürlük meselesi diyerek kaldırımları sökerdi. Aman dikkat! Gazap dolu saçları destansıydı, üzerindeki kıyafeti onun içinde yanan yangınını örter gibiydi. Aman dikkat edin! Caudine Forks’un eline geçen ilk Rue Grenetat’ı yaratırdı. Zamanı geldiğinde o Parisli, dimdik ayağa kalkmasını bilirdi; korkunç bakışları düşmanlarına yönelir, nefesi bir fırtınaya dönüşür, o zarif göğüslerinden Alp Dağları'nı darmadağın edebilecek kadar güçlü kasırga koparmasını bilirdi. Bu kediye benzetilen Paris’in banliyö halkı, silahlarını eline aldığı zaman devrimleriyle Avrupa’yı fethedebilirdi. Şen şarkılar söylemek, en gözde eğlencesiydi. Parisliysen, bunu bütün dünya bilirdi! Daha iyi bildiği ise sustuğunda XVI. Louis’yi tahtından indirdiği ve bunu dünyaya Marseillaise’i söyleyerek bildirmesiydi.

Anglès’nin raporunun kenarına bu notları ekledikten sonra, biz yine elbette ki dört çiftimize geri döneceğiz. Dediğimiz gibi, akşam yemeği bitmişti.

VI
Birbirlerine Hayran Oldukları Bölüm

Aşkın hâkim olduğu o masada ziyafet kurulmuş, sohbetler ediliyor, neşeyle kahkahalar atılıyordu; o anki mutlulukları daha fazla artırılamazdı. Fameuil ve Dahlia şarkılar mırıldanıyordu. Tholomyès içmeye devam ediyor, Zéphine kahkahalar atıyor, Fantine gülümsüyor; Listolier, Saint-Cloud’dan satın aldığı tahta bir trompeti çalıyordu.

Favourite, şefkatle Blachevelle’e bakarak şöyle dedi: “Blachevelle, sana tapıyorum.”

Bu sözler karşılığında Blachevelle ona şu soruyla karşılık verdi: “Favourite, peki ben seni sevmeyi bıraksaydım ne yapardın?”

“Ah!” diye haykırdı Favourite. “Ah! Bunun sakın şakasını bile yapma! Eğer beni sevmeyi bırakacak olursan senin peşini bırakmazdım; seni mahveder, parçalar, suya atar, tutuklatırdım.”

Bu sözler karşılığında gururu okşanan Blachevelle, şehvetli ve kendini beğenmiş bir gülümsemeyle ona baktı. Favourite, konuşmasını devam ettirdi: “Evet evet, seni polise verirdim! Ah! Kendimi kesinlikle kontrol edemezdim! Mahvolurdum!”

Blachevelle bu sözlerden mest olmuş hâlde, kendisini oturduğu sandalyede geriye doğru atarak gururla gözlerini kapadı. Dahlia, yemek yedikleri sırada, kargaşanın ortasında Favourite’a alçak sesle şöyle dedi: “Şu Blachevelle’e gerçekten tapıyorsun, öyle değil mi?”

“Ben mi? Ondan iğreniyorum.” diye yanıtladı Favourite onu, aynı tonda. Çatalını yüzüne doğru tutarak: “Çok açgözlü. Ben, evimin karşısındaki o küçük adamı seviyorum. O gerçekten çok hoş ve genç bir adam, tanıyor musun onu? Usta bir aktör olduğu hemen fark edilebilir. Ben aktörleri çok severim. Eve gelir gelmez annesi onun için hemen, ‘Ah, Tanrı’m, yine bütün huzurum gitti.’ diye haykırıyor. O da neşeyle ona koşup ‘Canım benim, attığın taşlar başımı yarıyor.’ diyor. Eve girdikten sonra bağıra çağıra şarkılar söylüyor; ne bileyim, dans ederek bir sürü gürültü çıkarıyor; merdivenlerin dibinden dahi sesi duyuluyor! Bir avukatın ofisinde şimdilik saçma sapan sözler yazarak günde yirmi sent kazanıyor. Aslında Saint Jacques’de eski bir devrimcinin oğlu. Ah, o gerçekten çok iyi biri. Bana öyle tapıyor ki bir seferinde krep yapmak için hamur hazırladığım sırada bana, ‘Matmazel, pastayı eldivenlerinizden yapın da ellerinizle birlikte yiyeyim.’ dedi. Bu tarz şeyleri ancak bir sanatçı söyleyebilir. Ah, o gerçekten çok iyi biri. Ben sadece o küçük adamı aklımdan atmak için burada rol yapıyorum. Boş versene, Blachevelle’e ona taptığımı söyleyerek yalan söylüyorum. Ah, hem de nasıl güzel yalan söylüyorum!”

