Read only on LitRes

The book cannot be downloaded as a file, but can be read in our app or online on the website.

Read the book: «Ruslar Ahaltekede»

Font:

OKUYUCULARIN DİKKATİNE BİRKAÇ SÖZ…

Söz konusu harekâta katılmam bende iki türlü duygu uyandırıyor. Bir yandan bu sebeple kendimi şanslı sayarken, diğer yandan da üzüntü veren hatıralar hiç aklımdan çıkmıyor.

Kendimi şanslı saymamım nedeni, birkaç ay boyunca askerlerin arasında olduğumdan, onların ruh yüceliğine ve özverili mücadelelerine tanık olduğumdur.

Bende üzüntü yaratan duygular ise harekât sırasında çok önemli durumlardan haberdar olmamla birlikte, dağıtılacağına kesin gözüyle baktığımız düşmandan geri çekilmeye mecbur olmamızla ilgilidir.

Bu harekât hakkındaki yazılarımı yayınlamakla, en başta, bende cesurca hareket etmeye istek uyandıran durumları okuyuculara anlatmayı bir borç görüyorum.

1879 yılı sonlarında Ahalteke Askeri Harekâtından dönüp geldiğim sıralarda, bir süre sonra bu konudaki hatıralarımı az-çok kâğıda döküp halka sunmak gibi bir düşünce içinde değildim, desem doğrudur. Çünkü o devirde Pereyaslav Bölüğünün rütbeli bir mensubu olmam, konu hakkında yazmamı teklif edenleri reddetmemi gerektiriyordu.

Bununla birlikte, konu hakkında fikir yürütenlerin pek çoğunun, daha yeni tamamlanmış bu seferden asla haberleri yoktu ve sadece Rus ordusunun yenilgiye uğradığını biliyorlardı. Pek çoğu da doğrudan doğruya harekatın yetkililerini, komutanlarını suçluyordu; bütün suçu askerlerin üzerine yükleyenler de az değildi.

Hadiseler hakkında ayrıntılı bilgilere sahip olmadıkları halde fikir yürütenlerin bu görüşlerini duyduğumda üzülüyordum, içim daralıyordu. Bu asılsız iddialar bende adaleti korumak duygusu uyandırdı.

Bu sebeple V.V. Komarov’a başvurdum. Ayrıca “Göktepe Savaşı ve Ordumuzun Geri Çekilmesi” hakkında “S. Petersburg Vedomosti” gazetesine kısa bir röportaj vermeye mecbur kaldım.

28 Ağustos 1879 yılında Göktepe Kalesini ele geçirmek için yapılan savaşı bir yenilgi olarak görmek doğru değildir. Rus askerinin şöhretini düşürmemiştir. 12 saat devam eden bu savaşta az sayıda Rus askeri son demine kadar dövüşmüş, çocuklarının öldürülüşünü görerek yaklaşan 30 bin öçlü düşmana, Tekelere karşı durmuştur. Bu amansız vakitte Şıpka’dakinden de Kars kalesini zapt ederken de daha az kahramanlık göstermemişler, askerlik görevlerini hakkıyla yerine getirmişlerdir.

Kaleyi ele geçiremeyişimiz hakkında şunları söylemek mümkün: Bu durumu, düşmanın gücünün daha baskın çıkmasıyla anlatmak gerekir. Daha doğrusu askerlerimizin üçte biri savaş meydanında kalmıştı, bu yüzden geri çekilmeye mecbur kaldık. Aksi halde yapılan baskınlarla bütün ordumuz yok olabilirdi. Yani araziden çıkamazdık. Açlıktan ölmemek ve yaralılarımızı tedavi etmek için Göktepe’den çekilmiştik. Çünkü askerler için azık, atlar için ot-yem sadece iki gün yeterliydi. Kaleyi ele geçirmek, başarılacak iş değildi.

Göktepe Savaşı zaferle sonuçlanmadı ancak yine de Rus askerinin kahramanlığını bir kez daha gösterildi.

Göktepe’den geri çekilirken ikinci mola yerinde, Erivan Birliğinden Feldfebel’in söylediği sözler, şu an bile kulaklarımda çınlıyor. Yanına varıp selam verdiğimde, selamımı almadı; şu sözleri yüzüme haykırdı:

–“Vah, it maskarası olduk! Geri döneceğimize, orada hepimiz ölüp kalsaydık.

