Read only on LitRes

The book cannot be downloaded as a file, but can be read in our app or online on the website.

Read the book: «Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt», page 3

Font:

Xiangyun kızın saflığı karşısında kahkahasını tutamadı.

“Sana daha önce de söyledim, çok konuşuyorsun!” dedi. “Şimdi sana bunu nasıl açıklayacağıma bir bakalım. Dünyadaki her şey Yin ve Yang denilen ikili prensiple şekillenir. Yani iyi ya da kötü, tuhaf ya da harika olsun meydana gelen her şey, bu iki gücün olumlu ya da olumsuz etkisine bağlıdır. Kimsenin daha önce görmediği en nadir, en tuhaf şeyler için de bu geçerlidir.”

“Dediğine göre, dünyanın başlangıcından bugüne kadar var olan her şey Yin ve Yang’dı.”

“Hayır, aptal!” dedi Xiangyun. “Konuştukça saçmalıyorsun! O kadar çok Yin ve Yang olabilir mi? Aslına bakarsan Yin ve Yang tek ve aynı şeydir. Birisinin bittiği yerde diğeri başlar. Ama biri sona erince öbürü yoktan var olur anlamına gelmiyor.”

“Bu benim için fazla karışık!” dedi Cuilu. “Ne biçim şey bu Yin ve Yang? Bir biçimleri var mı? Hiç gören olmuş mu? Sadece bunu söyle. Neye benziyorlar?”

“Yin ve Yang bir tür doğal kuvvet.” dedi Xiangyun. “Her şeye kendi ayırt edici biçimini verir. Örneğin, gökyüzü Yang, yeryüzü Yin’dir; su Yin, ateş Yang’dır; güneş Yang, ay Yin’dir.”

“Ah evet! Şimdi anladım.” dedi Cuilu, sevinçle. “Demek bu yüzden yıldız falcıları güneşe ‘Yang yıldızı,’ aya da ‘Yin yıldızı’ diyorlar.”

“Buda’ya şükür! Sonunda anladın!”

“O kadar zor değilmiş! Peki, ya sivrisinek, pire, tatarcık, bitki, çiçek, tuğla, kiremit gibi şeyler? Onlar için de Yin ve Yang var mı?”

“Var tabii! Örneğin yaprak. Yin ve Yang diye ikiye ayrılıyor. Gökyüzüne doğru bakan, üst kısmı Yang, yere bakan, alt kısmı Yin.”

“Anlıyorum. Evet.” diyerek başıyla onayladı Cuilu. “Peki, elimizdeki yelpazeler? Herhâlde onlar için Yin ve Yang yoktur?”

“Var. Ön tarafı Yang; arka tarafı Yin.”

Cuilu tatmin olup başını salladı yine. Soracağı başka nesneler düşündü ama o anda aklına gelmeyince ilham almak için etrafına baktı. O sırada hanımının kuşağına takılı olan altın Tekboynuz gözüne takıldı.

“Peki, hanımım.” dedi eliyle işaret ederek. “Şunun için de Yin ve Yang olduğunu söylemeyeceksin herhâlde?”

“Elbette. Kuşlar ve hayvanlarda erkekler Yang, dişiler Yin’dir.”

“O zaman bu Yang mı, yoksa Yin mi?”

“Yine başlama, aptal kız!” diye bağırdı Xiangyun.

“Tamam, boş ver! Ama her şey için Yin ve Yang varsa, ya biz insanlar?”

“Git şuradan seni sefil şey!” diye bağırdı Xiangyun, tükürerek. “Artık çok ileri gidiyorsun!”

“Neden söylemiyorsun? Neyse, ben biliyorum. Bana bu kadar kötü davranmana gerek yok.”

Xiangyun gülmemek için kendisini tuttu.

“Ne biliyormuşsun bakalım?”

“Sen Yang’sın, ben Yin.” dedi Cuilu.

Xiangyun mendilini ağzına kapatıp kahkaha attı.

“Doğru, değil mi?” diye ısrar etti Cuilu. “Nesi komik?”

“Evet, evet!” dedi Xiangyun. “Çok doğru.”

“Hep öyle demezler mi?” dedi Cuilu. “Efendi Yang’dır; hizmetçi Yin. Ben bile bu kuralı biliyorum.”

“Bildiğinden eminim! Çok güzel.”

Onlar böyle konuşurlarken, gül çardağının kenarında parlayan bir şey Xiangyun’ün gözüne takıldı. Parmağıyla Cuilu’ya işaret etti.

“Gidip baksana, neymiş.” dedi.

Cuilu hemen gidip aldı.

“Ha, ha!” dedi, elindeki nesneyi inceleyerek. “Yang mı, yoksa Yin mi şimdi göreceğiz.”

Böyle dedikten sonra Xiangyun’ün kuşağındaki Tekboynuz’u alıp yakından baktı. Xiangyun elindekini görmek istedi ama Cuilu izin vermedi.

