Read only on LitRes

The book cannot be downloaded as a file, but can be read in our app or online on the website.

Read the book: «Benim Güzel Hatalarim»

Font:

Hatalarımdan asla pişman değilim!

Hayatım boyunca birçok hata yaptım. Hiç girmek istemeyeceğim yanlış işlere bulaştım. Düştüm, kalktım, düştüm sonra yine kalktım, sonra yine yine yine… Evet, beni sevenlerin yüreklerine kaldırım taşlarını döşediğim oldu, sıcak koyunlarından ansızın çıkıp gitmelerim de. Ama şu an düşündüğümde ne hissediyorum biliyor musun?

Hatalarımdan asla pişman değilim! Asla…

Çünkü onlar benim güzel hatalarımdı. Yaşanması gereken, yaşanan ve kefaleti ödenen hatalarımdı. Evet, seni de üzdüm biliyorum. Evet, belki de hatanın en büyüğü bendeydi bu ayrılığın. Hatta bu aşk ayinin günahkârı da bendim, kabul ediyorum. Ama biliyor musun artık ben, senden daha da temizim. Kefaletimi gözyaşlarımla, rengi acısından da kırmızı damlayan yaralarımla, uykuya hasret gecelerimle, küllüğümü izmarit mezarlığına dönüştüren hasretinle ödedim. Şimdi tüm bunların üstüne, ne sana ne de bir başkasına yedirtmem hatalarımı.

Birçok yanlışımın olduğu doğrudur. Ama benim en büyük hatam neydi biliyor musunuz? Güvenmek… Çok çabuk güveniyorum insanlara, biriyle biraz zaman geçirdikten sonra, masumluğuna aldanıp güvenebiliyorum. Çünkü ben insanları galiba kendim gibi sanıyorum. Hepimiz bundan dolayı kaybetmiyor muyuz zaten? Onları sevdiğimiz kadar, onlar da bizleri seviyor sanıyoruz. Biz onlara kıyamadığımızı düşünürken sanıyoruz ki; onlar da bizler için aynısını düşünüyor. Maalesef hiçbir şey sandığımız gibi gitmiyor.

Kime kıyamadıysak, sırtımızda bir bıçak darbesi…

Kimi sevdiysek kalbimizde terk edilmişliğin o ağır yükü vardı…

Demem o ki; yanlışlarımız her zaman olacak bu hayatta. Ama yine de hatalarını sevmeli, onlara sahip çıkmalı ve asla ah etmemeli… Yaşanması gereken ne varsa yaşandı. Sevabıyla, günahıyla… Artık bulunduğun anın en saf ve temiz halindesin. Gözyaşların bırak aksın. Sen akıttığın damlalar kadar güçlüsün bu hayatta. Seni yaptıklarından dolayı suçlu gösterenler olursa, onları da sakın umursama.

Çünkü sen hatalarınla güzelsin…

“Seninle yürüdüğümüz o yollarda, saflarımızı hep sıkı tutardık. Korkardık aramıza rüzgârın dahi girmesinden. Yollar hala aynı yollar ama sen yoksun. Ve şehrin tüm poyrazı sol yanıma vuruyor.

Kendi kişisel tarihime not:

Yaptığın hatalardan dolayı pişmanlık duymak, seni üzmek isteyen insanlara karşı gardını indirmek olduğunu anla. Hatalarını her zaman sev. Zira, onların sana verdiği acılara dayandığın kadar güçlüsün bu hayatta.

Senin için çaldığına inandığın şarkıların aslında seni yaralamaktan başka bir amaca hizmet etmediğinin farkına var. Çünkü her ayrılığın bir şarkısı vardır bu hayatta. Ve duyduğun her şarkı, günün birinde ayrılığı hatırlatacak sana.

Düştüğünde gözyaşlarını silmen için sana mendil uzatan insanlardan uzak dur. Gözyaşları da tükenir elbet. Onun yerine yerden kaldırmak için sana sarılan insana ver kendini delice.

Yaşanmışlıklarının acısını iliklerine kadar hisset ve onları sar, sarmala. Ama tek bir yaşanmamışlığın dahi yasını tutma. Zira onlar virüs gibidir. Zamanla yaşanmışlıklarını dahi zehirler.

Ve her şeyi kaybettiğini düşündükleri anda, aslında senin kazandığını unutma. Çünkü azaldın, içindeki fazlalıklardan kurtuldun. Sadece kendinlesin ve bu senin galibiyetin. Artık hiç kimse sende olmayanı alamayacak.