–“Askerler görevlerini yerine getirdiler. Hiç kimse askeri suçlayamaz.” diyerek onu rahatlatmaya çalıştım ama o:

–“Vah, bayım! Söz başka yere varıyor.” Dedi ve ekledi:

–“Sonuçta Göktepe’yi alamadık. Mesele bu…”

Ardından yanımdan uzaklaşan askerin bu basit cevabı, Rus askerinin bir söze bile ne kadar anlamlı bir karşılık verdiğini göstermişti. Mesele göreve gitmek, elinden geleni ortaya koymak değil sonuca varmaktı.

İşte, böyle askerlerin yüksek görev anlayışından habersiz kişiler, onlara dil uzatıyorlar.

Bu ilk savaştan sonra yaklaşık 6 ay geçti. Göktepe, şimdi Rusların elinde… Tekeler perişan edildi.

Ben; ilk harekâta katılanlardan herhangi biri bu konuda veya askerlerimizin başından geçenler, karşı duran Tekeler ve yurtları hakkındaki hadiseleri topluma ulaştırır diyerek, bu sebeple bekledim. Ancak bu işi yapacak biri çıkmadı. Bunun Rus cemiyeti için bir eksiklik olduğunu düşünerek, bu zor işi yerine getirmeye, gücümün yettiğinde başarmaya çalıştım.

Okuyucumun üzerime aldığım bu görevden dolayı beni anlaması, tek tesellim olacaktır. Yazdıklarımda bir noksanlık veya fazlalık varsa, benimle bu savaşa katılan kişilerin düzeltmesini, tamamlamasını ümit ediyorum.

Ben gözlerimle gördüğüm ve başkalarından dinlediğim bilgileri, olayları kâğıda döktüm. Sadece anlatıcı, kaydedici olmaya çalıştım.

V.A. Tugan Mürze Baranovskiy
S. Petersburg, 1881

1. BÖLÜM

Tekelere karşı askeri harekât

Önceki girişimler

Harekâtın gerçek sebebi

Rusların 10 yıl içinde yaptığı seferler

Teke arazisi ve yaşayanlar hakkında yetersiz bilgi

Çekişler’in tarihi

Gemilerle kıyılar arasında bağlantı

Gemi iskelerinin kurulması

Siperlerin genişletilmesi

Çekişler’deki tüccarlar, esnaflar

Kıyıların durumu, su taşkınları

Toprak yapısı ve çevresi

Ak bayır


1879 yılı başında, Köpet Dağının kuzey yanı ile Karakum Çölü arasında uzanan Ahalteke bölgesinde yaşayan Türkmenlerin Teke boyuna karşı askeri harekât düzenleme kararı alındı.

Bu harekâtın kapsamı geniş düşünülmüş, ilgili hazırlıklara hemen başlanılmıştı. Bütün çalışmalar büyük bir gizlilik içinde yürütülüyordu. Katılacak askeri birlikler belirleniyor, askerlerin ücretleri konusunda gerekli anlaşmalar yapılıyordu. Hazar’ın doğu kıyısına önce gıda maddeleri, hayvanlar için yemler, top mermileri, buna benzer malzemeler ve her türlü ihtiyaçlar taşınıyor; sonra da askerler götürülüyordu.

Rusya’da yeni askeri harekâtı henüz hiç kimse duymamıştı. “Ahalteke Askeri Harekâtı” hakkında ilk bilgi, Mayıs (1879) ayının ortalarında kamuoyuna duyuruldu. Elbette ki harekâtın hangi maksatla yapılacağı hakkında sorular ortaya çıkıyordu.

Bölge insanlarının adı olan “Teke” kelimesini ilk defa duyanlar vardı. Hatta yaşadıkları ülkenin dünyanın neresinde olduğunu bile bilmiyorlardı. Yapılan hazırlıkların kapsamı, genişliği ve son savaşa katılan General Lazarev’in “komutan” seçildiği belli olduğunda, düzenlenecek harekâtın Hazar ötesindeki çöllük ülkede daha önceki yıllarda yapılmış olan askeri incelemeler gibi alışılagelmiş bir “keşif” olmadığı, bunun daha ayrıntılı bir operasyon olacağı herkes tarafından yeterince anlaşıldı.

Harekâtın sebepleri hakkında söz açıldığında, çok çeşitli durumlar gerekçe olarak gösteriliyor fakat gerçek sebebi hiç kimse söylemiyordu. Belki de insanlar bunun sebebini anlamamışlardır.