“Gösteremem, hanımım, benim definem.” dedi gülerek. “Ne komik! Nereden geldi acaba? Burada böyle bir şey takan kimse görmedim.”

“Hadi! Göstersene!” dedi Xiangyun.

“İşte!” dedi Cuilu, avucunu açarak.

Xiangyun baktı. Çok güzel, ışıl ışıl, altın bir Tekboynuz’du, kendisininkinden daha büyük ve süslüydü. Uzanıp elinden aldı, avucunun içine koyup bir süre sessizce baktı. Her ne düşündüyse, Baoyu’nün ani gelişiyle yok olup gitti.

“Bu kavurucu güneşin altında durmuş ne yapıyorsunuz?” diye sordu Baoyu. “Neden Xiren’i görmeye gitmedin?”

“Gidiyorduk.” dedi Xiangyun, hemen altın Tekboynuz’u saklayarak.

Üçü beraber Kızıl Neşe Avlusu’na girdiler. Xiren, giriş merdivenlerinin altındaki verandanın parmaklıklarına dayanmış, hava alıyordu. Xiangyun’ü görür görmez, karşılamaya gitti. Onu elinden tutup eve doğru yöneltti. Giderken, neşeyle görüşmeyeli neler yaptıklarını konuştular.

“Daha önce gelmeliydiniz.” dedi Baoyu, içeri girip oturdukları zaman. “Burada senin için sakladığım güzel bir şey var, vermek için gelmeni bekliyordum.”

Bunu söylerken ceplerini karıştırıyordu. Aradığı şeyi bulamayınca, çok şaşırdı.

“Hayret!” Sonra Xiren’e döndü. “Başka bir yere mi kaldırdın?”

“Neyi?” diye sordu Xiren.

“Geçen gün aldığım altın Tekboynuz’u.”

“Her yere yanında götürüyordun. Neden bana soruyorsun?” dedi Xiren.

Baoyu üzüntüyle ellerini kenetledi. “Ah, kaybettim! Şimdi nereden bulacağım?”

Çıkıp aramak için ayağa kalktı. O anda Xiangyun biraz önce dışarıda buldukları o Tekboynuz’u Baoyu’nün düşürdüğünü anladı.

“Ne zamandan beri sendeydi?” diye sordu.

“Birkaç gün oluyor. Tüh! Bir daha onun gibisini bulamam. Asıl sorun, ne zaman kaybettiğimi bilmemem. Ah! Ne aptalım!”

“Bir süs eşyası için mi bu kadar üzülüyorsun?” diye sordu Xiangyun. “Neyse ki daha önemli bir şey değilmiş!” Sonra avucunu açtı. “Bak! Bu mu yoksa?”

Baoyu görünce çok sevindi.

Devamı gelecek bölümde anlatılıyor.

32. BÖLÜM

Baoyu yanlış kişiye itirafta bulununca şaşkına döner.

Utanç Jinchuan’ı intihara sürükler.


Altın Tekboynuz’u gören Baoyu’nün çok sevindiğini söylemiştik. Uzanıp Xiangyun’den hevesle aldı.

“Senin bulmam şaşılacak şey! Neredeydi?”

“Neyse ki kaybettiğin şey buymuş. Bir gün resmî mührünü kaybedersen, o zaman ne olacak?”

“Ah, resmî mühür de bir şey mi?” dedi Baoyu. “Böyle bir şeyi kaybetmek çok daha önemli.”

Bu arada Xiren çayları koyuyordu.

“Önceki gün güzel haberlerini duydum.” dedi Xiangyun’e çayını verirken. “Tebrikler!”

Xiangyun kızardığını göstermemek için fincanının üzerine eğildi ve cevap vermedi.

“Utanacak ne var?” dedi Xiren. “Yıllar önce Büyükanne Jia’nın dairesindeki küçük oyukta beraber yattığımız bir gece bana söylediklerini unuttun mu? O zamanlar utanmıyordun. Şimdi birdenbire ne oldu?”

Xiangyun’ün yüzü daha da kızardı. Zoraki bir şekilde gülümsedi.

“Hâlâ onu mu söylüyorsun?” diye karşı çıktı. “O zamanlar ne kadar yakındık. Sonra amcamın ilk karısı ölünce, ben eve dönmek zorunda kaldım; seni de Kuzen Bao’ya verdiler. Neden bilmem ama ondan sonra ne zaman buraya gelsem, seni bana karşı değişmiş buluyorum.”

Şimdi kızarıp itiraz etme sırası Xiren’e gelmişti.

“Asla!” dedi Xiren. “Burada yaşamak için ilk geldiğinde hep bana ‘kardeşim,’ ‘sevgili kardeşim’ derdin. Saçını taramamı ya da yüzünü yıkamamı istediğinde tatlı dille söylerdin. Ama şimdi her şey değişti. Artık genç bir hanım oldun, değil mi? Hem bana bir hanım gibi davranıp hem de aynı samimiyette olmamı bekleyemezsin.”

