Read only on LitRes

The book cannot be downloaded as a file, but can be read in our app or online on the website.

Read the book: «Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt», page 5

Font:

34. BÖLÜM

Daiyu’nün Baoyu’ye duyduğu büyük sevgi diğer kuzenini öfkelendirir.

Asılsız bir suçlama hak edilmemiş bir paylamaya yol açar.


Herkes çıkınca, Xiren, Baoyu’nün yatağının kenarına oturdu ve gözyaşları içinde neden böyle dayak yediğini sordu. Baoyu içini çekti

“Her zamanki şeyler. Soruyor musun? Vücudumun aşağısı çok acıyor, kırık falan var mı, bir baksana.” dedi.

Xiren nazikçe pantolonunu çıkarmaya çalıştı ama en ufak bir hareket bile Baoyu’nün dişlerini sıkıp inlemesine neden oluyordu; bu yüzden Xiren hemen vazgeçmek zorunda kaldı. Üç dört denemeden sonra çıkarmayı başardı. Gördüğü manzara karşısında kendisi de dişlerini sıktı. Kalçaları dört parmak genişliğinde siyahlık ve morluklarla doluydu.

“Ah anneciğim!” diye bağırdı Xiren. “Nasıl bu kadar acımasız olabildi? Çok fena vurmuş! Beni birazcık dinlemiş olsaydın, başına bunlar gelmeyecekti. Ömür boyu sakat kalabilirdin! Düşüncesi bile korkunç!”

Tam o sırada Baochai’in geldiğini haber verdiler. Baoyu’ye tekrar pantolonunu giydirecek zaman olmadığından, Xiren hafif bir örtü kapıp üzerine örttü. Baochai elinde büyükçe bir hapla içeri girdi.

“Bu akşam bu hapı şarapta eritip yaralarına sür.” dedi Xiren’e. “Çürüklerin kötü kanını dağıtıp iltihabı keser. Ondan sonra da hızla iyileşir.”

Sonra Baoyu’ye döndü.

“Şimdi biraz daha iyi misin?” diye sordu.

Baoyu teşekkür etti. Biraz daha iyi hissettiğini söyleyip yanına oturmasını istedi. Baochai onu gözleri açık ve yeniden konuşurken görünce çok rahatladı. Üzüntüyle başını salladı.

“Dediklerimize kulak verseydin, bunlar olmayacaktı.” diyerek içini çekti. “Yalnızca Büyükanne Jia ve Wang Hanım değil, herkes çok üzüldü, biliyorsun. Hatta…”

Duygularına kapıldığına pişman olup birden sustu, kızararak başını önüne eğdi. Baoyu onun içten ses tonundaki gizli duyguları hissetti; birden şaşkınlık içinde bocalayıp kızarınca ve başını eğip kuşağıyla oynayınca öyle dokunaklı göründü ki delikanlı sevinçten acısını bile unuttu.

“Birkaç bambu darbesi aldıysam ne olmuş?” diye düşündü. “Ama benim için nasıl da endişelenip üzüldüler! Ne kadar tatlı, sevimli, şirin ve asil kızlar! Ölsem kim bilir nasıl acı duyacaklar. Bunu görmek için bile ölmeye değer! İnsanın hayatının tutkularını kaybetmesi çok küçük bir bedel. Bu tatlı yaratıklar benim için üzüldüklerinde gurur ve mutluluk duymamak için nankör bir hortlak olmak gerekir!”

Baochai’in Xiren’e sorduğu soruyla kendisine geldi.

“Babasının aniden bu kadar öfkelenip onu dövmesinin sebebi ne?”

Xiren, Mingyan’den öğrendiklerini alçak sesle anlatırken, Baoyu de bu talihsizliğinde Jia Huan’ın rolünün olduğunu ilk kez öğrendi. Xiren, Xue Pan’in de işe karıştığından söz edince, Baochai mahcup olabilir diye endişelenerek hemen araya girip daha fazlasını anlatmasını engelledi.

“Kuzen Xue öyle bir şey yapmaz!” dedi çabucak. “Böyle korkunç iddialarda bulunmak ahmaklık!”

Baochai, kendi duygularını incitmekten korktuğu için Xiren’i susturduğunu anladı ve bu kadar düşünceli olmasına şaşırdı.

“Ne incelik!” diye düşündü. “Bu korkunç dayaktan sonra bütün acılarına rağmen başka birisinin kırılabileceğinden endişeleniyor! Bu hassasiyetinin hiç olmazsa bir kısmını hayattaki daha önemli şeyler için göstersen keşke, dostum, o zaman eniştem ne kadar mutlu olurdu! Hem o zaman belki de böyle korkunç şeyler yaşanmazdı. Tüm bu olanlardan sonra benim için bu hassasiyetin boşuna. Onun ne kadar kontrolsüz ve vahşi bir mizacı olduğunu bilmediğimi mi düşünüyorsun gerçekten? Pan’in isteklerinin önünde hiçbir şey duramaz! Qin Zhong için başına açtığı o korkunç belayı düşünsene! Üzerinden çok zaman geçti, eminim ki o zamandan beri daha da beter oldu!”

