Read only on LitRes

The book cannot be downloaded as a file, but can be read in our app or online on the website.

Read the book: «Amerikan masalları»

Font:

Önsöz

Yayımlayacağımız kitapları seçerken göz önüne aldığımız pek çok ölçüt var: Söz konusu kitabın yayın ilkelerimize ve çizgimize uygunluğu, daha önce dilimize çevrilmemiş olması, yayın dünyasında bir boşluğu dolduracak olması ve elbette ki bizi heyecanlandırması.

2018 yılı için yayın programımızı şekillendirirken bir Japon masalları seçkisiyle karşılaştığımızda ölçütlerimizin hepsine ziyadesiyle uyduğunu fark ettik ve hemen bir masal dizisi çalışmalarına başladık.

Dizi için öncelikle üç ülke seçtik: “Güneşin Doğduğu Ülke1” Japonya, rengârenk kültüründen beslenen rengârenk masallarıyla Hindistan, uzun ve karanlık kış gecelerini zengin masal geleneğiyle aydınlatan Rusya. Ardından, Doğu ve Batı’yı birleştiren geniş coğrafyamızda, nesillerdir sürdürdüğümüz sözlü geleneği kâğıda taşıdık ve masal dizimize ülkemizle devam ettik. Kızılderililerin kadim ve renkli kültürlerinden beslenen masalları da okurlarımıza sunduktan sonra aynı kıtadan bir başka seçkiyi, Oz Büyücüsü’nün yazarı Frank L. Baum’un derlediği Amerikan Masalları’nı sizlere sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz.

Yayımlayacağımız versiyonu bulmaya çalışırken pek çok masal seçkisini inceledik ve en sonunda içimize en çok sinen, okurken en çok keyif aldığımız ve okuyuculara ulaştırmayı en çok istediklerimizi belirledik. Bolca araştırma içeren çeviri ve düzelti sürecinin ardından bu kez “Bu masalları en iyi yansıtan kapak nasıl olmalı?” sorusunun peşine düştük. Bu kültürlerin en önemli figürlerinin kapakta bulunmasını istedik. Uzun bir hazırlık süreci ve pek çok denemenin ardından hayalimizdeki kapaklara ulaştık.

Masal, sözlü anonim halk edebiyatıdır. Anlatı yoluyla nesilden nesle ulaşmış, nihayetinde de bir yazar tarafından yazıya dökülerek kalıcı hâle gelmiştir. Her ne kadar masal kahramanları ve yaratıkları doğaüstü, masallardaki olaylar ise gerçekdışı olsa da, masalların o toplumun bir yansıması olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Öyle ki her ülkenin masalları tıpkı kültürleri gibi diğerlerinden tamamen farklıdır. Bizim seçkimizdeki ülkelerde olduğu gibi. Kimisinin ana teması dostlukken diğerininki korku ve ölüm olabiliyor. Fakat bir zamanlar hiçbir teknolojik ürünün olmadığını düşünürsek, masalların toplumların sosyal hayatlarında ne kadar önemli bir boşluğu doldurduğunu tahmin etmek zor değil.

Yazar Hakkında

Lyman Frank Baum, 1856 yılında New York’ta dünyaya geldi. Varlıklı bir ailenin oğlu olan Baum, öğrenim hayatına evde başlamasının ardından 12 yaşında askeri okula gitti. Askeri okulda geçen iki yılın sonrasında bir kalp hastalığı olduğu ortaya çıkınca eğitimini yarıda bırakıp eve döndü ve liseyi tamamlamadı.

Baum, gençlik yıllarını oyunculuk ve yazarlıkla geçirdi. Aile işiyle uğraşmasının yanı sıra gazetecilik de yapan Baum, çocuk kitapları yazmaya kırklı yaşlarında başladı.

Süfrajet2 hareketinin bilinen destekçilerinden olan Matilda Joslyn Gage’in kızı Maud Gage ile evlenmesinin ardından dört çocukları oldu ve Baum, çocuklarına hikâyeler ve masallar anlatırken bu konuda gerçekten yetenekli olduğunu fark etti. İlk kitabı olan Mother Goose in Prose 1897 yılında yayımlandı. Bu kitabı yayımlandıktan sonra herkes tarafından okunan ve en çok satan çocuk kitabı olan Father Goose, His Book kitabı geldi.