“Buda aşkına! Bu haksızlık!” dedi Xiangyun, gerçekten içerleyerek. “Sana hanım gibi davranmaktansa ölmeyi tercih ederim. Bu korkunç sıcakta buraya kadar geldim ve ilk görmek istediğim kişi sen oldun. Bana inanmıyorsan Cuilu’ya sor. O sana söylesin. Evde hep seni ne kadar özlediğimi söylüyorum.”

Xiren ve Baoyu güldüler.

“Üzme kendini, şaka yaptım! Ne telaşelisin.”

“Söylediğin şeyin ne kadar yaralayıcı olduğunu kabul etmeyip bir de bana telaşeli mi diyorsun?”

Bunu söylerken ipek mendilin düğümünü açıp küpelerden birini çıkardı. Xiren’e verince genç kadın çok duygulandı.

“Aslında benim aynısından vardı.” dedi. “Geçen gün küçük hanımlara gönderdiğinde bana vermişlerdi. Ama özellikle buraya kadar getirdiğin için çok düşüncelisin! Demek beni unutmadın! Böyle küçük şeyler bile nasıl biri olduğunu gösteriyor. Çok büyük bir değeri olmadığını biliyorum. Önemli olan ardındaki düşünce.”

“Gönderdiğimi sana kim verdi?” diye sordu Xiangyun.

“Bayan Baochai.” dedi Xiren.

“Ah!” dedi Xiangyun. “Demek Bayan Bao’ymış, ben de Bayan Lin olduğunu sanmıştım. Evdeyken Baochai’in bütün kuzenlerimin içinde en iyisi olduğunu düşünürdüm. Aynı anneden doğmamamız ne üzücü! Kardeş olsaydık, o zaman yetim olmak o kadar kötü bir şey sayılmazdı.”

Bunları söylerken, göz kapakları kızardı, neredeyse ağlayacaktı.

“Tamam, tamam!” diye bağırdı Baoyu. “Böyle konuşma!”

“Niye ki?” dedi Xiangyun. “Ben senin derdini biliyorum. Kuzen Lin duyar, Kuzen Bao’yı övdüğüm için yine bana kızar diye korkuyorsun. Bu yüzden endişeleniyorsun, değil mi?”

“Ah Bayan Yun! Hâlâ eskisi gibi dobrasın!” dedi Xiren, gülerek.

“Hep söylerim, siz kızlarla konuşmak ne kadar da zor!” dedi Baoyu. “Haklıymışım!”

“Böyle konuşup da beni kızdırma, kuzen. Bizimle dilediğin şekilde konuşabilirsin ama Kuzen Lin’e karşı dikkatli olmalısın.”

“Boş ver bunu şimdi!” dedi Xiren. “Senden bir şey isteyeceğim.”

“Nedir o?” dedi Xiangyun.

“Bir çift terlik yapmaya başlamıştım ama son bir iki gündür pek iyi olmadığımdan bitiremedim. Senin yapacak zamanın var mı?”

“Ne tuhaf bir istek!” dedi Xiangyun. “Onca becerikli hizmetçinin haricinde, bu evde tüm gün çalışan terzileriniz ve nakışçılarınız var. Neden benden istiyorsun? Onlar seni geri çevirmezler ki?”

“Ne diyorsun sen?” dedi Xiren. “Bu dairedeki dikiş işlerinin hiçbiri terziler tarafından yapılmıyor. Bunu biliyor olmalısın.”

Xiangyun bu terliklerin Baoyu için olduğu sonucunu çıkardı.

“Peki.” dedi. “O zaman senin için ben yaparım. Ama bir şartla: Eğer sen giyeceksen. Başkası içinse yapamam.”

“Yok artık!” dedi Xiren. “Senden kendim için terlik isteyecek değilim ya! Dürüstçe söylemek gerekirse benim için değil ama kim için olduğunu da sorma. Bana bir iyilik yaptığını düşün.”

“Mesele o değil.” dedi Xiangyun. Geçmişte senin için bir sürü şey yaptım. Bu sefer neden yapmak istemediğimi bilmen gerekir.”

“Üzgünüm ama bilmiyorum.” dedi Xiren.

“Senin için yaptığım yelpaze kılıfını kendisininkiyle karşılaştırılınca öfke nöbeti geçirip, makasla paramparça eden birisini duydum. Her şeyi biliyorum, o yüzden bana karşı çıkma sakın! Durum böyle olunca, benden bunu yapmamı bekliyorsan, bana köle muamelesi yapıyorsun demektir.”

“Ben o zaman kılıfı yapanın sen olduğunu bilmiyordum.” diye araya girdi Baoyu hemen.