Böyle düşünüyordu ama sadece, “Etrafta suçlayacak birini aramaya gerek yok! Bana sorarsan, Kuzen Bao’nın böyle arkadaşlar edinmesi bile kendi başına eniştemi kızdırmaya yetiyor. Ağabeyim çok düşüncesiz olabilir ve sohbet esnasında ağzından Kuzen Bao ile ilgili bir şeyler kaçırmıştır ama bilerek sorun çıkarmadığından eminim. Öncelikle, Kuzen Bao’nın o aktörle dolaştığı konusunda söyledikleri doğru. İkincisi, ağabeyim ağzı sıkı biri değildir. Sen hayatın boyunca Kuzen Bao gibi hassas ve düşünceli biriyle yaşadın, Xiren. Ağabeyim gibi, sonuçlarına aldırmadan aklına geleni söyleyiveren, nezaketsiz ve patavatsız biriyle muhatap olmadın hiç.” dedi.

Baoyu, Xue Pan hakkındaki sözlerini kestiğinde, Xiren düşüncesizliğini hemen fark etti ve Baochai gücenmediği için şükretti. Baochai’in bu sözleri ise onu utandırdı, hiçbir şey diyemedi. Öte yandan Baochai’in dile getirdiklerini dinleyen Baoyu’nün, kısmen bu sözler çok yüce gönüllü ve asil olduğu, kısmen de yanlış düşünceleri kafasından attığı için, ruhu ve yüreği her zamankinden daha büyük bir heyecanla titredi. Tam bir şeyler söylemek üzereyken, Baochai gitmek üzere ayağa kalktı.

“Yarın yine seni görmeye gelirim. Şimdi dinlen ve iyileşmek için kendine fırsat ver. Xiren’e losyon yapması için bir şey verdim. Akşam yaralarına sürsün. İyileşmeni hızlandıracağına eminim.” dedi, kapıya doğru ilerlerken.

O çıkınca, Xiren yolcu etmek üzere arkasından koştu ve zahmet edip geldiği için teşekkür etti.

“Baoyu iyileşir iyileşmez, bizzat gelip teşekkür eder, küçük hanım.” dedi.

“Teşekkürlük bir şey yok.” dedi Baochai ve gülümseyip arkasını döndü. “İyice dinlenmesini ve hiçbir şey düşünmemesini söyle. İstediği bir şey olursa, bana gelebilirsin. Büyük Hanımefendi Jia, Wang Hanım ya da başka birine gitme, eniştem duyabilir. Şimdi bir sorun olmasa da başka bir zaman olabilir.”

Böyle deyip gitti ve Xiren, Baochai’in zarifliği karşısında yüreği minnetle dolu bir şekilde geri döndü. Baoyu’nün odasına girince, onun sessizce uzanıp düşüncelere daldığını gördü. Görünüşe bakılırsa, neredeyse uyumak üzereydi. Parmak uçlarına basarak, saçını yıkamak için çıktı.

Ama Baoyu için uzun süre sakin sakin yatmak çok zordu. Kalçaları sanki şişler ya da iğneler batıyor veya bıçak sokuluyor gibi sızlıyor; ateşte közleniyormuş gibi yanıyor; en küçük bir hareket acıyla bağırmasına yol açıyordu. Akşam oluyordu. Xiren gitmişti ama iki üç hizmetçi hâlâ kendisine refakat ediyordu. Onun için yapabilecekleri bir şey olmadığından, gidip gece hazırlıklarını yapabileceklerini söyleyip gönderdi onları. İstediği bir şey olursa seslenecekti. Bunun üzerine kızlar çıkıp onu yalnız bıraktılar.

Sonra uyuyakaldı. Rüyasında puslar içindeki Qiguan, Zhong-shun Prensi’nin başkâhyasının gelip kendisini yakaladığını söyledi, hemen ardından Jinchuan gözyaşları içinde nasıl boğulduğunu anlattı. Bu yarı uykulu, yarı uyanık hâl içinde, ne söylediklerine tam olarak dikkatini veremiyordu; o sırada birden birisinin kendisini ittiğini hissetti ve kulağının dibinde belli belirsiz bir ağlama sesi fark etti. İrkildi. Uyanıp gözlerini açtı. Lin Daiyu’ydü. Rüya olup olmadığından emin olmak için başını kaldırıp baktı. Şeftali gibi şişmiş bir çift göz ve yaşla ıslanmış bir yüzle karşı karşıya geldi. Daiyu olduğuna hiç şüphe yoktu. Biraz daha bakabilirdi ama doğrulma baskısı öyle şiddetli bir acıya neden oldu ki iniltiler içinde geriye doğru düştü.

“Gelmemeliydin.” dedi. “Güneş daha yeni battı, yerler hâlâ sıcaktır. Günün bu saatinde sıcak seni çarpabilir. Yediğim dayağa rağmen çok ağrım yok. Herkesi kandırmak için numaradan yaygara yapıyorum. Babam duysun diye ne kadar kötü olduğum konusunda dışarıya haber yaymalarını umuyorum. Gerçekten numara. Benim için endişelenme.”