Bir süre duraksadıktan sonra Favourite konuşmasına devam etti: “Üzgünüm Dahlia. Bütün yaz boyunca yağmurdan başka hiçbir şey yoktu, rüzgâr da beni öfkelendiriyor, hiç dinmiyor. Blachevelle çok cimri biri, insanlar yemekten başka hiçbir şey düşünmüyor. Burada, içinde bir yatak olan odada yemek yiyoruz ve bu beni hayattan tiksindiriyor.”

VII
Tholomyès’in Bilgelikleri

Bu arada, bazıları şarkı söylerken diğerleri bir ağızdan uğuldayarak konuşuyorlardı. Artık masada gürültüden başka bir şey yoktu. Tam bu sırada Tholomyès araya girdi.

“Rastgele ve bir ağızdan konuşmayalım arkadaşlar!” diye haykırdı. “Ziyafetin tadını kaçırmayalım. Çok fazla doğaçlama zihni aptalca boşaltır, konuşmadan önce sözlerimizi tartalım. Akan bira köpürmez. Acele etmeyin beyler, işin zevkine vararak anın tadını çıkaralım. Her şeyi ağırdan alın, yavaş yavaş yiyelim yemeklerimizi, aceleye lüzum yok ki. Baharı bir düşünsenize, acele davranacak olsa şeftali ve kayısı ağaçlarının hâli nice olurdu? Aşırı coşkunluk, güzel akşam yemeklerinin zarafetini ve neşesini öldürür. Rahat olalım beyler! Grimod de la Reynière de Talleyrand’la aynı şekilde düşünüyor.”

Grubun içinden, bu sözlerin üzerine bir isyan sesi yükseldi:

“Bizi rahat bırak, Tholomyès.” dedi Blachevelle.

“Kahrolsun hainler!” diye haykırdı Fameuil.

“Bombarda, Bombance ve Bamboche!” diye bağırdı Listolier.

“Pazar günü daha bitmedi.” diye yakındı Fameuil.

“Hâlâ ayığız.” diye ekledi Listolier.

“Tholomyès!” dedi Blachevelle. “Tanrı aşkına, rahatımı6 izle.”

 

“Bundan sonra sana Marquis de Montcalm diyelim o zaman.” diye karşılık verdi Tholomyès.

Bu vasat söz oyunlarının sonunda, sanki havuza atılan bir taşın yarattığı etki gibi masada, sessizlik hâkim oldu. Herkes bu imalı şakanın ne anlama geldiğini düşünüyordu çünkü Marquis de Montcalm o zamanlar çok ünlü bir Kralcıydı.