L. Frank Baum, yarattığı karakterlerle.


1900 yılına gelindiğinde Baum okurlarına cadılar, şirin ufaklıklar ve Kansas’tan Dorothy isimli bir kızın hikâyesini anlattığı The Wonderful Wizard of Oz (Muhteşem Oz Büyücüsü) kitabını tanıttı. Yazar bu kitabı neden yazdığını, kitabın önsözünde şöyle açıklamıştı:

“The Wonderful Wizard of Oz kitabının tek bir yazılma amacı var, o da çocukları eğlendirmek. Merak ve mutluluk duygularını içinde muhafaza eden, kalp kırıklıklarını ve kâbusları görmezden gelen bu hikâye, modernleştirilmiş bir masal.”

Yayımlandıktan iki yıl sonra Baum, kitabını bir Broadway müzikaline dönüştürdü ve 1904 yılında The Wonderful Land of Oz kitabıyla yarattığı dünyaya geri döndü. Ölümüne kadar on dört Oz Büyücüsü kitabı yazan Baum, kitaplarına yazdığı önsözlerde kitapları yazmaya devam etmesinin sebebinin çocuklardan gelen mektuplar olduğunu sık sık tekrarladı. Bazı çocuklar mektuplarında hikâyelerde neler görmek istediklerini ve yaratıcı önerilerini de yazıyorlardı ve Baum onları dikkate alarak yeni hikâyeler oluşturuyordu. Her önsözünde onlardan bahsettiği gibi bu kitapları yalnız başına yazmadığını, çocukların da onunla birlikte yazdığını sık sık vurguluyordu. Önsözlerden birinde şöyle yazmıştı:

“Bu ülkede yaşayan çocuk kitabı yazarları arasında en çok Amerikalı çocuk arkadaşı olan yazar olduğumu tahmin ediyorum ve bu, beni hem gururlandırıyor hem de çok mutlu ediyor.”


Oz Büyücüsü’nün sinema uyarlaması. (1939)


Kimi Amerikalılar Oz Büyücüsü kitabının ilk gerçek Amerikan masalı olduğunu söylediler ve bu doğru olsun veya olmasın yediden yetmişe herkesin keyifle okuduğu bu masalların, bu alanda klasikleşen ilk kitap serisi olduğu barizdi.

Baum, 1910 yılında ailesiyle beraber Kaliforniya’ya taşındı ve yazdığı hikâyeleri Hollywood’a aktarmak için çabaladı. Oz Büyücüsü’nün beyaz perdeye aktarıldığı ilk yapımlar kısa filmler oldu.

Baum, Oz Büyücüsü kitaplarının yanı sıra takma adla daha birçok çocuk kitabı yazdı ve birçok kitap projesinde yer aldı. American Fairy Tales adıyla basılan bu kitap da yer aldığı kitap projelerinden birisiydi. Bu kitapta yer alan masallar, önce ayrı ayrı yerel bir gazetede yayımlandı, ardından Baum tarafından bir araya getirilerek kitap olarak derlendi.



1918 yılında safra kesesi ameliyatı olan Baum, ameliyatın ardından bir türlü iyileşemedi ve son senesini yatağa mahkûm bir şekilde geçirdi. Lyman Frank Baum, 1919 yılında Kaliforniya’daki evinde hayata gözlerini yumdu.

O ölmüş olsa da yarattığı karakterle onunla beraber yaşamaya devam etti.

Haydutlar Sandığı

Ogün hiç kimse Martha’yı yalnız bırakma niyetinde değildi ama şu ya da bu sebeple herkes bir yere dağılmıştı. Bayan McFarland, Kumar Karşıtı Kadınlar Birliği tarafından düzenlenen haftalık konken partisine iştirak etmekteydi. Ablası Nell’in erkek arkadaşı, beklenmedik bir zamanda gelip onu uzun bir araba gezintisine çıkarmak için evden almıştı. Babası, her zamanki gibi ofisteydi. Mary Ann’in ise dışarı çıkma günüydü. Emeline’e gelince, şüphesiz evde kalıp küçük kıza bakması gerekiyordu fakat tez canlı biri olduğu için yerinde duramıyordu.

“Küçükhanım, acaba hemen karşıya geçip Bayan Carleton’ın kızına bir şey söyleyebilir miyim?” diye sordu Martha’ya.