Daiyu’nün hıçkırıkları artık duyulmaz olmuştu ama gözyaşlarını sessizce içine atmaktan boğulacak hâle gelmişti. Baoyu’ye söylemek istediği binlerce şey vardı ama bir süre mücadele ettikten sonra hıçkırıkların arasından sadece, “Artık değişirsin sanırım.” diyebildi.

“Merak etme, değişmem.” dedi Baoyu derin bir iç çekerek. “Böyle insanların uğruna can verilir. Beni öldürseler bile değişmem!”

Bu sözler ağzından çıktığı anda avluda birisinin sesini duydular.

“Bayan Lian geldi.”

Daiyu, Xifeng’ı görmek istemedi ve hemen ayağa fırladı.

Baoyu onu elinden yakaladı.

“Bu çok tuhaf! Şimdi durduk yere ondan niye çekiniyorsun?”

Kız sabırsızlıkla ayaklarını yere vurdu.

“Gözlerimin hâline baksana!” dedi. “Yine benimle dalga geçmelerini istemiyorum.”

Baoyu hemen elini bıraktı; Daiyu yatağın etrafından dolanıp arka avluya çıkarken, Xifeng ön kapıdan girdi.

“Biraz daha iyi misin?” diye sordu. “Yemek istediğin bir şey var mı? Varsa gelip benden almalarını söyle.”

Xifeng gider gitmez Xue teyze geldi, onun arkasından büyükannesi nasıl olduğunu öğrenmek için birisini gönderdi. Işıkların yakılma zamanı gelince, Baoyu birkaç kaşık çorba içtikten sonra bölük pörçük bir uykuya daldı.

Tam o sırada, Zhou Rui’in karısı, Wu Xindeng’in karısı, Zheng Haoshi’nin karısı ve geçmişte Baoyu ile çok ilgilenen konağın diğer kadın personeli, dayak yediğini duyup nasıl olduğunu görmeye geldiler. Xiren gülerek verandaya çıkıp onları karşıladı.

“Biraz geç kaldınız, hanımlar.” dedi onlara alçak sesle. “Yeni uykuya daldı.”

Onları dış odaya alıp çay ikram etti. Birkaç dakika orada sessizce oturduktan sonra, Xiren’den Baoyu uyanınca onu merak edip geldiklerini söylemesini rica edip kalktılar. Xiren ileteceğine söz verdi ve onları geçirdi. Tekrar içeri girmek üzereyken, Wang Hanım’ın gönderdiği bir kadın, hanımefendinin Baoyu’nün hizmetçilerinden birini görmek istediğini haber verdi. Xiren bir an düşündükten sonra eve girip Qingwen, Sheyue, Tanyun ve Qiuwen’i çağırdı.

“Hanımefendi birisini istemiş, ben gidiyorum. Burada kalıp yokluğumda etrafa göz kulak olun. Çok geç kalmam.” dedi.

Yaşlı kadının peşinden Bahçe’den çıktı ve Wang Hanım’ın avlunun ortasındaki dairesine gitti. Kanepenin üzerinde oturmuş palmiye yaprağından bir yelpazeyle serinlerken buldu onu. Hanımefendi gelenin Xiren olmasından pek memnun olmamış gibi görünüyordu.

“Diğerlerinden birini gönderseydin.” dedi. “Onu yalnız bırakıp gelmene gerek yoktu.”

Xiren rahatlatıcı bir şekilde gülümsedi.

“Efendi Bao uykuya daldı, hanımefendi. Bir şey isteyecek olursa, diğer kızlar ona bakabilecek durumdalar. Endişelenmenize hiç gerek yok. Belki söyleyeceğiniz önemli bir şey vardır diye başkasını göndermeyip bizzat gelmek istedim. Kızlardan birini gönderseydim, ne istediğinizi anlayamaz diye korktum.”

“Sana özel olarak söyleyeceğim bir şey yok.” dedi Wang Hanım. “Oğlumu sormak istemiştim. Ağrıları ne durumda?”

“Bayan Baochai’in getirdiği ilacı sürdükten sonra çok daha iyi oldu.” dedi Xiren. “Ondan önce o kadar kötüydü ki yatamıyordu ama şimdi mışıl mışıl uyuyabiliyor. İyileşmeye başladığını söyleyebiliriz.”

“Bir şey yedi mi?” dedi Wang Hanım.

“Büyük hanımefendinin gönderdiği çorbadan birkaç kaşık içti, o kadar. Susuzluktan kavrulduğundan şikâyetçi, biraz ekşi erik suyu istedi. Ama bunun kan durdurucu olduğunu düşündüm. Dayak yediği ve bağırmasına izin verilmediği için, bir sürü sıcak kan ve sıcak zehir iç organlarına doğru yürümüştür ve hâlâ kalbinin etrafında toplanmış olabilir. Eğer erik suyu içerse, bunları hareketlendirip onu daha ciddi hasta edebilir. Bunu ona anlatıp vazgeçirdim. Onun yerine gül şurubu içmeye ikna ettim, biraz su katıp verdim ancak yarım kâse içtikten sonra tadının iğrenç olduğunu söyleyip bitirmedi.”