“Dostlarım!” diye haykırdı Tholomyès, sözlerinin doğurduğu bu etkiden memnun, büyük bir başarıya ulaşmanın verdiği güvenle konuşmasına devam etti: “Kendinize gelin. Söylemiş olduğum bu sözler, kelime oyunları sizi kırmasın. Sadece şakaydı söylediklerim. Şaka bir tortu gibidir, göklerde uçuşan kelimelerin yere bıraktıkları bir tortu. Kelimeler elbette ki uçar gider, tortu ise çöktüğü yerde kalır. Ben özellikle zekice yapılan bir şakaya her zaman saygı duyarım. Zira şaka nerede olursa olsun konmuştur bir yere ama akbaba göklerde uçmaya devam eder. Sonuç olarak şunu bir düşünün; bütün yücelikle adlandırdığımız güzellikler, şaka sonucu meydana gelmiştir. Şaka kesinlikle hakaretten uzaktır. Değerleri oranında onu onurlandıralım, bu yüzden altında başka bir şey aramayalım. İnsanlığın en yücesi, en kutsal olanı, en çekicisi ve belki de insanlığın dışında kalanlar bile şaka yapmışlardır. Yüce İsa Mesih, Aziz Petrus’a; Yüce Musa, İshak’a; Eschlyus Polynices, Kleopatra Octavius’a şakalar yapmıştır. Şunu da sakın unutmayın, Kleopatra şakasını Aktium Savaşı’ndan önce yapmıştır ve güzel Toryne şehrinin oluşmasıyla bu savaş sona ermiştir. Yani Yunanca bir isim olan bu güzel şehri bile bir şakaya borçluyuz. Bunları söyledikten sonra, biraz önce söylediklerime geri dönüyorum. Tekrar ediyorum kardeşlerim, tekrar ediyorum; aşırı taşkınlığa, şamataya, gürültüye lüzum yok; her şeyin bir yeri olduğu gibi neşenin de şakalaşmanın da bir yeri ve zamanı var. Şimdi beni dinleyin: Ben Anphiarus’un sağduyusuna ve Sezar’ın tüysüzlüğüne sahibim. ‘Her şeyin olduğu gibi şakanın da bir ölçüsü vardır.’ demiştim. Elmalı turtaya bayılıyorsunuz, değil mi hanımlar? Ama onda bile aşırıya kaçmamalısınız. Elbette tatlı yemenin bile bir yolu yordamı vardır. Oburları oburluk cezalandırır. Hazımsızlık ise Tanrı tarafından midesini idare edemeyenlere verilmiş bir cezadır. Ve şunu sakın unutmayın; her şeyin, bize zevk versin ya da vermesin, aşkımızın dahi dolabilen bir midesi vardır. İşte bu yüzden, midenin gereksiz yere doldurulmaması, sınırlarının zorlanmaması için atacağımız adımların ölçüsünü belirlemek gerekir. Gereken yerde, gerektiği zaman insan kendisini durdurmayı bilmelidir. Bilge olan kişi, belirli bir anda kendisini nasıl tutması gerektiğini bilen adamdır. Bu konuda bana güvenin. Çünkü tüm deneyimlerim bu durumun gerçekten böyle olduğunu bana kanıtlamış ve ben de bu şekilde hep başarılı olmuşumdur. Üzerinde düşünülmeye, yorumlanmaya ve çözülmeye değer bir olayla tamamen değersiz bir olayı kolayca ayırt edebilirim ben. Çünkü doktor olmak için Roma’da Munatius Demens, babasını öldüren adamı sorguya çekerken ben de işkencenin nasıl yapılacağına dair bir tez yazmıştım. Bu yüzden de arzularınızın ölçülü olmasını tavsiye ediyorum sizlere. Adımın Félix Tholomyès olduğu kadar iyi biliyorum bu durumu. Saati geldiğinde kahramanca karar alıp Sylla veya Origenbe gibi gerektiği anda cesurca noktayı koyabilene ne mutlu!”

Favourite, onun bu sözlerini büyük bir dikkatle dinlemişti. “Félix.” dedi. “Ne güzel bir isim! Bu ismi çok severim! Latince mutlu anlamına geliyor.”

Tholomyès sözlerine devam etti:

“Sevgili dostlarım, beyler ve bayanlar! Sizler de her zaman mutluluğun doruklarında yaşamak, aşkı geliştirerek en yüce noktasına taşımak ve cesurca aşkınıza sahip çıkmak istemez misiniz? Bunu sağlamanın yolu çok basit! Limonata içmek, insan gücünü aşacak kadar çalışmak, son noktasına kadar ağır yükler taşımak, ölümüne çalışmak; uyumayın sevgili dostlarım, uyumayın! Azotlu içecekler için, haşhaş yaprağını kaynatıp suyunu için, bunu sıkı bir perhizle perçinleyin, kendinizi aç bırakın ve belinize ottan kuşaklar sararak, soğuk banyolar hem de kurşun banyoları alarak losyonlar ve oksikratlar ile yaşamınızı teşvik edin.”

“Ben bir kadını tercih ederim.” dedi Listolier.

“Kadın mı?” diye devam etti Tholomyès. “Onlara güven olmaz. Bir kadının kararsız yüreğine teslim olanın vay hâline! Kadınlar hain ve nankördür dostum. Yılandan nefret eder bu yaratıklar çünkü kıskanırlar yılanı, yılan kadar ustaca kandıramazlar zira insanoğlunu.”

“Tholomyès!” diye bağırdı Bachevelle. “Sarhoşsun sen!”

“Ah, hem de nasıl.” dedi Tholomyès.

“O zaman çok mutlu olmalısın.” diye devam etti Blachevelle.

“Merak etme, mutluyum zaten.” diye yanıtladı Tholomyès.

Ve bardağını yeniden doldurarak ayağa kalktı.