“Gerçekten bilmiyordu.” dedi Xiren. “Çok ince ve orijinal iğne işi yapabilen birisini bulduğumuzu ve o yelpaze kılıfını da deneme olarak ona yaptırdığımızı söylemiştim. Dediğime inandı ve herkese göstererek dolaştı. Maalesef bu, bildiğin o kişiyi rahatsız etti ve makası alıp parçaladı. Sonra Baoyu aynı kişinin başka bir tane daha yapmasını isteyince, senin yaptığını söyledim. O zaman çok üzüldü.”

“Yine de bence çok tuhaf bir istek bu!” dedi Xiangyun. “Madem Bayan Lin bir şeyleri kesebiliyor, o zaman senin için dikebilir de. Neden ondan istemiyorsun?”

“Ah, yapmaz ki!” dedi Xiren. “Hem o yapsa bile, Büyükanne Jia yorulur diye izin vermez. Doktorlar sakin bir şekilde dinlenmesini söylediler. Bu işle onu sıkıntıya sokmak istemem. Küçücük bir cüzdanı işlemesi tam bir yıl sürmüştü. Son altı aydır eline iğne aldığını görmedim.”

Bir haberle gelen bir hizmetkâr konuşmalarını böldü.

“Refah Sokağı’ndan Bay Jia geldi. Beyefendi, küçük beyin onu karşılamasını istiyor.”

Söz konusu Bay Jia’nın Jia Yucun olduğunu anlayan Baoyu biraz huzursuz oldu ve gitmek istemedi. Ama Xiren hemen kıyafetlerini getirmek için fırladı. Baoyu oturup çizmelerini giyerken homurdandı.

“Babamın ona eşlik etmesi yeterdi. Neden her seferinde beni görmek istiyor?”

Xiangyun onun memnuniyetsizliğine güldü.

“İnsanları ağırlamakta çok iyi olduğundan eminim.” dedi. “Bu yüzden Beyefendi Zheng seni istiyor.”

“Bu mesaj babamdan gelmedi.” dedi Baoyu. “Kendisi uydurdu.”

“ ‘Ev sahibi kibar olunca misafir eksik olmazmış.’ ” dedi Xiangyun. “Demek ki seni görmekten memnun oluyor, yoksa istemezdi.”

“Pek kibar sayılmam, yine de teşekkürler.” dedi Baoyu. “Pisliğin tekiyim. Ayrıca böyle insanlarla bir arada olmak da istemiyorum.”

“Hiç değişmedin.” diyerek iç çekti Xiangyun. “Artık büyüyorsun, böyle mevki sahibi ve idareci insanlarla olabildiğince çok görüşmen lazım. Kendin memuriyet imtihanlarına girip idareci olmak istemesen bile, İmparatorluk’un nasıl ve kimler tarafından yönetildiği konusunda bu insanlarla konuşmakla, ileride kendi işlerini idare ederken ve toplumda yerini aldığında çok işine yarayacak bir sürü şey öğrenirsin. Bu şekilde bir iki tane düzgün ve saygıdeğer arkadaş bile edinirsin. Bütün zamanını biz kızlarla geçirerek hiçbir yere varamazsın.”

Baoyu bu konuşmadan hiç hoşlanmadı.

“Sen de gidip başka birinin yanında otur, küçük hanım.” dedi. “Senin gibi düzgün ve saygıdeğer birisinin burada kirlenmesini istemem.”

“Onu ikna etmeye çalışma, küçük hanım.” dedi Xiren. “Geçen sefer Bayan Bao da denedi, duygularına bile aldırmadan, ona da böyle kaba davrandı. Kızın daha lafı bile bitmeden kalkıp odadan çıktı. Zavallı Bayan Bao! Utancından kıpkırmızı oldu. Ne diyeceğini bilemedi. Neyse ki Bayan Lin değildi. Yoksa ağlamalar, meseleyi uzatmalar, neler neler olurdu! Bu gibi durumlarda Bayan Bao’nın tavrına gerçekten hayranım. Bir süre durup kendisini toparladı, sonra sessizce odadan çıktı. Ben kırıldığını düşünüp çok üzüldüm. Ama sonra hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Tam bir hanımefendi, iyi huylu ve hoşgörülü. İşin komik tarafı, o zamandan beri küçük bey ondan uzak duruyor. Hâlbuki her zaman tepeden bakan ve onu hiçe sayan Bayan Lin olsaydı, etrafında dolanıp özür üstüne özür dilerdi.”

“Sen hiç Bayan Lin’in böyle saçma sapan şeyler söylediğini duydun mu?” dedi Baoyu. “Yapsaydı, onunla olan ilişkimi çoktan keserdim.”

Xiren ve Xiangyun başlarını sallayarak güldüler.

“Demek ‘saçma sapan’ öyle mi?” dediler.