“Ah canım, keşke bana daha önce söyleseydin.” dedi Wang Hanım. “Geçen gün birisi bize kokulu çiçek suyu göndermişti. Aslında birazını size gönderecektim ama ziyan olur diye düşündüm, göndermedim. Madem gül şurubunu beğenmedi, sana biraz ondan vereyim de götür. Bir fincan suya bir çay kaşığı katacaksın. Çok lezzetli.” Sonra Caiyun’e dönüp, “Geçen gün gönderilen çiçek suyu şişelerini getir.” dedi.

“İki tane yeter.” dedi Xiren. “Yoksa ziyan olur. Biterse gelip biraz daha alırım.”

Caiyun hemen gidip uzun bir süre gelmedi. Sonunda her biri yaklaşık sekiz santim uzunluğunda iki cam şişeyle geri döndü, Xiren’e verdi. Vidalı kapakları ve sarı etiketleri vardı. Birisinin üzerinde ‘Saf Osmantus Suyu,’ diğerinde de ‘Saf Gül Suyu’ yazıyordu.

“Ne kadar küçükmüş şişeler!” dedi Xiren. “İçindekiler azıcıktır. Herhâlde çok değerli.”

“İmparator için özel yapılmış.” dedi Wang Hanım. “Sarı etiketlerin anlamı bu. Daha önce hiç görmedin mi? Dikkatli kullan, ziyan etme.”

Xiren öyle yapacağına söz verdi ve gitmek üzere harekete geçti.

“Bir dakika!” dedi Wang Hanım. “Sana sormak istediğim bir şey daha var.”

Xiren döndü. Wang Hanım etrafına bakınıp odada kimse olmadığından emin olduktan sonra, “Bugün Huan’ın Beyefendi Zheng’a söylediği bir şeyden dolayı Baoyu’nün dayak yediği konuşuluyordu. Sen böyle bir şey duydun mu? Duyduysan ne olduğunu bana söyle. Bunun için velvele yapmam. Senden öğrendiğimi kimse bilmeyecek.” dedi.

“Hayır, duymadım.” dedi Xiren. “Benim duyduğuma göre Efendi Bao bir prensin sarayındaki bir aktörü alıkoymuş, onlar da gelip beyefendiye anlatmışlar.”

“Evet, nedenlerden biri buymuş. Ama bir sebebi daha varmış.”

“Diğerini ben bilmiyorum, hanımefendi.” dedi Xiren. Başını önüne eğdi ve gitmek için bir an tereddüt etti. “Acaba hanımefendiye açıkça bir şey söyleme cüretini gösterebilir miyim?” dedi biraz bocalayarak.

“Lütfen söyle.”

“Umarım bunu küstahlık olarak görüp bana kızmazsınız.” dedi sinsi bir gülümsemeyle.

“Tabii ki hayır! Ne demek istiyorsan söyle?”

“Şey, aslında, Efendi Bao’nın cezalandırılması gerekiyordu. Eğer beyefendi onu terbiye etmezse, gelecekte neler olur kim bilir.”

Wang Hanım bunu duyunca ellerini kenetleyip, pek nadir görülen bir sıcaklıkla, “Buda aşkına! Sevgili çocuğum, tamamen aynı fikirdeyim. Senin de anladığına çok memnun oldum. Elbette Baoyu’nün disipline ihtiyacı olduğunu çok iyi biliyorum. Efendi Zhu’ya karşı ne kadar sert olduğumu görenler bunun farkındadırlar. Ama şimdiki hoşgörüm için bazı nedenlerim var. Elli yaşında bir kadın artık başka bir çocuk sahibi olmayı bekleyemez, Baoyu de benim tek oğlum. Çok güçlü bir çocuk değil ve Büyükanne Jia ona çok düşkün. Ben de sert olmayı göze alamıyorum. Bir oğul daha kaybetmeyi de! Büyük hanımefendiyi kızdırmayı ve bütün ev halkını üzmeyi de! Bu yüzden şımardı. Onu azarlıyorum, yalvarıyorum, kızıyorum, gözyaşı döküyorum ama kısa bir süre düzeliyor, sonra yine eski hâline dönüyor. Ona ulaşmayı başaramadığımı biliyorum. Öğrenmeden önce biraz sıkıntı çekmesi gerektiğinin farkındayım ama bu da çok aşırı! Ya bu dayağı atlatamasaydı, ne olacaktı? Benim hiçbir dayanağım kalmaz.” dedi ve ağlamaya başladı.

Hanımının bu hâli Xiren’e dokundu, onun da gözyaşları süzüldü.