“Şarap şerefine! Nunc te, Bachhe, canam!7 Affedersiniz hanımlar, bu İspanyolca idi. Bunun kanıtı da şöyledir: Şarap fıçısının büyüklüğü her yerde farklıdır. Mesela Kastilya arrobası on altı litredir, Alicante cantarosu on iki litre, Kanarya adalıların almudesi yirmi beş, Balear Adaları’nın cuartini yirmi altı ve Deli Petro’nunki otuz litredir. Yaşasın Büyük Çar ve çok yaşasın ondan da büyük olan fıçısı! Hanımlar, dostunuzun vereceği tavsiyeye uyun; hiçbir şey kusursuz değildir. Aşkın en büyük kusuru hata yapmaktır. Bir aşk ilişkisi, dizlerinin üzerinde ovalamaktan nasır olan elleriyle bir İngiliz hizmetçisi gibi çökerek kendini güçsüz göstermekle yapılmaz. Hiçbir şey kusursuz olmadığı gibi kusursuz aşk da yoktur. Hatalar, insani unsurlardır; aşk da hata yapmak demektir. Hanımlar, ben hepinize tapıyorum. Ah, Zéphine, ey Joséphine; yüzünü kırışıklıklar basmaya başlamış, eski güzelliğini yavaş yavaş kaybediyorsun. Ancak yine de bu kırışıkların altında bile gören gözler için büyük bir anlam yatıyor. Favourite’a gelince ey periler ve ilham perileri! Kıskanır onun güzelliğini. Bir gün Blachevelle, Guérin-Boisseau Sokağı’ndaki dereden geçerken bacaklarını gösteren, beyaz çorap giymiş güzel bir kız görür. İşte bu kızın görüntüsüne ilk görüşte âşık olan da Blachevelle’in kendisidir. Âşık olduğu kişi, Favourite’dan başkası değildir. Ah Favourite, İyonyalı güzeller kadar güzel olan kadın, dudakların tıpkı Euphorion adında eski bir ressamın portrelerinde yer verdiği Yunan tanrıçalarınınki kadar dolgun. Şimdilerde bu ressam yaşıyor olsaydı, senin o dudaklarını resmetmek için yalvarıyor olurdu; sen de dudaklarının güzelliği ile bütün dünyaya ün salardın. Elmayı Venüs gibi kabul etmek için ya da Havva gibi yemek için yaratıldın, güzellik seninle başlar. Az önce bahsettiğim Havva’ya atıfta bulunuyorum, onu yaratan sensin. Güzel kadın, benim ismimi çok sevdiğini söyledin. Şimdi seninle senli benli konuşmaktan vazgeçiyorum çünkü şiirden düzyazıya geçiyorum. Biraz önce benim adımı sevdiğinden bahsediyordun. Bu beni gerçekten etkiledi ama kim olursak olalım isimlere güvenmeyelim. Onlar insanı yanıltabilirler. Benim adım Félix ancak anlamı gibi hiç de mutlu değilim. Kelimeler yalancıdır. Bize verdikleri işaretleri körü körüne kabul etmenin anlamı yok. Mantar için Liège,8 eldiven için Pau9 yazmak bir hata olur. Bayan Dahlia, sizin yerinizde olsam ismimi Rosa olarak değiştirirdim. Çünkü bir çiçekte koku ne kadar önemliyse kadında da akıl o kadar önemlidir. Fantine için de birkaç kelam etmek isterim. Göklerde uçuşan bir hayalperesttir; düşünceli, utangaç, dalgın bir insandır; bu peri kızı tıpkı bir rahibe kadar masumdur, çekingendir, yanılsamalara sığınır, şarkı söyler, dua eder ve ne olduğunu çok iyi bilmeden masmavi gökyüzüne bakan bir hayalettir. Onun dünyası renklidir, tazecik çiçeklerle doludur, onun cennet gibi hanesi kendine has kapalılığa sahip olan iç açıcı bir bahçeye benzer. Ah Fantine, sadece şunu bil! Ben, Tholomyès, tamamen bir yanılsamayım ama sen güzel sarışın kadın, beni duymuyorsun bile! Senin adına gelince tatlılık, tazelik, gençlik, neşeli sabah güneşi gibi senin adın papatya ya da inci olmalıydı; ey Doğu’nun en güzel kadınından daha güzel olan Fantine! Hanımlar, size ikinci bir tavsiyem daha olacak; sakın evlenmeyin, evlenmek belki de hiç kalkamayacağınız bir hastalığa benzer, bu riskten kaçının. Ama ah! Neler söylüyorum ben? Sözlerimi boşa harcıyorum. Evlilik konusunda kızlar çaresizdir ve biz bilge adamların tüm söyleyebilecekleri, yelek yapımcılarının ve kunduracıların elmaslarla süslenmiş koca hayalini kurmalarına engel olamaz. Öyle olsun ama güzellerim, şunu sakın unutmayın; çok şeker yiyorsunuz. Ey kadın, tek bir kusurun var; o da çok şeker yemek. Bembeyaz dişleriniz bu şekerden mahvolur. Tıpkı tuz gibidir şeker de. Şeker, tüm tuzlar arasında en çok kurutandır. Damarlardaki kanı emer; dolayısıyla pıhtılaşmaya, kanın katılaşmasına neden olur. Dolayısıyla akciğerlerde tüberküloza ve sonrasında ölüme neden olur. Bu nedenle kızlar şeker tüketimini sınırlandırmalısınız, şeker yemediğiniz takdirde çok yaşarsınız. Şimdi size gelelim erkekler; beyler, hiçbir pişmanlık yaşamadan gönlünüzü kaptırmaya çekinmeyin. Kim olursa olsun sevin, aşkta dostluk yoktur; güzel kadının olduğu yerde onu elde etmek için her şey mübahtır. Güzel bir kadının olduğu yerde kavga eksik olmaz, güzel bir kadın bariz bir mücadeledir. Tarihin tüm büyük savaşları bir kadın etekliği tarafından belirlenmiştir. Romulus, Sabinleri; William, Sakson kadınlarını; Sezar, Romalı kadınları kaçırmıştır. Sevilmeyen bir adam, diğer adamların metresleri üzerinde bir akbaba gibi uçar. Ben kendi adıma, kadınsız erkeklere Napolyon’un savaşlarda askerlerine söylediğini tekrarlıyorum: ‘Askerler; sizin her şeye ihtiyacınız var, düşmanın ise her şeyi var.’ ”