***

Daiyu, Xiangyun geldiğine göre, Baoyu’nün hiç zaman kaybetmeden ona altın Tekboynuz’dan söz edeceğini tahmin etti. Bu onu birtakım düşüncelere soktu. Son zamanlarda Baoyu’nün anlattığı ve kendisinin de hevesli bir müşterisi olduğu aşk hikâyelerinde, kahramanları bir araya getiren şey, her zaman ya bir süs eşyası ya küçük bir giysi ya bir çift muhabbetkuşu veya Zümrüdüanka takısı, bir yüzük, altın bir toka, ipek bir mendil ya da işlemeli bir kuşak oluyordu. Bu talihli kişilerin kaderi ve ilerideki mutluluğu bu tür ıvır zıvıra bağlı olduğundan, Baoyu’deki altın Tekboynuz’un da kendisinden ani bir şekilde kopup, Xiangyun ile birlikteliğinin başlangıcı için bir vesile olabileceğini sanması doğaldı. Baoyu ve Xiangyun de okuduğu o aşk hikâyelerindeki bütün güzel şeyleri yapacaklardı. Bu endişeler içinde gizlice Kızıl Neşe Avlusu’na doğru gitti; ikisinin birbirlerine nasıl davrandıklarını görmek ve kendi hareketlerini ona göre şekillendirmek niyetindeydi. Tam içeri girmek üzereyken, Xiangyun’ün Baoyu’ye toplumsal zorunluluklar üzerine verdiği dersi ve Baoyu’nün de ona “Kuzen Lin böyle saçma sapan şeyler söylemez; yapsaydı, onunla olan ilişkimi çoktan keserdim.” dediğini duydu. Mutluluk, dehşet, üzüntü ve pişmanlık karışımı duygular sardı her yanını.

Mutlu oldu çünkü demek ki onun hakkındaki düşüncelerinde yanılmamıştı. Onu her zaman gerçek dostu olarak görmüş ve haklı çıkmıştı.

Dehşete kapıldı çünkü eğer kendisini başkalarının yanında böyle açık açık övüyorsa, içtenliği ve sevgisi önünde sonunda şüphe uyandırıp, yanlış anlaşılacaktı.

Pişmanlık duydu çünkü eğer kendisinin gerçek dostuysa, o zaman kendisi de onun gerçek dostuydu ve ikisi mükemmel bir uyum oluşturuyorlardı. Madem öyle, neden hep “altın ve yeşim taşı” lafları ediliyordu? Bütün bu konuşmalar olmak zorundaysa, neden altın kolye Baochai yerine kendisinde değildi?

Üzgündü çünkü annesi ve babası çok erken yaşta ölmüştü ve kalbine gömdüğü duyguları konusunda danışabileceği hiç kimsesi yoktu. Ayrıca son zamanlarda başı dönüp duruyordu ve hastalığı onu giderek daha çok etkiliyordu; doktorlar zayıflığının ve kansızlığının bir verem başlangıcı olabileceğini söylüyorlardı. Dolayısıyla Baoyu’nün gerçek aşkı olsa bile, onu bekleyemeyeceğinden korkuyordu. Birlikte olsalar da Baoyu onun kaderini değiştiremezdi.

Böyle düşünürken yaşlar yanaklarından aşağı süzülmeye başladı. İçeri girecek hâlde olmadığını hissederek, geri döndü.

Baoyu üstünü değiştirmiş, evden çıkıyordu. Daiyu’nün önünde ağır ağır yürüdüğünü görünce hareketlerinden gözyaşlarını sildiğini anlayıp hızla ona yetişti.

“Nereye gidiyorsun, kuzen? Yine mi ağlıyorsun? Bu sefer kim canını sıktı?”

Daiyu dönüp bakınca Baoyu olduğunu gördü.

“Çok iyiyim.” dedi zoraki gülümseyerek. “Niye ağlayayım ki?”

“Baksana hâline! Yüzün hâlâ ıslak. Neden yalan söylüyorsun?”

Gözyaşlarını silmek için içgüdüsel olarak elini uzattı. Daiyu birkaç adım geriledi.

“Delirdin mi sen? Kafanı kopartırlar! Ellerine hâkim ol!” dedi.

“Affedersin. Duygularıma kapıldım. Kafam hiç aklıma gelmedi!” dedi Baoyu, gülerek.

“Unutmuşum.” dedi Daiyu. “Kafanı kaybetmen bir şey değil. Asıl önemli olan altın kolyeyi ve Tekboynuz’u kaybetmemek!”

Bu sözler Baoyu’yü deli etti. İyice yanına yaklaştı.

“Beni lanetlemek için mi böyle konuşuyorsun? Yoksa kızdırmak mı istiyorsun?”

Son kavgalarını hatırlayan Daiyu düşüncesizce bu konuyu yeniden açtığına pişman olup, kendisini affettirmeye çalıştı.