“O sizin oğlunuz, elbette üzülürsünüz.” dedi. “Onunla birkaç yıldır beraber olan biz hizmetçiler bile endişeleniyoruz. Elimizden gelen tek şey, görevimizi yapmak ve olabildiğince sorunsuz idare etmek ama böyle şeyler yaptığında bu bile mümkün olmuyor. Artık değişmesi gerektiğini hep söylüyorum ona. Her gün, her saat konuşuyorum. Ama faydası yok. Dinlemiyor. Tabii bu insanlar ona bu kadar yaltaklanınca, onlarla gezip dolaştığı için onu çok da suçlamamak lazım. Biz onu ikna etmeye çalıştıkça sabrı taşıyor. Şimdi siz konuyu açınca, sizin tavsiyelerinizi almak istediğim, uzun süredir beni endişelendiren bir konu aklıma geldi. Ama yanlış anlamanızdan korkuyorum çünkü o zaman sadece boşuna konuşmuş olmakla kalmayıp, yatacak mezar da bulamayacağım…”

Wang Hanım bunun ardında önemli bir şeyler olduğunu anladı.

“Ne söylemeye çalışıyorsun, çocuğum?” dedi yumuşak bir tonda. “Son zamanlarda birçok kişi senden övgüyle söz ediyor. Bence bunun nedeninin Baoyu’ye iyi bakmaya ve herkese karşı nazik olmaya özel olarak itina göstermen. Ufak tefek düşüncesizlikler önemli değil. Zaten bu yüzden sana yaşlı dadılardan biriymişsin gibi davranıyorum. Şimdi bazı prensiplerin olduğunu da görüyorum, fikirlerin de benimkilere uyuyor. Eğer bana söyleyecek bir şeyin varsa duymak isterim. Ama başka kimseyle bu konuyu konuşmamalısın!”

“Sormak istediğim şey, Efendi Bao’nın ileride tekrar Bahçe’den taşınmasını sağlamak için bana ne tavsiye edersiniz?”

Wang Hanım irkildi ve dehşet içinde Xiren’in eline yapıştı.

“Umarım Baoyu kızlardan birine korkunç bir şey yapmıyordur!” dedi.

“Yo, hanımefendi, hayır! Beni yanlış anlamayın sakın!” dedi Xiren çabucak. “Onu kastetmedim. İzninizle söyleyeyim, Efendi Bao ve küçük hanımlar artık yetişkin oluyorlar ve her ne kadar kuzen olsalar bile, cinsiyetleri farklı. Böyle iç içe yaşamaları, özellikle de farklı sülalelerden olan Bayan Lin ve Bayan Bao için, bazen biraz uygunsuz olabiliyor. İnsan ister istemez rahatsızlık duyuyor. Hatta dışarıdan bakan birisine çok tuhaf bir aile izlenimi veriyor. Ne derler bilirsiniz: ‘En kötüsü için hazırlıklı olmak en iyisi.’ Düşünmeden yaptığımız bazı masum şeyler, başka birinin hayal âleminde yanlış anlaşılıp korkunç bir şey olarak anlatıldığı zaman, sayısız aksilikler baş gösterir. Böyle şeylerin olmaması için tetikte olmak zorundayız; hele de Efendi Bao gibi farklı karakteri olan biri bütün zamanını kızlarla geçirirken. Etrafta bu kadar insan varken ve bazıları da olmaları gerektiği kadar iyi niyetli değilken, tedbirsiz bir anımızda, kötü olsun ya da olmasın, en ufacık bir şey yapması bir skandala neden olur. Bazı insanlar nasıldır bilirsiniz. İnsanlar iyi niyetliyse sizi yere göğe sığdıramazlar ama değillerse o zaman vay hâlinize! İnsanlar Efendi Bao hakkında iyi şeyler söylüyorlarsa, kendimizi şanslı sayabiliriz. Ama yaptığı en ufak bir şey insanların kötü konuşmalarına meydan verirse, Efendi Bao’nın bedeninin lime lime ve kemiklerinin un ufak edilmesi bir yana, ömür boyu itibarı mahvolur ve hem sizin hem de Beyefendi Zheng’ın bunca fedakârlığı ve çabası boşa gider. ‘Mükemmel bir insan önceden tedbir alır.’ derler. Şimdiden gerekli adımları atmamız, bizi böyle şeylere karşı korumuş olmaz mı? Elbette ki siz çok meşgul olduğunuzdan her şeyi düşünmeniz beklenemez; benim de hiç aklıma gelmeyebilirdi ama madem geldi size söylememek hata olurdu. Son zamanlarda gece gündüz aklımdan çıkmıyor. Kimselere anlatamıyorum. Size daha önce söylemememin sebebi, bana kızacağınızdan korkmamdı.”

Xiren’in yanlış anlamalar ve skandallar hakkında söyledikleri, Jinchuan olayında olanlara o kadar uyuyordu ki Wang Hanım yıldırım çarpmışa döndü. Ama düşününce, kendisi adına bu kadar endişelenen bu kızcağıza karşı sevgi ve minnet duydu.