Bazıları:“Bu yürüyüşün sebebi ve son amacı, İngiltere’ye gözdağı vermekten ibarettir” diyerek, İngilizlerin en kısa zamanda Kabil’i ele geçirdikten sonra Herat’a yürümelerini önlemek gerektiğini savunuyor ve “Sadece Rusların kuvvetli askeri bölükleri, özellikle de çok meşhur olan generalin başkanlığındaki böyle bir bölük imkân olduğunca Kabil’in yakınında bulunursa amaca ulaşılır” şeklinde düşünüyordu.

Fakat İngilizler, kendilerinin Afganistan’daki durumlarını bizden daha iyi biliyorlardı. Afganları yenerek kazandıkları galibiyeti abartmış olsalar da Herat’ı ele geçirmek düşüncesinin gereksizliğini, o ülkeye ilk ayak bastıklarında anlamışlardı. Savaş bittikten sonra, en kötü ihtimalle, Kandahar’ın İngilizlerin Hindistan’da ele geçirdikleri yerlere katılmasına Rusların engel olmaması için yalan haberler yayıyorlardı.

Tekelere karşı askeri harekât konusunda, insanların bir başka kısmı ise; “Rusya idaresindeki Yomut, Göklen, Caparbay, Atabay Türkmenlerine ve diğer Türkmen boylarına karşı Tekelerin çeşitli baskın ve eşkiyalıklarına Rus hükümeti izin vermez. Eğer biz o biçare insanlara arka çıkmazsak, eninde sonunda İran’dan yardım isterler ve böylece Orta Asya’da itibarımıza gölge düşer veya bu boyların Tekelere katılarak birlikte askerlerimize saldırması ihtimali var.” şeklinde tahminde bulunuyordu.

Bu belirtilen tahminlerin hepsi ilk bakışta çok doğru ve yerinde imiş gibi görünüyorsa da öncelikle o boyların hepsi bizim idaremize genellikle kâğıt üzerinde bağlıdır, bazen o da yok. Çoğu yılın 12 ayının sadece 4 ayında bizim topraklarımızda yaşıyor, diğer zamanlarda İran topraklarında kalıyorlar.

İkinci olarak bize değil onlara vergi ödüyorlar.

Üçüncü olarak; bize gösterdikleri samimiyet sadece yüksek fiyatla deve satmaktan ve Hükümetimizin onların arasından tayin ettiği arçınları (muhtar) tasdik etmekten ibarettir. Bunu da sözde yapıyorlar, gerçekte ise kendi seçtikleri ulemalara (molla) tabi oluyorlardı.

Dördüncü olarak o biçarelerin kendileri de fırsat yakaladıklarında Tekelere karşı baskın düzenliyorlar. Beşinci olarak İranlıları hiçbir zaman kendilerine yakın görmüyorlar. Çünkü onların güçlü olduklarına inanmıyorlar. İranlıların Tekelerden korktuklarını, önlerinde çaresiz kaldıklarını iyi biliyorlardı. Altıncı olarak ise o boylar, Tekelerle hiçbir zaman birleşmezler. Bunun gerçekten böyle olduğunu ve Tekelerin eşkıyalığından çok çektikleri halde kendi aralarındaki anlaşmazlıktan dolayı dış düşmanlara karşı duramayacaklarını anlamak zor değildir. Bu yüzden, Tekeleri kendilerinin köklü düşmanı sayıyordu.

Bir diğer kısım ise;”Tekeleri baskı altında tutmak gerekir. Çünkü onlar, Hive ile Krasnovodski arasındaki ticaret kervanlarının normal geçişlerine engel oluyor” diye fikir yürütüyordu.

Bizim Teke bölgesine yürümemizin tek ama tek sebebi, onlarla olan komşuluğumuz yüzündendir. Yani medeni bir devletin, medeniyetsiz bir ülkeye komşu olmasındandır. Bu komşuluk ise tarihin kanunlarına göre, her yerde onların ikincisinin birincisine doğrudan ve tamamen tabi olmasıyla tamamlanıyor. Bizim mali durumumuz her ne kadar kötü olsa da Rus insanlarının kanlarının dökülmesi ve milyonlarca ruble harcanması bizi ne kadar üzse de bu, tarihin bir kanunu idi. Tarihin isteklerine boyun eğmeliyiz. Yani tarihin önüne geçemeyiz, sadece erteleyebiliriz.