“Tamam, sinirlenme. Öyle söylememeliydim, o kadar önemli değil! Şu hâline bak! Alnındaki damarlar şişmiş, yüzün ter içinde.”

Böyle diyerek uzanıp terini sildi. Baoyu bir an hiç kıpırdamadan ona baktı.

“Merak etme!” dedi sonra.

Daiyu de bir süre sessizce ona baktı.

“Neden merak edeyim?” dedi sonunda. “Seni hiç anlamıyorum. Ne demek istediğini açıklar mısın?”

Baoyu iç çekti.

“Gerçekten anlamıyor musun? Bunca zamandır sana karşı olan duygularımda yanılmış olabilir miyim? Ben de senin duygularına giremediysem, sürekli olarak bana kızıp durmana şaşmamak gerekir.”

“Ama ‘merak etme’ diyerek neyi kastettiğini gerçekten anlamıyorum.” dedi Daiyu.

Baoyu tekrar içini çekip başını salladı.

“Dalga geçme, sevgili kuzen! Benim ne dediğimi anlamadıysan, sadece sana olan duygularımda yanılmakla kalmam, senin duyguların da boşa gitmiş demektir. Öyle çok endişeleniyorsun ki kendini hasta ediyorsun. Her şeyi bu kadar ciddiye almasan, hastalığın da gün geçtikçe kötüleşmezdi.”

Daiyu yıldırım çarpmışa döndü. Âdeta zihnini okumuştu; iç organlarını çıkarıp önüne koysaydı, ancak bu kadar iyi görebilirdi. Şimdi ona söylemek istediği bin tane şey vardı ama çok istese de tek kelime bile edemiyor; sessizce yüzüne bakıp ahmak gibi dikiliyordu.

Baoyu’nün de söyleyeceği binlerce şey vardı ama o da sesini çıkarmadan Daiyu’ye bakıyor, nereden başlayacağını bilemiyordu. İkisi böyle birbirine bir süre baktıktan sonra, Daiyu derin bir iç geçirdi. Gözlerinden yaşlar süzüldü ve arkasını dönüp yürüdü. Baoyu arkasından koşup elbisesinden yakaladı.

“Kuzen, dur bir dakika! Bir şey söylememe izin ver.”

Daiyu bir eliyle gözlerini silerken, diğeriyle de Baoyu’yü itti.

“Söyleyecek bir şey yok. Ne diyeceğini biliyorum zaten.”

Böyle dedikten sonra hızla dönüp gitti; arkasına bile bakmadı. Baoyu hayretle ona bakarak, olduğu yerde kalakaldı.

Evden aceleyle çıktığı için yelpazesini almayı unutmuştu. Xiren o olmadan çok bunalacağını düşünerek, hemen arkasından fırladı ama biraz ileride Daiyu ile konuştuğunu görünce durdu. Kısa bir süre sonra Daiyu yürüyüp gitti, Baoyu ise olduğu yerde hareketsiz duruyordu. Xiren de yanına gidip konuşmak için o anı seçti.

“Yelpazeni almadan çıkmışsın.” dedi. “İyi ki fark ettim. Al. Sana vermek için koştum, geldim.”

Hâlâ şaşkın bir hâlde orada duran Baoyu, Xiren’in kendisiyle konuştuğunu gördü ama kim olduğunu algılayamadı. Gözlerinde yine aynı bakışla konuşmaya başladı.

“Sevgili kuzen! Sana karşı hislerimi daha önce söylemeye cüret edemedim. Şimdi bütün cesaretimi toplayıp söylüyorum, sonra ne olursa olsun. Senin yüzünden ben de kendimi hasta ettim; kimselere söyleyemedim, sessizce katlanmak zorunda kaldım. Sen iyileştiğin gün ben de iyileşeceğim, buna inanıyorum. Gece gündüz, uyurken ve uyanıkken, hep aklımdasın.”

Xiren bu itirafı şaşkınlık içinde dinledi.

“Merhametli Buda, beni koru!” diye bağırdı. “Bu beni öldürecek!” Baoyu’yü sarstı. “Neler diyorsun sen? Büyü mü yaptılar sana? Acele etsen iyi olur!”

Baoyu kendisine gelince, konuştuğu kişinin Xiren olduğunu gördü. Utançtan kıpkırmızı oldu ve yelpazeyi elinden kapıp kaçtı.

***

Baoyu gittikten sonra, Xiren az önce söylediklerini düşündü ve Daiyu için olduğunu anladı. Eğer ikisinin arasında olanlar Baoyu’nün sözlerinin ifade ettiği gibiyse, çirkin bir skandal çıkmasının muhtemel olduğunu hissetti ve bunu önlemek için ne yapabileceğini merak etti. Tıpkı Baoyu gibi, o da hiçbir şey görmeden ve kıpırdamadan durmuş düşünüyordu. O anda gelen Baochai onu bu hâlde buldu.