“Sezgilerin ne kadar da kuvvetli, canım, her şeyi bu kadar ince düşünmüşsün!” dedi. “Bu mesele benim de aklıma geldi tabii ama başka şeyler çıkınca unutmuştum, şimdi bana hatırlattın. İtibarımızı düşünmene çok memnun oldum. Çok iyi bir kızsın sen. Şimdi gidebilirsin. Sanırım artık ne yapacağımı biliyorum. Ama gitmeden önce bir şey daha var. Benimle bunları konuştuğuna göre, artık Baoyu’yü tamamen senin ellerine bırakıyorum. Ona çok dikkat et, olur mu? Onun için yapacağın her şeyi benim için de yaptığını unutma. Sana ne kadar minnettar olduğumu göreceksin.”

Xiren bu sözlerin ağırlığını tartarak bir süre başını eğip durdu.

“Hanımefendinin benden istediklerini yerine getirmek için elimden geleni yapacağım.” dedi.

Odadan ayrılıp düşünceler içinde Kızıl Neşe Avlusu’na döndü. Gittiğinde Baoyu yeni uyanmıştı. Xiren ona çiçek suyundan söz edince çok sevinip hemen biraz hazırlamasını istedi. Çok lezzetliydi. Sürekli Daiyu’yü düşünüyor, birini göndermek istiyordu ama Xiren’in karşı çıkmasından korkuyordu. Onu ekarte etmek için Baochai’den kitap almaya gönderdi. O gider gitmez, Qingwen’i çağırdı.

“Git, bak bakalım Bayan Lin ne yapıyor?” dedi. “Beni sorarsa daha iyi olduğumu söyle.”

“Bir bahane olmadan oraya gidemem ki. Söylemek istediğiniz bir şey yok mu?”

“Yok.” dedi Baoyu.

“O zaman götüreceğim bir şey verin. Ya da soracağım bir şey düşünün. Yoksa onu görünce ne diyeceğim?”

Baoyu biraz düşündükten sonra uzanıp eski mendillerinden ikisini aldı, gülümseyerek kıza fırlattı.

“Tamam. Bunları ona gönderdiğimi söyle.”

“Ne acayip bir hediye!” dedi Qingwen. “Sizin eski mendillerinizi ne yapsın? Onunla dalga geçtiğinizi sanıp yine üzülecek.”

“Hayır, üzülmez.” dedi Baoyu. “ O anlar.”

Qingwen tartışmanın gereksiz olduğunu düşünüp mendillerle beraber Bambu Evi’ne doğru gitti. Orada Chunxian’yi veranda parmaklıklarına ıslak mendilleri asarken buldu. Kız onun avluya girdiğini görünce eliyle gitmesini işaret etti.

“Uyuyor.”

Qingwen ona aldırmayıp içeri girdi. Lambalar yakılmadığı için oda karanlıktı. Yatakta uyanık olarak uzanan Daiyu’nün sesi geldi.

“Kim o?”

“Qingwen.”

“Ne istiyorsun?”

“Efendi Bao size mendil gönderdi, küçük hanım.”

Daiyu afalladı. Bu hediyeyi biraz şaşırtıcı bulup ne anlama geldiğini merak etti.

“Herhâlde çok güzeller.” dedi. “Ona biri vermiş olmalı. Söyle ona, başka birisine versin. Şu anda bana lazım değil.”

Qingwen güldü.

“Yeni değiller, küçük hanım. Her gün kullandıklarından.”

Bu daha da şaşırtıcıydı. Daiyu bir süre düşündü. Sonra birden anladı.

“Koy bir yere. Sonra da gidebilirsin.” dedi.

Qingwen mendilleri bırakıp çıktı. Kızıl Neşe Avlusu’na giderken yolda olanlara bir anlam vermeye çalıştı ama başaramadı.

Bu arada Qingwen’in anlayamadığı mesaj Daiyu’yü çelişkili duygular içine soktu.

“Çok mutluyum.” diye düşündü. “Kendi dertlerinin arasında benim sıkıntılarımın nedenini bile anlıyor. Aynı zamanda üzgünüm çünkü sıkıntılarımın nasıl sona ereceğini bilmiyorum. İki kullanılmış mendil hediyesiyle benim duygularımı tatmin etmeye çalışıyor olmalı, yoksa çok saçma olurdu! Ama yine de gizlice bana hediye göndermesi beni korkutuyor. Sürekli gözyaşı döküp durmamın boşuna olduğunu düşündükçe utanıyorum.”

Böyle düşünüp dururken, içindeki heyecan ateşi dile getirilmek için çırpındı. Hizmetçilerin ne düşüneceklerine aldırmadan, bir lamba istedi ve masasına oturup biraz mürekkep öğüttü, fırçasını yumuşattı ve mendillerin üzerine şunları yazdı:

 
Bu yersiz gözyaşlarımı görünce,
Sorarsın kim için akıyor gizlice.
İpek mendiller ne zarif hediye,
Derinleştirir kasvetimi sadece.
 
 
Gün boyu hüzünle inci yaşlar dökerim,
Ya da gece yatağımda uykusuz dönerim;
Yastığımı lekelemesin diye yaşlarım,
Bu hediyelerin üzerine yağdırırım.
 