Gemi her an batacakmış duygusuyla yaşamayı bıraktım artık. Çünkü anladım ki, nasibi aşk olanın, pusulası rüzgâr bile olsa, varır o limana.

Sonu üç noktalı cümleler…

Kendi ellerimle kazdım bu mezarı ben, biliyorum. Senin inşa ettiğin ne varsa yıkıp, içine gömdüm. Bunun için artık sitemlerim gereksiz. Hak ettiğim yerde hak etmediğim senli düşleri kurmam yersiz. Eğer bir gün olur da seninle aynı düşün baharında yolumuz kesişirse işte bu yüzden yolunu değiştirmelisin. Çünkü ben her zaman senin baharına kışı müjdeleyen yağmurlar olacağım sevgilim…

Saatlerle de bu aralar aram hiç iyi değil. Gitmem gereken yerlere geç kalır oldum. Ne zaman kahvemi hazırlasam, içtiğimde sıcaklığından eser kalmıyor. Tadındaysa sensizliğin o acı hali… Oysa hiç geç kalmazdım ben hayata. Olmam gereken yerde hep hazır olurdum. Şehrin betonarme manzaralı kafelerindeki buluşmalarımıza hep on dakika önce gelirdim. Kahvemse hep ısıtırdı dudaklarımı. Anlıyorum ki tüm geç kalmışlığımı sende tükettim sanırım.

Artık yokluğunda hayatım, yazılarım gibi sonu üç noktalı cümlelerle dolu. Devamı gelecekmiş gibi duran ama devamsızlığında yok olan…

Haklıyım

Ümitsiz olmakta haklıyım arkadaş.

Hatalarımı özlemekte bile haklıyım.

Kadere isyanımda, kendi yazgımı çizdiğim günleri düşlemekte, insanlara güvenememekte, kilometrelerce yenen tırnaklarımda, hatta her gece kalem sarhoşu olmakta haklıyım.

Olmuyor işte!

Çünkü eksilmedim, tükendim…

Çünkü hayatın bana sunduğu güzel olan, siyah beyaz ruhuma renk getiren her ne varsa, benden alıp götürdüklerinin yerini bir türlü dolduramıyor.

Yazılmamış sözler arıyorum, ya da hiç gidilmemiş diyarlar.

Sen benim en ağır keşkemsin

Bugün izlediğim bir filmin sahnesinde, hastanede yatan adamın sevdiği kadına söylediği şu sözlere takılı kaldı zihnim;

“Günün birinde bitkisel hayata girerse yahut felç geçirirse bu beden; beni böyle görmene dayanamam. Öldür beni!”

Düşündüm. Bugüne kadar sana böyle güzel sözler söyleyemediğimi fark ettim. İçten içe kızdım kendime. Gerçi sen sevgi sözlerine karşı halimi hep ketumluğuma yormuş olsan da, aslında ben seni seviyorum diyebilmeyi inan çok denedim. Lakin ne zaman sana karşı duygularımı söylemeye kalksam kelimeler boğazıma kadar gelip orada yumru oluyordu adeta. Bir el hep tutuyordu sözleri. Bu, kazanamayacağımı bildiğim bir savaşa yeniden yeniden girmek gibiydi. O elle savaştım biteviye. Ama sonunda kaybeden hep ben oldum.

Ne isterdim biliyor musun?

Keşke şimdi yanımda sen olsan, gözlerimiz kesişse aynı sokak lambasının altında, gölgelerimizin birbiriyle olan dansına benim şu sözlerim eşlik etse;

“Seni seviyorum…”

Hızımı alamasam, yılların verdiği tüm birikmişliğimi boşaltsam bir anda;

“Seni seviyorum… Seni seviyorum… Seviyorum…”

Fakat işte bazı hataların telafisi hayallerde bile olmuyor. Bunun için anın sunduğu güzel olan ne varsa yaşamalı. Çünkü bazı amaların keşkesi çok ağır oluyor.

Ve sen benim en ağır keşkemsin…

Bu arada bizim filmimizdeki adam sevdiği kadına şöyle haykırıyor;

“Çok sağlıklıyım sevgilim. Eğer geri dönmezsen, öldür beni.”