“Elbette,” diye cevap verdi çocuk. “Yalnız arka kapıyı kilitleyip anahtarı alsan iyi olur çünkü ben üst katta olacağım.”

“Tabii, kilitlerim Küçükhanım,” dedi sevinç içindeki hizmetçi kız ve öğleden sonrayı arkadaşıyla geçirmek için hızla uzaklaştı. Martha kocaman evde yapayalnız kalmıştı. Ayrıca anlaştıkları üzere ev kilitlenmişti.

Küçük kız yeni alınan kitabından birkaç sayfa okudu, biraz nakış işledi, sonra da en sevdiği dört bebeğiyle “misafircilik” oynadı. Çatı katında aylardır kullanılmayan bebek evi geldi aklına. Tozunu alıp düzenlemeye karar verdi bebek evini.

Küçük kız, aklında bu fikirle çatı katındaki büyük odaya giden dolambaçlı merdivenleri çıktı. Üç çatı penceresinden gelen ışıkla oda güzelce aydınlanmış, ısınmıştı. Duvarların önüne kutular ve sandıklar dizilmişti. Ayrıca eski halı yığınları, çürük mobilya parçaları ile atılmış eski giysiler ve az çok değerli başka birçok eşya vardı. İyi düzenlenmiş her evin buna benzer bir çatı katı vardır. Dolayısıyla, burayı daha fazla tasvir etmeme gerek yok.

Bebek evi kaldırılmıştı ama Martha biraz aradıktan sonra büyük bacanın yakınındaki köşede buldu onu.

Bebek evini çekip çıkardı köşeden. O esnada oyuncak evin arkasındaki siyah ahşap sandık dikkatini çekti. Walter Amca yıllar yıllar önce, henüz Martha dünyada değilken, İtalya’dan yollamıştı bu sandığı. Annesi bir keresinde bahsetmişti bundan. Anahtarı yoktu çünkü Walter Amca, kendisi eve dönene kadar sandığın açılmamasını istemişti. Muazzam bir avcı olan bu gezgin amca, fil avlamak üzere Afrika’ya gitmiş ve bir daha kendisinden haber alınamamıştı.



Küçük kız, dikkatini çeken bu sandığa meraklı gözlerle baktı.

Sandık oldukça büyüktü. Annesinin valizinden bile büyüktü ve lekeli, pirinç çivilerle kaplıydı. Ayrıca epey de ağırdı. Martha bir ucunu kaldırmayı denediğinde yerinden bile oynatamadı sandığı. Fakat kapağın hemen yanında anahtar yeri vardı. Martha kilidi incelemek için eğildi ve sandığı açmak için oldukça büyük bir anahtar gerektiğini fark etti.



Tahmin edebileceğiniz gibi küçük kız, Walter Amca’nın büyük sandığını açıp içinde ne olduğunu görmeye can atıyordu. “Bizler, merak duygusuyla yönetilen varlıklarız ve bizim minik Martha gibi kız çocukları da hepimiz kadar meraklıdır.”

“Bence Walter Amca geri gelmeyecek,” diye düşündü Martha. “Babam, bir fil öldürmüştür onu, demişti. Şu sandığın anahtarı olsaydı…” Bir anda durup küçük ellerini neşeyle çırptı. Çamaşır dolabının rafında duran anahtar sepeti geldi aklına. Her türden anahtar vardı orada. Belki bir tanesi bu esrarlı sandığı açabilirdi!



Uçarcasına merdivenleri indi, sepeti buldu ve tekrar çatı katına döndü. Sonra pirinç kutunun önüne oturup o tuhaf kilidi açmak için anahtarları tek tek denedi. Bazıları çok büyük geldi kilide ama çoğu anahtar çok küçüktü. Bir tanesi kilide giriyor ama çıkmıyordu, bir diğeri ise öyle bir sıkıştı ki Martha anahtarı çıkaramayacağından korkmuştu. Fakat sonunda sepet neredeyse boşalmışken tuhaf şekilli, eski, pirinç bir anahtar kolayca kilide girdi. Sevinçten çığlık atan Martha, iki eliyle çevirdi anahtarı. Sonra tiz bir “tık” sesi duydu ve hemen ardından sandığın ağır kapağı kendiliğinden açılıverdi!