 
Hiçbir ipek ipliğe dizilmez gözyaşlarım,
Her bir tuzlu iz silinir geçtikçe yıllarım.
Binlerce bambu büyür penceremin önünde,
Gözyaşımın izleri mi görünen üzerinde?
 

İkinci mendilin yarısına kadar yazmıştı ve bir başka dörtlüğe hazırlanıyordu ama bütün vücudunun ateşler içinde olduğunu ve yüzünün yandığını fark etti. Makyaj masasına gidip aynanın ipek örtüsünü kaldırdı. Yanaklarının şeftali çiçeklerinden daha kırmızı olduğunu gördü ama bunun ciddi bir hastalığın ilk belirtileri olduğunu fark etmeden, elinde mendillerle yatağına gidip rüyalarda kayboldu.

***

Daiyu ve mendillerinden Xiren’e dönelim. Hatırlanacağı gibi kitap almak üzere Baochai’e gönderilmişti. Oraya vardığında, Baochai Bahçe’de değildi, annesine gitmişti. Eli boş dönmek istemediğinden geri gelmesini bekledi. Kız birinci saatin başında geldi. Ağabeyini gayet iyi tanıyan Baochai, daha hiçbir şey duymadan da Baoyu’nün başına gelenlerde onun parmağı olduğundan şüphelenmişti. Xiren’in söyledikleri de zaten var olan şüpheyi doğrulamıştı. Ama Xiren, Mingyan’den duyduklarını aktarmıştı; Mingyan hiçbir kanıtı olmadan sadece tahminlerini söylemişti. Herkesin kafasında şüphe olarak başlayan şey kesinliğe dönüşmüştü. İşin tuhafı, geçmişte yaptıklarıyla ondan şüphelenmelerine neden olan kötü ününe rağmen bu sefer gerçekten tamamen masumdu ama herkes onun suçlu olduğuna sarsılmaz şekilde inanıyordu.

Bu yanlış anlamanın muhatabı olan Xue Pan, o gece dışarıda âlem yaptıktan sonra, eve sarhoş döndü. Annesini selamladı, kız kardeşinin de orada olduğunu görünce ona da tutarsız bir şeyler söyledi. Sonra birden aklına bir şey geldi.

“Baoyu’nün başı derde girmiş.” dedi. “Ne oldu?”

Bu kadarı Xue teyze için çok fazlaydı. Zaten için için kaynayan kadın öfkeyle patladı.

“Utanmaz hain! Ne yüzle bunu sorabiliyorsun? Senin başının altından çıktığını bal gibi biliyorsun.”

Xue Pan hayretler içinde kadına bakakaldı.

“Ne demek istiyorsun?”

“Masum numarası yapma bana!” dedi annesi. “Herkes senin söylediğini biliyor.”

“Ah, demek herkes benim birisini öldürdüğümü söylese, ona da inanacaksın.”

“Kardeşin bile senin yaptığını biliyor. Herhâlde ona da yalancı demeyeceksin.”

Baochai hemen lafa karıştı.

“İkiniz de bağırmayın! Biraz daha sakin olursanız, doğruya varma şansınız olur.” dedi ve ağabeyine döndü. “Senin suçun olsa da olmasa da her şey yaşandı, bitti. Şimdi bağrışmanın bir yararı yok. Benim sana tavsiyem, bundan sonra haylazlık yapma ve başkalarının işlerine karışma. Sen böyle yaptıkça bir gün bir şeylerin olacağı kesin. Öyle düşüncesiz bir yaratıksın ki bir şey olduğunda, masum da olsan insanlar hemen senden şüpheleniyorlar. Ben bile!”

Xue Pan bütün hatalarına rağmen içten ve dobra bir adamdı; bir meseleden devekuşu gibi kaçmaya alışkın değildi. Baochai’in haylazlık konusundaki eleştirisi ve kendi patavatsızlığı yüzünden Baoyu’nün dayak yediği konusunda annesinin ısrarı sabrını taşırdı. Heyecanla fırlayıp, masum olduğuna dair en ciddi ve büyük yeminler ederek karşı çıktı.

“Hakkımda bu hikâyeleri uyduranı bir elime geçirirsem!” diye bağırdı. “Suratını dağıtacağım! Baoyu’ye yaranmak için beni şamar oğlanı olarak kullandıkları çok açık. Kim ki o? Deva Kral mı? Ne zaman babası birkaç fiske vursa, bütün ev halkı günlerce ortalığı velveleye veriyor. Bir keresinde Zheng Enişte yaptığı bir şey yüzünden onu dövdüğünde, Büyük Hanımefendi Jia bunun altında Kuzen Zhen’in olduğuna hükmetmişti. Zavallı adamı apar topar karşısına getirtip azarlamıştı. Bu sefer de beni bu işe karıştırmak istiyorsunuz. Peki o zaman, umurumda bile değil! Gidip onu geberteyim, sonra bana ne istiyorsanız onu yapın!”