“Bu kızgın güneş altında durmuş ne düşünüyorsun?” diye sordu, gülerek.

Xiren de güldü.

“İki serçe kavga ediyordu. Öyle komiklerdi ki durup onları seyrettim.” dedi.

“Kuzen Bao sokak kıyafetlerini giymiş, hızla nereye gidiyordu?” diye sordu Baochai. “Seslenip soracaktım ama son zamanlarda o kadar aksi ki soramadım.”

“Beyefendi çağırmış.” dedi Xiren.

“Ya! Bu sıcakta neden acaba? Umarım bir şeye sinirlenip onu cezalandırmak için çağırmamıştır.”

“Yok, ondan değil. Sanırım bir misafir gelmiş.”

“Galiba düşüncesiz bir misafir.” dedi Baochai. “Böyle kavurucu bir günde, evinde kalıp serinleyeceğine gelip insanları rahatsız ettiğine göre.”

“Bunu ona söyle bakalım!” dedi Xiren, gülerek.

“Xiangyun senin orada ne yapıyordu?” diye sordu Baochai, konuyu değiştirerek.

“Biraz sohbet ettik.” dedi Xiren. “Benim yaptığım terlikleri biliyorsun, dikip tamamlamasını rica ettim ondan.”

“Sen akıllı bir kadınsın.” dedi Baochai, sağına soluna bakıp kimse olmadığından emin olunca. “Birkaç dakika onu rahat bırakacak kadar düşünceli olmanı beklerdim. Son zamanlarda Yun’ün hâline ve etraftan duyduklarıma bakılırsa, evde artık bir hanım gibi değilmiş. Ailesi masrafları kısmak için terzi çalıştırmıyormuş, bütün dikiş işlerini kendileri yapıyorlarmış. Eminim bu yüzden, son ziyaretlerinde benimle yalnız kaldığında, evde ne kadar yorulduğundan söz edip duruyordu. Onu konuşturmak için sıkıştırdığımda, gözleri yaşarıyor, kaçamak cevaplar veriyordu; söylemek istiyor ama cesaret edemiyordu. Bu kadar genç yaşta anne ve babasını kaybetmek çok zor olmalı. Bu kadar sömürülmesine çok üzülüyorum.”

“Anlıyorum!” dedi Xiren ellerini kavuşturarak. “Geçen ay on tane kelebek fiyongu yapmasını istediğim zaman, neden o kadar geç gönderdiği şimdi anlaşılıyor. Sadece şöyle bir tutturduğunu, işe yarayacağını umduğunu, yoksa kalmaya geldiğinde daha iyisini yapacağını söylemişti. Demek bundanmış. Ben rica edince reddedemedi ama sanırım zavallıcık onları yapmak için gece geç saatlere kadar uğraşmak zorunda kaldı. Ah, ne aptalım! Bilseydim hiç istemezdim.”

“Geçen sefer geldiğinde, gece yarılarına kadar oturup dikiş dikmesinin normal olduğunu söyledi.” dedi Baochai. “Eğer evdeki kadınlar onun başkaları için dikiş diktiğini görürlerse kızıyorlarmış.”

“Ama öyle aksi ve inatçı bir küçük beyimiz var ki kendi dikişlerinin evdeki terziler tarafından yapılmasını istemiyor. Büyük ya da küçük, her türlü iş illa ki kendi odasında yapılacak, ben hepsiyle başa çıkamıyorum.”

Baochai güldü.

“Neden onu dikkate alıyorsun ki? Ona söylemeden terzilere yaptırabilirsin, senin yaptığını söylersin.”

“Onu kandırmak o kadar kolay mı?” dedi Xiren. “Farkı hemen anlar. Hiç kaçış yok. Kendim yavaş yavaş yapmaya devam edeceğim.”

“Bir dakika!” dedi Baochai. “Bu konuda bir çare düşünelim. Ben sana yardım edeyim.”

“Gerçekten mi?” dedi Xiren. “Yaparsan çok memnun olurum. O zaman bu akşam getiririm.”

Onlar konuşurken yaşlı bir hizmetçi büyük bir heyecan içinde koşarak geldi.

“Korkunç bir şey!” dedi. “Jinchuan durduk yere kuyuya atlayıp boğulmuş!”

“Hangi Jinchuan?” dedi Xiren, irkilerek.

“Burada kaç tane Jinchuan var ki? Hanımefendiye hizmet eden Jinchuan tabii ki; önceki gün işten kovulmuştu. Evde ağlayıp durmuş ama kimse umursamamıştı. Sonra birden ortadan kaybolmuş. Şimdi birisi güneydoğudaki kuyudan su çekmeye gidince, kuyuda birini görmüş, hemen yardım çağırmış; çıkardıklarında Jinchuan olduğunu görmüşler. Onu kurtarmak için çok uğraşmışlar ama çok geçmiş. Ölmüş!”