Küçük kız hemen sandığa doğru eğildi. Gördükleri karşısında şaşkınlık içinde geriye sıçradı.

Bir adam, yavaş ve dikkatli bir şekilde sandığın içinden çıktı, zemine bir adım atıp bacaklarını şöyle bir gerdi, sonra şapkasını çıkarıp şaşkın çocuğu kibarca selamladı.

Uzun boylu ve zayıf bir adamdı. Yüzü fena hâlde kararmıştı, belli ki güneşte yanmıştı.

Sonra uykulu bir okul çocuğu gibi esneyip gözlerini ovuşturan başka bir adam çıktı ortaya. Ne uzun ne kısaydı, onun da cildi diğer adamınki gibi esmerdi.

Martha bu manzara karşısında şaşkınlıktan ağzı açık hâlde bakakalmışken üçüncü bir adam sürüne sürüne çıktı sandıktan. Onun cildi de arkadaşlarınınki gibiydi ama boyu kısaydı, biraz da şişmandı.

Üç adam tuhaf kıyafetler giymişlerdi. Kenarları altın işlemeli, kırmızı kadife kumaştan kısa ceket ile gümüş düğmeli, gök mavisi rengindeki saten kısa pantolonları vardı. Çoraplarının üzeri kırmızı, sarı ve mavi renkli kurdeleyle süslenmişti. Şapkaları ise geniş kenarlı, sivri tepeliydi ve parlak kurdelelerle süslüydü.

Kulaklarında kocaman altın halkalar vardı, kemerlerinde ise hançer ve tabancalar diziliydi. Gözleri siyah ve ışıltılıydı. Ayrıca uçları domuz kuyruğu gibi kıvrılan uzun ve heybetli bıyıkları vardı.

“Amanın! Amma ağırsınız be,” diye bağırdı şişman olan, kadife ceketini çekip mavi dizliklerinin tozunu silkerken. “Şu hâlime bakın! Ezip büzdünüz beni!”

“Yapabileceğim bir şey yoktu, Lugui,” diye cevap verdi zayıf adam hafif bir sesle. “Sandığın kapağı beni üzerinize bastırıyordu. Yine de özür dilerim ikinizden.”

“Bana kalırsa,” dedi orta boylu adam, kaygısızca bir sigara sarıp yakarak, “kabul etmelisin ki yıllardır senin en yakın dostunum. O yüzden huysuzlaşma.”

“Çatı katında sigara içemezsin,” dedi Martha; sigarayı görünce aklı başına gelmişti. “Evi yakacaksın.”

Daha önce onu fark etmemiş olan orta boylu adam, bu sözlerin üzerine kıza dönüp kibarca eğilerek selam verdi.

“Hanımefendi madem öyle istiyor, hemen bırakırım sigaramı,” diyerek sigarasını yere attı ve ayağıyla ezdi.

“Kimsiniz siz?” diye sordu Martha. O âna kadar ağzını açamayacak kadar korkmuştu.

“Kendimizi takdim etmemize izin verin,” dedi zayıf adam kibarca şapkasını sallayarak. “Bu Luigi,” şişman adam başıyla onayladı; “işte bu da Beni,” orta boylu adam reverans yaptı. “Bendeniz ise Victor.”

“Bizler üç hayduduz, İtalyan haydutlarız.”

“Haydutlar!” diye bağırdı Martha dehşet içinde.

“Aynen öyle. Belki de bütün dünyada bizden daha korkunç ve dehşetli başka üç haydut daha bulamazsınız,” dedi Victor gururla.

“Çok doğru,” dedi şişman adam, ciddi bir tavırla onaylayarak.

“Ama bu çok kötü bir şey!” diye haykırdı Martha.

“Evet, haklısınız,” diye cevap verdi Victor. Son derece ve oldukça kötüyüz biz. Şu koca dünyada şu an karşınızda durmakta olan üç hayduttan beterini bulamazsınız.”

“Çok doğru,” diyerek tekrar onayladı şişman adam.

“Ama bu kadar kötü olmamalısınız,” dedi kız. “Yaramazlık bu yaptığınız!”

Victor gözlerini yere indirdi; utancından yüzü kızarmıştı.

“Yaramazlık mı!” diye bağırdı Beni, dehşete kapılmış bir hâlde.