Aslında çok fazla bir şey istemiyorum. Sadece dizime kadar sana battım. Gelip beni kurtarsana…

Unutmak da can yakar bazen

Bir an gelir, yaptıklarına karşı sevdiğinin gözleri kör olur. Görünmek için tüm çabaların beyhudedir. Sevmenin bütün dillerinin kullansan da duyuramazsın sesini. Çünkü onun dili lal olmuştur. Sen de zamanla dayanamaz, mücadelenden vazgeçersin. Yüreğin yana yana, kabuk tutmayan yaralarını yeniden yara yara vazgeçersin. En sonunda ise bu vazgeçişin tarihin kara defterine kişisel bir hata olarak yazılır.

Oysa ben, vazgeçmekten bile vazgeçtim artık.

Kimseye var olduğumu ispatlama gibi bir kaygı barındırmıyorum. Hafifim. Sonbaharda düşen yapraklar kadar hafifim. Sesimi duymak isteyen kulakların yapaylığından yorulduğumdan beri susuyorum. Ve sustukça her sessizliğin üzerinde bir sessizliğin olduğunu keşfediyorum.

Seninle geçen günlerimin rihter ölçeğine baktığımda görüyorum ki ne de çok deprem geçirmişim. Artçıların bile yıkıcı olmuş. Onlarca hayalim enkazında kalmış. Artık ne desen boş, dönmek istesen yollarım sana hep çıkmaz sokak.

Geçenlerde dost meclisinden haberi geldi, “Unutamıyorum” demişsin. Merak etme, unutursun. Unutamıyorum dediğin kısa zamanda bile kim bilir kaç hatıramız silindi zihninden. Hem zaten düşük bütçeli bir aşktı bizimkisi. Bu filmin hafızalara kazınmasını beklemek gülünç olur. Hafızalarda illa ki kalacak bir şey varsa o da kişiler yerine acının kendisi olur. Tıpkı Mine Söğüt’ün de bu konuda yanılıyor olamayacağı gibi;

“Kötüyü gördük, unutamıyoruz.”

Demem o ki unutacaksın sevdiğim, tıpkı unutulduğun gibi.

Ama unutmak da can yakar bazen…

Öğütlerinize, hatalarımdan dolayı beni uyarmanıza, vah vahlarınıza, tüh tühlerinize hatta ve hatta o samimiyetsiz temennilerinize ihtiyacım yok. Affedersiniz ama kendimden oldukça memnunum!

Seninle zordu

Biz asıl ne zaman kaybediyoruz biliyor musun?

Olmayacağını anladığımız anda pes etmek yerine, alışkanlıklarımızdan aldığımız emirlerle ilişkiyi bitirmemek için savaştığımızda kaybediyoruz. Tıpkı içkinin tadını yumuşatmak için ağzımıza tutuşturduğumuz sigara gibi. Hep bir şeyleri bastırma hali…

Ayrılık rüzgârının sesi yüksek değildir. Fısıltı gibi gelir âşık kulaklara. Seninle birlikte bu fısıltıyı güzel bir melodi gibi işitirdik hep. Ama fırtına yaklaşıyordu ve savrulmamız an meselesiydi, bunu göremedik. Belki de görmek işimize gelmedi. Uyandığında evrendeki tüm gökkuşaklarının ahını alan gülümsemen, sabah kahvaltıda demlediğin ve en gamsız adamın bile kayıtsız kalamayacağı çayın kokusu, kızdığındaki beni üzmemek için kelimelerini seçişindeki kaygın… Bunlar maçı uzatmak için yeterli oldu hep. Ama uzattığımızı sandığımız her dakika, aslında güzel olan anılarımızdan kalemize gol yedik.

Seninle zordu, biliyorum. Ama bazen düşünüyorum da, şimdi seninle yine zor olanın peşinden gitmek vardı…

Sana bir ben gerek

Eğer anlatmak istediğin onca şey varken sen susmayı tercih ediyorsan…

Eğer yokluk içerisindeki duygularını yok olmaktan kurtarmak istiyorsan…

Eğer karamsar halin bir doğum lekesi gibi yüzüne yerleştiyse aynalarda…

Eğer çıktığın her yolculuk manevi döküntüler diyarında son buluyorsa…

Eğer sabahı olmayan yüreklerden gelen geceye emanet ediyorsan tenini…

Eğer hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler varsa…

Sana bir ben gerek…

Birileri çıkıp “Gitmek korkaklıktır” diyebilir. Sen onlara aldırma. İnsan gitmeyi de bilmeli bazen. Çünkü herkes kendi yolunda güzel…

Ahlaksız bir galibiyettense Kaybetmeyi tercih etmelisin

Seni olduğun gibi kabul etmiyor mu? Senin yolunu kendi yoluna benimsetmeye mi çalışıyor? Sana tavsiyem ondan hemen uzaklaş.