“Ne tuhaf!” dedi Baochai.

Xiren başını sallayıp içini çekti. Yanaklarından yaşlar süzüldü. Jinchuan’la ikisi kardeş gibiydiler. O Kızıl Neşe Avlusu’na dönerken, Baochai de Wang Hanım’a başsağlığı dilemeye gitti.

***

Wang Hanım’ın dairesi tuhaf derecede sessizdi; hanımefendi de kendi odasında yalnız başına oturmuş ağlıyordu. Baochai ziyaret nedenini söylemek için uygun bir zaman olmadığını düşünerek, sessizce yanına oturdu.

“Nereden geliyorsun?” diye sordu Wang Hanım.

“Bahçe’den.”

“Bahçe’den demek. Kuzenin Baoyu’yü gördün mü?”

“Giyinmiş gidiyordu ama nereye olduğunu bilmiyorum.”

Wang Hanım başını sallayıp iç çekti.

“Bilmem duydun mu; bugün çok tuhaf bir şey oldu. Jinchuan kuyuya atlayıp intihar etti.”

“Çok şaşırtıcı!” dedi Baochai. “Neden böyle bir şey yaptı ki?”

“Önceki gün benim bir şeyimi kırmıştı; ben de bir anlık öfkeyle ona vurdum ve kovdum. Sadece bir iki gün cezalandırmak istemiştim. Sonra tekrar geri alacaktım. Kendisini kuyuya atacak kadar bana kızdığı hiç aklıma gelmedi. Benim suçum!”

“Senin gibi iyi yürekli birisinin böyle hissetmesi gayet doğal, teyze.” dedi Baochai. “Ama bence Jinchuan öfke yüzünden intihar etmedi. Muhtemelen kuyunun yanında oynuyordu ve kazayla kayıp içine düştü. Burada çalışırken istediğini yapamıyordu, dışarıdaki ilk günlerinde etrafta gezinmesi normal. İntihar edecek kadar sana kızmış olması için makul bir neden yok. Eğer öyleyse, o zaman aptalın teki olduğunu ve onun için üzülmene değmeyeceğini söyleyebilirim!”

Wang Hanım iç çekti ve şüpheyle başını salladı.

“Belki dediğin gibidir ama yine de içim rahat değil.”

“Bunun için bir neden yok, teyze!” dedi Baochai. “Eğer o kadar çok üzülüyorsan, cenazesi için ailesine fazladan birkaç tael verirsin. Böylelikle hanımı olarak manevi yükümlülüklerinden fazlasını yerine getirmiş olursun.”

“Annesine elli tael verdim zaten.” dedi Wang Hanım. “Kızların dolabından iki yeni kıyafet de vermek istemiştim ama kuzenin Lin’den başka hiçbirinin yeni bir şeyi yoktu. Ona yaş günü için iki yeni takım yaptırmıştık ama öyle hassas bir çocuk ve hayatında öyle hastalıklar, öyle talihsizlikler oldu ki onun yaş günü için dikilen bir kıyafetin bir ölüye giydirilmesinden batıl inanca kapılabilir diye korktum; onun için terzilerden hemen yeni bir şey dikmelerini istedim. Tabii başka bir hizmetçi olsaydı, annesine birkaç tael verir, konuyu kapatırdım. Ama Jinchuan sadece bir hizmetçi değildi, o kadar uzun zamandır benimleydi ki neredeyse kızım gibiydi.”

Böyle söylerken tekrar ağlamaya başladı.

“Terzileri acele ettirmeye gerek yok.” dedi Baochai. “Benim kendim için diktiğim iki kıyafetim var. Neden onları verip bu sıkıntıdan kurtulmuyorsun? Jinchuan geçmişte benim bir iki eski elbisemi giymişti, onun için bunlar ona tam gelir.”

“Çok düşüncelisin ama batıl inancın yok mu?” dedi Wang Hanım.

Baochai güldü.

“Merak etme, teyze. Böyle şeylere hiç aldırmam.”

Bunun üzerine kalktı ve kıyafetleri getirmeye gitti. Wang Hanım iki hizmetçisini peşinden gönderdi. Baochai geri gelince, Baoyu’yü annesinin yanında oturmuş ağlarken buldu. Belli ki Wang Hanım bir şey için onu azarlıyordu ama Baochai gelir gelmez susmuştu. Gördüğü manzara ve duyduğu bir iki kelimeden neler olduğu konusunda bir fikir sahibi oldu. Kıyafetleri Wang Hanım’a verdi, o da gelip alsın diye Jinchuan’ın annesini çağırttı.

Bundan sonra olanlar gelecek bölümde.

Age restriction:
0+
Release date on Litres:
09 August 2023
Volume:
3 p. 5 illustrations
ISBN:
978-625-6862-35-7
Publisher:
Copyright holder:
Elips Kitap