“Çok sert bir söz bu,” dedi Luigi üzgün bir sesle ve yüzünü elleriyle kapadı.

“Bir hanımefendi tarafından böylesi bir hakarete uğrayacağım hiç aklıma gelmezdi,” diye mırıldandı Victor, sesi titriyordu. “Ama belki düşünmeden konuştunuz. Kötülüğümüzün bir sebebi olduğunu göz önüne almalısınız, Küçükhanım. Zira kötü olmadığımız takdirde nasıl olur da haydut deriz kendimize?”

Martha şaşırmıştı, düşünceli bir şekilde başını salladı. Sonra bir şey geldi aklına.

“Artık haydut olamazsınız,” dedi Martha. “Çünkü artık Amerika’dasınız.”

“Amerika mı?” diye haykırdı üç haydut bir ağızdan.

“Tabii ya. Chicago, Praire Sokağı’ndasınız. Walter Amca, bu sandıkla ta İtalya’dan gönderdi sizi.”

Bu haberi işiten haydutların şaşkınlığı yüzlerinden okunuyordu. Luigi, kırık bacaklı bir sandalyeye oturup sarı ipek bir mendille alnını sildi. Beni ve Victor ise sandığın üzerine yığılıp solgun ve sabit gözlerle kıza bakakaldılar.

Victor biraz kendini toplayınca konuştu.

“Walter Amcanız bize büyük kötülük yaptı,” dedi sitemkâr bir şekilde. “Bizi haydutların büyük saygı gördüğü güzel İtalya’mızdan alıp bu yabancı memlekete getirdi. Biz burada kimi soyacağımızı ya da ne kadar fidye isteyeceğimizi bile bilmiyoruz.”

“Çok doğru!” dedi şişman adam, bacağına şaplak atarak.

“Üstelik İtalya’da ne büyük şanımız vardı!” dedi Beni, pişmanlık dolu bir sesle.

“Belki de Walter Amca sizi düzeltmek istemiştir?” dedi Martha.

“Peki, bu Chicago’da hiç haydut yok mu?” diye sordu Victor.

“Şey, aslında,” diye cevap verdi kız yüzü kızararak. “Var ama biz onlara haydut demiyoruz.”

“İyi ama geçimimizi nasıl sağlayacağız?” diye sordu Beni çaresizlik içinde.

“Büyük bir Amerikan şehrinde pek çok iş yapabilirsiniz,” dedi çocuk. “Mesela, benim babam avukattır,” (haydutlar titredi), “ve annemin kuzeni de polis müfettişi.”

“Ah,” dedi Victor, “bak bu güzel bir iş. Polisin hakikaten teftiş edilmesi gerek, bilhassa İtalya’da.”

“Her yerde!” diye ekledi Beni.

“Sonra başka şeyler de yapabilirsiniz,” diye devam etti sözlerine Martha, cesaret verici bir tavırla. “Mesela, tramvay şoförü ya da bir mağazada tezgâhtar olabilirsiniz. Hatta bazı insanlar para kazanmak için belediye meclis üyesi oluyorlar.”

Haydutlar üzüntü içinde başlarını salladı.

“Öyle işler bize göre değil,” dedi Victor. “Bizim işimiz soygunculuktur.”

Martha bir şeyler düşünmeye çalıştı.

“Petrol ofisinde bir pozisyon bulmak epey güç,” dedi. “Ama politikacı olabilirsiniz.”

“Hayır!” diye bağırdı Beni sert bir şekilde. “Ulvi mesleğimizi bırakamayız! Biz hep haydut olduk ve haydut olarak kalacağız!”

“Çok doğru!” diyerek arkadaşına katıldı şişman adam.

“Chicago’da bile soyacak adam bulunur elbet,” diye söze atıldı Victor neşeyle.

Martha’nın içi sıkılmıştı.

“Sanırım hepsi soyulmuş zaten,” diye itiraz etti.

“O zaman haydutları soyarız biz de. Bunun için gerekli tecrübe ve olağanüstü yeteneğe sahibiz,” dedi Beni.

“Aman, aman!” diye inledi küçük kız. “Walter Amca bu sandığın içinde sizi niçin yollamış ki sanki?”

Haydutların merakı uyanmıştı.