Herkes gibi sen de sadece kendi yolunda güzelsin. Sadece yürü ve kimsenin sana yolunu göstermesine izin verme. Bunu deneyen olursa sadece tebessümlerinle cevap ver onlara. Çünkü sen güçlüsün. Yürümek için hiç kimseye ihtiyacın yok. Yolunda ilerlemen için tek ihtiyacın olan şey ise ayakların.

Evet, belki onun sunduğu hayatın sonunda seninkinin aksine mutluluk olabilir. Vaatleri aklını başından alacak kadar güzel, karşı konulamayacak kadar şehvetli görünebilir. Ama “Sen” sadece “Sen” olmayı başardığında aldığın nefesin, yaşadığın aşkların, mutluluklarının, dertlerinin, gözyaşlarının, yaralarının bir anlamı olur.

Birini tek çare olarak görmek seni zayıf düşürür, çaresiz kılar. Kimseye ihtiyacın yok. Sırf birisine ihtiyaç duyduğun için onunla birlikte olmak ahlaksızlık değil de nedir? Bu sevdanın sonu mutlu bitse ne yazar? Sen ahlaksız bir galibiyettense kaybetmeyi tercih ettiğinde güzelsin. Başkasının sonu mutlu biten masalında olmaktansa, gerekirse kendi masalının mutsuzu olup göğsünü gere gere yalnızlığı yaşadığında güzelsin.

Çünkü “Sen” sadece “Sen” olmayı başarabildiğinde güzelsin…

Sevdalarımıza nazar değdi

Çocukluğumun yazlarının en güzel zamanlarındandı Kuşadası geceleri. Her şey hala sanki şu an yaşanıyormuş gibi gözlerimin önünde berrak bir şekilde duruyor. Ve şu anki halim ile o yıllarımı kıyasladıkça “ne de çok değiştik” diyorum.

Güzel günlerdi. Biz de en az o günler kadar güzel ve temizdik. Yenen yemeklerin ardından sitenin kamelyasında buluşmak, biz çocuklar için her gece gerçekleşen bir ritüel haline gelmişti. Ali, Mehmet, Ayşe, Fatma… İsimlerin hiç önemi yoktu. Orada bulunabilmek için sadece çocuk olunması yeterliydi.

Mesela zaman, basit bir detaydı bizim için. Hatta basit kadar edebilecek bir detay bile değildi. Saat, dakika saniye kavramı kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeğinden ibaretti. Yine de ne zaman sözleşsek, kolumuzda saatimiz olmamasına rağmen hep aynı vakit toplanırdık. Genelde akşam yemeğini iki dondurma geçe olurdu bu buluşmalar.

Çocukken gökyüzüydü bizim akrep ile yelkovanımız. Mavinin çocuklarıydık biz…

Çoğu ilklerim o kamelyada gerçekleşti. İlk sırrıma orada sahip oldum, ilk kavgamı orada yaşadım, ilk kan kardeşlik yeminimi o kamelyada ettim. Şişeler çevrildi gecelerce ve gönlüme sevda, yanağıma ilk buse orada kondu. Kaygısızdı sevmelerimiz. Sevdiğimizin bir gülüşü, gecelerce rüyalarımızı süslemeye yeterdi. Akşam olup onu görme arzusu tüm günümüzü sarardı. Duygularımız saf ve masumdu…

Sahi, ne oldu bize? Zaman neden bu kadar değiştirdi bizi? Bu kadar hırs, arzu yığını, kaygılar neden? Sorarım size neden? Çocukluğumuzdan eser kalmamış. Beden ile birlikte giysilerimizin büyümesi yetmemiş, ruhumuzda büyümüş. Gülüşlerimizde hep bir zayıf görünme korkusu var. Ne ara böyle olduk biz? Sevmeyi bile beceremiyoruz. Öpüşmelerimiz aşktan, tutkudan, sevdadan değil, dudak tiryakiliğinden olmuş. Yetmedi mi gönülleri yıkıp, sarsıp, yağmalamamız? Yetmedi mi büyüdüğümüz!

Büyüdük ve sevdalarımıza nazar değdi…

Seni sevmenin hata olduğunu kabul ediyorum. Ama sevmemek, kendime yapabileceğim en büyük hata olurdu.

The free excerpt has ended.

$0.90
$1.38
−35%