Biz, Taşkent’i ele geçirdikten sonra Kagan ve Hive’nin komşusu olarak kalmayacaktık. Kulcan’ı kendi isteğimize göre ele geçirememiştik. Önce Teke bölgesine, sonra ise Merv ve Buhara’ya boyun eğdirmemize de basit baskıncılık içgüdülerimiz sebep olmamıştır. Buharalıların dostane davranmalarının, Mervlilerin ise hasım saymalarının bizim için hiçbir önemi yoktur. Onlar hala bütün isteksizliğimize rağmen eninde sonunda hâkimiyetimizi kabul etmeli ve medeniyetimize tabi olmalıdırlar. Doğu’da İngiltere’nin ve Rusya’nın amaçları aynıdır. En sonunda mutlaka Asya’da sınırdaş devletler olmalıdırlar.

Zakaspi (Hazar ötesi) askeri alanında yerleşen Rus askerleri, yeni askeri harekâtın düzenlenmesi konusunu haber aldıklarında zaten kıraç ülkeye doğru defalarca hazırlık yapmışlardı. Bu defa sayıları çok azdı ve yürüyüşün çekirdek kısmını oluşturacaklardı.

Askeri grubumuz, son 10 yıl içinde Hazar ötesi bölgelere aşağı-yukarı her yıl keşif gezisi düzenlemekteydi. Özellikle bazı askeri gruplar, birkaç kez Teke bölgesine kadar ulaşıp dönmüştü. 1870 yılının Kasım – Aralık aylarında Albay Stoletov başkanlığındaki bir grup Krasnovodsk’tan Kızılarvat’a, yani bölgenin başladığı yere kadar yürüdü. 1871 yılının Aralık ayında Ruslar ilk defa Çekişler’i ele geçirdiler.

Yukarıda adı geçen Albay Stoletov, 1872 yılında 1700 kişiden oluşan müfrezeyle Amuderya nehrinin eski aktığı yerleri araştırarak İgdi Kuyusuna kadar yol aldı, Kızılarvat Tekelerinin köylerinde bir ay kaldı. Kodis’e, Zav’a, Kızılçeşme’ye, Bamı’ya ve Börme’ye vardılar. Daha sonra da Köpet Dağının üzerinden aşarak Sumbar ve Etrek nehirlerinin kıyılarını izleyip Çekişler’e geldiler. Böylece 3 bin verstalık (1 versta: 1.06 km) yürüyüş gerçekleştirildi. Geçilen yolun 1600 verstalık bölümünde ilk olarak keşif incelemesi yapılmıştı.

1873 yılının Şubat ve Mart aylarında 1800 kişiden ibaret Krasnovodsk Müfrezesi, o devirde Hive’ye doğru hazırlanmakta olan yürüyüşün ihtiyaçları için deve satın almak amacıyla, Etrek ırmağının öte kıyısına Yomutların ve Göklenlerin yaşadıkları yerlere gidip geldi. 1878 yılından önce inceleme işlerini yürüten küçük müfrezeler Türk arazilerinde dört köşeye yayıldılar. Aynı yıl içinde Tuğgeneral Lomakin’in başkanlığındaki Şirvan Alayının 11. Taburundan, Kazakların Labinskiy Alayından 400 atlı ve 8 toptan oluşan askeri müfreze Hocakale’ye geldi ve Tekelerin kalesini viran etti.

Bu yürüyüş ve incelemelerin sonunda biz, genellikle Türkmen boylarını, özellikle de bunların en kuvvetlisi olan Teke boyunu çok iyi tahlil etmeli ve bilmeliydik. Fakat bu incelemeye rağmen durumları yeterince tespit edilemedi. Biz yapılacak askeri harekât zamanında nasıl bir düşman ile karşı karşıya geleceğimizi bilmeye ne kadar istekli olsak da Ahal’ın nasıl bir ülke ve burada yaşayanların nasıl bir topluluk olduğu hakkında çok az bilgisi olan bir kişiyi bile birliklerimiz içinde bulmak mümkün değildi. Baş karargâhın haritasında Teke bölgesinin gösterildiği yerde sadece genişliğini belirten açılar ve meridyenler örümcek ağı gibi duruyordu. Ordular nereye savaşa gideceklerini biliyorlar ancak kimlerle karşı karşıya geleceklerini bilmiyorlardı.