Tholomyès bir süre durakladı.

“Biraz nefes al, Tholomyès.” dedi Blachevelle.

Aynı anda, Listolier ve Fameuil tarafından desteklenen Blachevelle de düşünceli bir hâle bürünmüştü. İçkinin vermiş olduğu sarhoşluk, yanlarındaki güzel kızların varlıklarıyla kendinden geçmiş hâlde bir şarkının sözlerini mırıldanmaya başladı. Bu şarkı ayrıca grubun, Tholomyès’in nutkuna yanıt verdiği beyit niteliğini taşıyordu:

 
Bir baba hindi çok ciddi,
Etrafındakilere paralar verdi,
Ustalar ustası Clermont-Tonnerre,
Aziz John Günü’nde papa olabilirdi
Ama bu iyi yürekli Clermont bir papa olamazdı
Çünkü daha bir rahip bile değildi.
İşte o zaman yaktı kavurdu onun gazabı
Saçtığı tüm paraları iade edildi.
 

Bu, Tholomyès’in doğaçlama yorumlarını sonlandırmaya yetmemişti. İçkisini yenileyip bardağını bir dikişte boşalttıktan sonra, bardağını bir kez daha doldurup yeniden konuşmaya devam etti:

“Bilgeliğin canı cehenneme! Tüm söylediklerimi unutun. Hazımsızlığı bir tarafa bırakalım, yemeğin zevkine varalım. Neşe için kadeh kaldırıyorum, hepiniz neşeli olun. Bırakın gülelim, eğlenelim, dans edelim. Sevincimizi derinlerde yaşayalım. Yaşasın içki! Dünya harika bir elmas. Ben çok mutluyum. Kuşlar cıvıl cıvıl. Her yerde bayram havası var! Bülbüller neşeyle şakıyor, her yer yemyeşil, yazı selamlıyor! Ey Lüksemburg! Ey Madam Sokağı ve Observatoiere’in Georgics Meydanı! Ey dalgın piyade askerleri! Ah, çocukları korurken kendilerini eğlendiren tüm o sevimli hemşireler! Selam olsun sana ey tabiat, tabiatın en sevgili kızı güzel ilkbahar! Ruhum en bakir ormanlara doğru uçuyor. Ah, her şey ne güzel; sinekler bile mutlu bugün, güneşin ışıltılarını kucaklıyor. Sen de beni kucakla, Fantine!”

Ve işte tam bu sırada yanlışlıkla Favourite’ın boynuna sarılı-verdi.

6Mon calme.
7Şimdi, Bacchus; senin için şarkı söyleyebilirim!
8(Fr.) Mantar.
9Deri.
You have finished the free preview. Would you like to read more?