“Biz de bunu öğrenmek istiyoruz,” dedi Victor hevesle.

“Ama bunu hiçbirimiz öğrenemeyeceğiz çünkü Walter Amca Afrika’da fil avlarken kayboldu,” dedi Martha kesin bir tavırla.

“O hâlde kaderimize boyun eğip var gücümüzle soygunculuk yapmalıyız,” dedi Victor. “Çok sevdiğimiz mesleğimize sadık kaldığımız müddetçe, utanmamızı gerektirecek bir şey yok.”

“Çok doğru!” diye haykırdı şişman adam.

“Kardeşlerim! Hemen şimdi işe koyulalım. İçinde bulunduğumuz evi soymakla başlayalım!” “Hay hay!” diye bağırdı diğer ikisi ve hemen yerlerinden fırladılar.

Beni tehditkâr bir tavırla çocuğa yöneldi.

“Sen burada kal!” diye emretti. “Tek bir adım dahi atacak olursan, kendi mezarını kazmış olursun!” Sonra daha yumuşak bir sesle ekledi: “Korkma sakın. Haydutlar, tutsaklarıyla böyle konuşur. Elbette genç bir hanıma hiçbir koşulda zarar vermeyiz.”

“Elbette,” dedi Victor.

Şişman adam, belinden kocaman bir kemer çıkarıp kafasının üzerinde sallamaya başladı.

“Kahrolsunlar!” diye haykırdı.

“Lanet olasıcalar!” diye bağırdı Beni korkunç bir sesle.

“Düşmanlarımızın aklı bulansın!” diye tısladı Victor.

Ardından üç haydut, neredeyse iki büklüm hâlde merdivenleri inerek sessizce sıvıştı. Ellerine aldıkları silahlarıyla her an ateşe hazırdılar. Parlak hançerlerini dişlerinin arasına sıkıştırmışlardı. Korkudan tir tir titremekte olan Martha, “İmdat!” demek için bile ağzını açamıyordu.

Çatı katında ne kadar süre kaldığını bilmiyordu ama nihayet geri dönen haydutların kedi misali ayak seslerini işitti ve tek sıra hâlinde merdivenlerden çıktıklarını gördü.

Üçünün de kucağı yağmaladıkları şeylerle doluydu. Luigi, Martha’nın annesinin en güzel elbisesinin üzerine koyduğu üzümlü tartı düşürmemek için dengesini korumaya çalışıyordu. Sonra Victor geldi; bir dolu biblo, kocaman bir şamdan ve bir salon saati vardı kucağında. Beni ise aile İncil’ini kapmış, ayrıca vitrinden bir sepet dolusu gümüş eşya ile bakır bir güğüm ve Martha’nın babasının kürk mantosunu aşırmıştı.

“Ah ne büyük bahtiyarlık!” dedi Victor, yükünü yere indirerek. “Tekrar soygun yapmak ne güzel şey!”

“Hakikaten, ne büyük zevk!” dedi Beni ama güğümü ayağına düşürdüğü için bir yandan acıyla zıplarken bir yandan da İtalyanca tuhaf sözler mırıldanıyordu.

“Çok zenginiz,” diye devam etti Victor, üzümlü turtayı tutarak. “Üstelik hepsini tek bir evden aldık! Bu Amerika, pek zengin bir yer olmalı.” Bu sırada Luigi, ganimetlerini yığına eklemekteydi.

Sonra Victor, bir hançer çıkarıp turtadan bir parça kesti, kalanını ise yoldaşlarına verdi. Üçü birlikte yere oturup turtayı mideye indirdiler. Martha ise üzüntü içinde onları seyrediyordu.

“Bir mağaraya ihtiyacımız var,” dedi Beni. “Zira ganimeti güvenli bir yere saklamak gerek. Gizli bir mağara var mı buralarda?” diye sordu Martha’ya.

“Mamut Mağarası3 var,” diye cevap verdi kız. “Ama Kentucky’de. Oraya ulaşmak, arabayla bile saatler sürer.”

Bu cevabı işiten üç haydut düşünceli bir şekilde sessizce turtayı mideye indirmeye devam ettiler. Ama hemen sonra çatı katından bile oldukça net işitilen elektrikli kapı zilinin sesiyle irkildiler.

“O da ne?” diye sordu Victor, boğuk bir sesle. Üç arkadaş hançerlerini çekerek ayağa fırladılar.