Elbette ki Ahalteke Askeri Harekâtının projesi çizildiğinde yürüyüş müfrezesinin Krasnovodsk’tan mı, Çekişler’den mi yola çıkması gerektiği konusunda sorular gündeme geldi.

Bunlardan birincisi, gemilerin yüklerini indirmek ve yük yüklemek için uygun şartlara sahip olup olmamasıydı. Çünkü gemilerin özel kurulmuş olan limanlara doğrudan girebilmeleri gerekiyordu. Ayrıca yük indirme işleri sürekli devam ettirilecekti. Krasnovodsk Körfezinde güçlü rüzgâr ve fırtınalar olmuyordu. Çekişler’de ise bu kolaylıkların hiçbirisi yoktu. Uygun limanların bulunmaması yüzünden gemiler kıyıdan uzakta, rüzgâr ve fırtınadan korunamayacak yerde, daha kötüsü de suyun alt seviyede olmasından dolayı kıyıdan 5 versta uzaklıkta demir almak zorunda kalıyordu. Böylece bütün yükleri Türkmen kayıklarıyla taşımak gerekiyordu. O kayıklar da kıyıya yarım verstadan daha yakına gelemiyordu. Yüklenen yüklerin elle taşınması ve atların suya sokulması yüzünden zorluklar daha da büyüyordu.

Öte yandan ordunun Çekişler’den yola çıkması, Teke bölgesine kadar yol boyunca askeri müfrezenin su ihtiyacını karşılanmsı bakımından kolaylık sağlayacaktı. Çünkü o yoldan susuz çölde geçilmesi gereken mesafenin en uzağı, Tersakan’dan Hocakale’ye kadar 46 versta kadardı. Bununla birlikte Teke topraklarına Krasnovodsk’tan çıkıp Kızılarvat üzerinden gidildiğinde, ordu iki susuz mesafeden geçmek zorunda kalacaktı. Bunlardan birinin uzunluğu 70, diğerininki 130 versta idi.

Çekişler’in askeri birlik merkezi olarak seçilmesinin bir diğer sebebi de İran nüfus yoğunluğunun ve verimli toprakların çok olduğu vilayetlere yakınlığı, ayrıca askeri harekât birliğinin gıda maddelerinin, hayvan yemlerinin ve taşıma vasıtaları olarak kullanılacak develere olan ihtiyaçların kolaylıkla karşılanabilir olma düşüncesine Hükümetimizin inanması idi.

Bu düşünce ilk bakışta doğru gibi görünüyordu. Eğer beklentilerimiz gerçekleşmiş olsaydı, askeri harekât zamanında biz bu kadar eziyet görmezdik. Askeri yürüyüşün sonuçları da daha farklı olurdu. Maalesef İran vilayetleri hakkında edilen ümitler boşa çıktı.

Olayın ne kadar doğru olduğunu ben tam olarak bilmiyorum. Müfrezedeki duyumlarıma göre, İran Hükümeti yardım etme sözü vermişti. Şayet İngilizlerin Şah’ın sarayındaki taraftarları bize karşı bir oyun çevirmemiş olsalardı, vaatlerini yerine getirebileceklerdi.

Gıda maddesi, yem, vasıta olarak deve satın alma konusunda İranlı tüccarlar ile anlaşmalar yapıldı. Mal karşılıklarının bir kısmı ödendi. Fakat müfreze ile bütün ilişkilerin kesilmesi konusunda Tahran’dan emir gelmiş. Sınır boylarındaki korumalar güçlendirildi. Önceden ödenmiş olan paralar General Lazarev’e geri verildi. Deve sahiplerinden yaklaşık 50-60 kişi sınırdan gizlice geçerek bize katıldı.

Hazar’ın güney kıyısına yerleşen, Yomut Türkmenlerinin küçük Çekişler köyü, 1871 yılında beş on çadırdan oluşmaktaydı. Nüfusu ve komşu köylerde yaşayan insanlar aslında İran’ın kıyı yakınlarında, deniz eşkıyalığı yapmakla geçiniyorlardı. O yılın aralık ayında Ruslar, köyü ilk defa ele geçirdiler. Böylelikle komşu boylardan deve satın almak işi daha kolaylaşır, diye ümit ediyorlardı.