Böyle haykırarak kapının demirini kapıp tehdidini gerçekleştirmek için harekete geçti. Ama çılgına dönen annesi onu yakalayıp gitmesine engel oldu.

“Seni aptal yaratık!” dedi. “Kimi öldürmeye kalkıyorsun? Birini öldüreceksen benden başla!”

Xue Pan’in öfkesi öyle bir noktaya geldi ki gözleri yuvalarından fırladı.

“Ne saçma!” diye kükredi. “Hem gidip işini bitirmeme izin vermiyorsun hem de bu yalanları uydurarak beni kışkırtmaktan vazgeçmiyorsun. Bu çocuğun yaşamaya devam ettiği her gün benim dırdırlara ve yalanlara bir gün daha katlanmam demektir. En iyisi ikimiz de ölelim ve buna bir son verelim!”

“Biraz kendine hâkim ol!” dedi Baochai, annesinin onu zapt etme çabalarına katılarak. “Zavallı annemin ne kadar üzüldüğünü görmüyor musun? Her şeyi daha da berbat edeceğine onu sakinleştirmeye çalışman lazım.”

“Ah evet! Şimdi böyle söylüyorsun ama ona anlatıp bütün bunları başlatan sensin, değil mi?”

“Sen anca beni suçlarsın!” dedi Baochai. “Bu kadar düşüncesiz olduğun için senin hiç mi suçun yok, boşboğaz?”

“Düşüncesiz mi?” dedi Xue Pan. “Ya sorun çıkarıp duran Baoyu? Bir örnek vereyim sana. Önceki gün Qiguan ile aralarında olanı anlatayım. Belki onunla on kere karşılaşmışımdır ama bir kere bile bana yaranmaya çalıştığını görmedim. Ama Baoyu o gün onu ilk kez görmesine rağmen Qiguan ona kuşağını verdi. Bu da mı benim kabahatim?”

Annesi ve kardeşi çok öfkelendiler.

“Ne güzel bir örnek! İşte bu yüzden dayak yedi zaten. Şimdi söyleyenin sen olduğun anlaşılıyor.”

“Bu kadarı insanı deli etmeye yeter!” dedi Xue Pan. “Haksız yere suçlanmak değil beni çıldırtan, Baoyu için bu kadar kıyamet koparmanız!”

“Kıyamet koparan kim?” dedi Baochai. “Demiri kapıp gitmeye kalkışan sensin, şimdi bize mi diyorsun?”

Xue Pan, Baochai’in kendince haklılığını ve onu çürütmenin annesinden daha zor olduğunu görebiliyordu. Bu yüzden de onu susturacak bir şeyler bulmaya çalıştı; böylece itiraz edilmeden istediğini söyleyebilecekti. Bu, ağzından çıkanların ciddiyetini tartamayacağı kadar büyük bir öfkeyle birleşince, bağışlanamaz bir kinayeye yol açtı.

“Peki, kardeşim.” dedi. “Benimle tartışmana hiç gerek yok. Ben senin derdini iyi biliyorum. Annem, Bay Doğru’nun ağzındaki değerli taşla senin altın kolyenin çok uygun olduğunu bana çok önceleri söylemişti; tabii hâliyle şimdi sen Baoyu’nün boynunda taşıdığı o lanet şeyi görünce onu savunmak için elinden geleni yapıyorsun.”

Baochai önce öfkeden konuşamadı. Sonra annesine sarılıp ağlamaya başladı.

“Dediklerini duyuyor musun, anne?”

Kardeşinin gözyaşlarını gören Xue Pan çok ileri gittiğini fark ederek asık suratla kendi odasına çekilip yattı.

Kendisi de sinirden titreyen Xue teyze kızını yatıştırmaya çalıştı.

“Biliyorsun, bu canavar hep saçmalayıp durur.” dedi. “Yarın senden özür dilemesini söylerim.”

Baochai, annesini üzme korkusuyla dile getiremediği bir kırgınlık ve öfke içinde kalakaldı. Gözyaşları içinde iyi geceler dileyip Bahçe’deki odasına gitti ve bütün geceyi ağlayarak geçirdi.

Ertesi gün erkenden kalktı. Sabah bakımını yapamayacak kadar keyifsiz bir hâlde, sadece kendisine biraz çekidüzen verip annesine doğru yola koyuldu. Giderken, çiçek açmış bir ağacın altında kendi başına duran Daiyu’yü gördü.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Daiyu.

“Anneme.” diye cevap verdi, yoluna devam ederken.

Daiyu onun ne kadar keyifsiz olduğunu ve bütün gece ağlamış gibi gözlerinin şiştiğini fark etti.

“Kendine iyi bak, kuzen! Hasta olma!” diye seslendi arkasından, neşeyle. “İki fıçı gözyaşı döksen bile, o dayağın acısını geçiremezsin!”

Baochai’in verdiği cevap için bir sonraki bölümü okumalısın.

Age restriction:
0+
Release date on Litres:
09 August 2023
Volume:
3 p. 5 illustrations
ISBN:
978-625-6862-35-7
Publisher:
Copyright holder:
Elips Kitap