Martha pencereye koştu. Gelen postacıydı. Posta kutusuna bir mektup atıp gitmişti sadece ama bu olay, küçük kıza belalı haydutlardan nasıl kurtulacağı konusunda bir fikir verdi. Sanki büyük bir sıkıntı içindeymiş gibi ellerini savurup bağırmaya başladı:

“Polis gelmiş!”

Haydutlar korku içinde bakıştı. Luigi titrek bir sesle sordu:

“Kaç kişiler? Çok mu kalabalıklar?”

“Tam yüz on iki polis var!” diye haykırdı Martha, sayarmış gibi yaptıktan sonra.

“Yandık biz!” dedi Beni, “Bu kadar çok polisle dövüşüp sağ kalmamız imkânsız.”

“Silahları var mı?” diye sordu Victor, soğukta kalmış gibi titriyordu.

“Evet, var,” dedi Martha. “Silahları, kılıçları, sonra tabancaları ve baltaları var ve de…”

“Ve de ne?” diye sordu Luigi.

“Topları var!”

Üç zalim haydut inleyip sızlanmaya başladı. Beni, derin bir sesle konuştu:

“Umarım işkence etmeden bizi çabucak öldürürler. Bu Amerikalıların, gizli Kızılderililer olduklarını duymuştum. Kana susamışlardır ve etrafa dehşet saçarlar.”

“Çok doğru!” diye iç geçirdi şişman adam omuz silkerek.

Martha birden pencereden çekildi.

“Sizler benim dostlarımsınız, değil mi?” diye sordu haydutlara.

“Her zaman hizmetindeyiz!” diye cevap verdi Victor.

“Emrine amadeyiz!” diye seslendi Beni.

“Sana canımız feda!” diye ekledi Luigi, nasılsa öleceğim diye düşünüyordu.

“O hâlde kurtaracağım sizi,” dedi kız.

“İyi ama nasıl?” diye sordu üç haydut aynı anda.

“Şu sandığa geri girin,” dedi kız. “Sandığın kapağını kapatacağım ki sizi bulamasınlar.”

Şaşkın ve kararsız bir hâlde etrafa bakındılar ama kız bağırdı:

“Haydi, çabuk olun! Birazdan sizi tutuklamaya gelirler.”

Bunun üzerine Luigi hemen sandığa atladı ve en alta uzandı. Beni onu izleyip arka tarafa geçti. Nazik bir edayla kızın elini öptükten sonra Victor da diğer ikisine katıldı.

Sonra Martha hemen kapağı bastırdı ama kapak kapanmıyordu.

“Biraz sıkışın,” dedi.

Luigi homurdandı.

“Elimden geleni yapıyorum, Küçükhanım,” dedi Victor, en üstte o vardı. “Ne var ki daha evvel gayet rahat bir şekilde sığdığımız sandık şimdi üçümüze dar geliyor.”

“Çok doğru!” diyen şişman adamın boğuk sesi işitildi.

“Neyin yer kapladığını biliyorum,” dedi Beni.

“Ne?” diye sordu Victor, endişeli bir sesle.

“Ne olacak? Turta!” diye cevap verdi Beni.

“Çok doğru!” şeklinde bir karşılık geldi en alttan.

Martha kapağın üzerine oturup bütün ağırlığını vererek bastırdı. Nihayet kapak kapandı, kilit yerine oturdu. Sonra ayağa kalkıp var gücüyle anahtarı çevirdi.

1.Japonlar kendi ülkelerini Nippon diye adlandırırlar ve sözcüğün anlamı “Güneşin Doğduğu Ülke”dir.
2.20. yüzyılın başlarında ABD ve Birleşik Krallık’ta kadınların seçme ve seçilme hakları için çeşitli eylemler yapan kadın hakları savunucuları.
3.Mamut Mağarası Ulusal Parkı (Mammoth Cave): ABD’nin Kentucky eyaletinde koruma altındaki mağara sistemi. (ç.n.)

The free excerpt has ended.

Genres and tags
Age restriction:
0+
Release date on Litres:
03 July 2023
Volume:
15 p. 26 illustrations
ISBN:
978-625-8068-23-8
Copyright holder:
Maya Kitap

People read this with this book

Other books by the author