Ordumuz, Hive’ye yapılan yürüyüş tamamlandıktan sonra Çekişler’den geri çekildi. Daha sonra Etrek ırmağı üzerinde incelemeler yapıldığı sırada, Rus askerleri bazan uzun bazen da kısa sürelerle bu köyde kaldılar. 1878 yılı Eylül’ünde ise General Lomakin’in inceleme grubu bu köyü tekrar ele geçirdi ve o günden sonra daima elimizde kaldı. Önceleri küçük bir köy olan Çekişler, bu zamandan itibaren daima askeri birliği olan bir merkez ve savunma hattı oldu.

* * *

Çekişler’in çevresi, Ahalteke savaş harekâtı grubunun merkezi olarak seçildikten sonra daha da genişledi. Nisan ayından itibaren çalışmalar daha hızlandırıldı. Askerleri ve yükleri taşımak için “Kafkas” ve “Merküriy” adlı gemi firmalarından gemiler kiralanarak peş peşe gelmeye, askerleri, gıda maddelerini, tahta-kereste ve diğer yükleri getirmeye başladılar. Getirilen eşyaları gemilerden kıyılara taşımak için Türkmenlerin kayıkları kiralandı. Fakat sayıları çok sınırlı, kırk civarında idi.

Kayık sahiplerine çalıştıkları her gün için 2 ruble, çalışmadıkları gün ise 1 ruble ödeniyordu. Yükleri ve insanları taşımanın bu usulü pek kolay değildi. Çünkü her şey denizin durumuna ve hava şatlarına bağlıydı.

Rüzgâr esip fırtına başladığında kayıkların çalışması duruyor, rüzgârsız günlerde çalışılıyordu. Bazan ise yaprak bile kımıldamıyordu. Göğe bakıp; “Allah ne zaman yardım eder” diye beklemekten başka çare yoktu. Ama deniz sakinleşip rüzgâr yavaş estiğinde işler büyük bir hız kazanıyordu. Yüzlerce kişi çeşitli yükleri yüklemek, indirmek ve taşımakla meşguldü. Bu işlerde kullanılan kayıklardan başka Barkas ve Araks denilen küçük gemiler vardı. Kayıkların kulanılma imkânı bulunmadığı günlerde bunlar liman ile irili ufaklı gemiler arasında irtibat sağlıyor, sadece kargoyu ve yolcuları taşıyordu.

İlk olarak Türkmen kayıklarının engelsiz varabilmesi için gemi limanı inşa edilmeye başlandı. Bu limanın yapılması, kavurucu güneş altında sabah erkenden gün batıncaya kadar göbeği su içinde kalarak sırtıyla yük taşımaya mecbur kalan askerleri eziyetten kurtarmak için şarttı. Bu yüzden inşaat büyük bir hızla devam ediyordu.

Kıyıda ve Çekişler’de çeşitli tüccarların derme-çatma dükkânları görülmeye başladı. Kısa zamanda siperin tüccarların yerleştiği kısımları bir hayli genişleyip üç cadde meydana geldi. Ordu birlikleri geldikçe Çekişler’in sahası da genişliyordu. Herhangi bir askeri birlik gelip yerleştiğinde, dün bile sadece kum ve salyangoz kabuklarından başka hiçbir şey gözükmeyen yerde sıra sıra askeri çadırlar ve Türkmen çadırları yerden bitercesine kuruluyor, yeni yeni cadde ve sokaklar oluşuyordu. Askeri harekât birliğine katılması gereken öngörülen tüm bölükler, müfrezeler gelip toplandıktan sonra Çekişler’in sınırları daha da genişleyip 3 versta kadar uzadı.

Ordugâhın içinden geçen, kıyıya paralel cadde diğerlerine göre daha genişti. Muzip insanlar bu caddeye “Ahalteke Bulvarı” adını vermişlerdi. Özel sohbetlerde ordugâh, siper hatta şehir olarak adlandırılan Çekişler’in merkezindeki karargâhın Türkmen çadırları de görülmeye değerdi. Dizilişleri yukardan bakıldığında ağzı denizden yana bakan bir nala benziyordu. Bu nalın ortasında askeri birliğin komutanı General Lazarev’in yüksek karargâhı bulunuyordu. Bunun arka kısmında ise bir gözetleme kulesi vardı ve tepesinde bir Rus bayrağı dalgalanıyordu. Bayrağın tam yanındaki meydanda ise askerler gece gündüz nizami şekilde nöbet tutuyorlardı.

Kuzey tarafında da Rus Kazaklarının, atlı topçuların ve öncülerin (dragun) ordugâhı yerleşmiş olup, ortasında sipahi askerlerin komutan çadırları farklı bir biçimde gözüküyordu. Karargâhın arka tarafına piyade askerlerin bir bölümü yerleşmişti. Güneyde denize yakın bir yerde Çekişler’in esnafları, sanatkârları yerleşmiş olup burası küçük ahşap evlerden, faytonların üzerine konulmuş çatmalardan ve Türkmen çadırlarından ibaretti. Bu baraka ve çadırlar ile karargâhın arasında gemi limanından depolara kadar uzayıp giden yol geçiyordu. Tüccarların ve sanatkârların mekânları iki cadde ve kıyı boyunca yayılmıştı.

Bu mekânların içinde iki tanesi diğerlerinden farklı idi. Bunlardan biri yanında bilardo odası bile olan, restoran işleten Eremeni Oganes’in evi idi. Diğeri de her şey, genellikle yemek ve içki satan Kuzmiç adıyla tanınmış tüccar Danilov’a aitti. Çekişler’in kıyı caddesinde ise buranın “Borel”i, matmazel Paulina Lallico’nun restoranı kapısını müşterilerine açmıştı. Gençliği çoktan geçmiş fakat kendine olan güvenini henüz yitirmemiş bu şaklaban Fransız hanımı, her gördüğüne kaş göz edip kadın düşkünlerini soğan soyar gibi soymaktaydı. Siperlerin tüccarlar kısmının ötesinde gıda ve levazım depoları kurulmuştu. Arka tarafta piyade askerlerin ve tekerli taşıtlar bölümünün ordugahı duruyordu.

Çekişler’de fiyatlar çok yüksek olsa da ticaret çok hareketliydi. Bundan başka da istediğin ustayı bulmak mümkün oluyordu. Terzi, saatçi, birkaç haftalığına gelen fotoğrafçı hatta kuyumcu da hizmete hazırdı. Bizim kendi Borel’imiz (Paulina), kendi Palkin’imiz (Oganes) vardı. O Ermeni her yemek için altı üstü 30 köpük( Rus parası: 1 ruble, 100 köpük) alıyordu. Gıda maddeleri satan mağazaların daha ucuzları da vardı. Bu ucuz mağazaların çevresinde askerler daima kalabalıktı. Çarşıdan hareket zamanında gerekli olacak şeylerden istediğini satın alabilmek mümkündü. Tüccarların çoğu Ermeni idi, Ruslar çok değildi.

Çekişler’in bulunduğu yer çok alçaktaydı. Şiddetli fırtınalarda, denizden rüzgar estiği zamanlarda geniş arazilerin sular altında kaldığı vakitler az olmuyordu. Mesela eskiden beri burada yaşayanların anlattıklarına göre,1855 yılında büyük bir deniz kabarması olmuş ve 17 versta genişlikte bir alanı su basmıştı.

Müfrezemizin şansına, harekâtımız boyunca sadece 7 Haziran’da iki kez su kabarması oldu. Karargâhın bir kısmını kısa bir süre su bastı. Hiç kimsenin beklemediği bir anda, gecenin yarısında herkesin ağır uykuda olduğu bir sırada başlamıştı. O anda büyük bir şaşkınlık yaşandı. Süvari birliğindeki gürültü patırtı daha bir başka idi. İplerini koparan atlar dört bir yana dağılarak her önüne geleni yıkıp devirdiler.

Çekişler ve çevresinde toprak, toz ve iri taneli kumlardan oluşuyordu. Bazı yerleri de geniş çapta çoraktı. Çevrede nereye bakarsan bak, bitki veya ot görmek mümkün değildi. Bu durum, bu şartlarla ilk defa karşı karşıya gelen insanda çok olumsuz bir etki bırakıyordu. Çevrenin pembe-sarı renklerle ışıldaması çok sıkıcıydı.

Çekişler’in çevresi de böyleydi, gözün görebileceği başka bir şey yoktu. Bir yanı mavi deniz, bir yanı hiç bitmeyen çöl… Aktepe denilen tepe, siperden 12 km. uzaklıkta idi. Burası kireçli maddelerden oluşan, yerden epey yükseklikte (300 fit) kırlık bayır olup Rusya ile İran arasında sınır, sınır nişanı sayılıyordu.