Hayvan Çiftliği

Text
Read preview
Mark as finished
How to read the book after purchase
  • Read only on LitRes Read
Hayvan Çiftliği
Font:Smaller АаLarger Aa

George Orwell, Asıl adı Eric Arthur Blair olan Orwell 25 Haziran 1903 yılında Hindistan’da dünyaya gelmiştir. Aslen İngiliz asıllı olup 20. yüzyılın önemli İngiliz edebiyatçılarındandır. 1945 yılında yazmış olduğu Hayvan Çiftliği ve 1948 yılında yazmış olduğu Bin Dokuz Yüz Seksen Dört isimli iki önemli eseriyle ünlenmiştir. 21 Ocak 1950 tarihinde Londra’da vefat etmiştir.

Eserleri:

Paris ve Londra'da Beş Parasız (1933)

Burma Günleri (1934)

Papazın Kızı (1935)

Zambak Solmasın (1936)

Wigan İskelesi Yolu (1937)

Katalonya'ya Selam (1938)

Boğulmamak İçin (1939)

Hayvan Çiftliği (Bir Peri Masalı) (1945)

Neden Yazıyorum (1946)

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (1948)

Faşizm Kehanetleri (1930-1950)

Kitaplar ve Sigaralar (1938)

Hatice Vildan Topaloğlu, Kilis’te doğdu. İlköğretimine Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulunda başlayıp Teğmen Kalmaz İlköğretim Okulunda tamamladı. Özel Sevgi Kolejini birincilikle bitirdi. Hacettepe Üniversitesinde bir yıl işletme okudu. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Anadolu Ajansının İngilizce bölümünde 4 yıla yakın çalıştı.

Çevirmenin yayımlanmış tercüme kitapları:

1. Binbir Gece Masalları

2. Alâeddin’in Sihirli Lambası

3. Denizci Sinbad

4. Ali Baba ve Kırk Haramiler

5. Yeşilin Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery

6. Avonlea Günlükleri / Lucy Maud Montgomery

7. Avonleali Anne / Lucy Maud Montgomery

8. Adanın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery

9. Rüzgârın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery

10. Beyaz Diş / Jack London

11. Üç Silahşorler / Alexander Dumas

12. On Beş Yaşında Bir Kaptan / Jules Verne

13. Sokrates’in Savunması / Platon

14. Mutlu Prens / Oscar Wilde

15. Nar Evi / Oscar Wilde

16. Tavşan Peter / Beatrix Potter

17. Kadınlar Alayı / Jack London

BİRİNCİ BÖLÜM

Köşk Çiftliği’nin sahibi Bay Jones, o gece tavuk kümesini kilitlemişti. Ancak çok sarhoş olduğundan tavukların girip çıktığı delikleri kapatmayı unutmuştu. Taşıdığı el fenerinin ışığı dans edercesine sağa sola yansırken bahçeden sendeleyerek ilerledi, arka kapıda botlarını çıkardı ve kilerdeki fıçıdan son bir bardak bira koyduktan sonra Bayan Jones’un üzerinde çoktan horlamaya başladığı yatağın yolunu tuttu.

Yatak odasındaki ışık söner sönmez çiftlik binalarında hareketlilik ve karmaşa başladı. Büyük Lider ismindeki ödüllü yaban domuzunun bir önceki gece tuhaf bir rüya gördüğü ve bu rüyayı diğer hayvanlarla paylaşmak istediği söyleniyordu. Bay Jones sağ salim ortadan kaybolur kaybolmaz büyük ahırda buluşma kararı almışlardı. Büyük Lider (Kendisine her zaman böyle hitap edilirdi, gerçi sergilendiği zamanlardaki ismi Willingdon Güzeli’ydi.) çiftlikte çok fazla hürmet gören biriydi ve ahırdaki herkes söyleyeceklerini duymak için bir saatlik uykularını feda etmeye seve seve razıydı.

Büyük Lider, ahırın bir ucunda, tavan kirişlerinden sarkan bir fenerin altında bulunan ve hafif yüksek bir alana kurulmuş samandan yatağına çoktan yerleşmişti. Tam on iki yaşındaydı ve son zamanlarda oldukça semirmişti. Yine de heybetli görünüşe sahip bir domuzdu. Azı dişleri hiç kesilmese de bilge ve hayırsever bir duruşu vardı. Çok geçmeden diğer hayvanlar da gelmeye başladılar ve kendi usullerince yerlerini aldılar. İlk önce üç köpek, Bluebell, Jessie, ve Pincher geldi. Ardından gelen domuzlar derhâl Büyük Lider’in yatağının önündeki samanlara yerleştiler. Tavuklar pencere kenarlarına, güvercinler çatı kirişlerine tünediler. Domuzların arkasına uzanan koyunlar ve inekler geviş getirmeye başladılar. Birlikte giriş yapan iki araba atı Boxer ve Clover, küçük hayvanların samanların arasına gizlenme ihtimaline karşı yavaş yavaş attılar kıllı toynaklarıyla adımlarını. Clover, orta yaşına yaklaşmış anaç ve toplu bir kısraktı. Dördüncü yavrusunu da doğurduktan sonra bir daha eski vücuduna kavuşamamıştı. Boxer ise devasa bir hayvandı. Boyu on sekiz karıştı ve gücü, sıradan iki atın gücüne denkti. Burnundan aşağı uzanan beyazlık ona şapşal bir görüntü veriyordu. İşin aslı onun fevkalade akıllı olduğu söylenemezdi ancak karakterinin sağlamlığı ve muazzam çalışma gücünden dolayı herkesten saygı görürdü. Atlardan sonra beyaz keçi Muriel ve eşek Benjamin geldi. Benjamin çiftlikteki en yaşlı ve en aksi hayvandı. Nadiren konuşurdu. Bir şeyler söylemek için ağzını açtığındaysa alaycı şeyler söylerdi. Örneğin, Tanrı’nın kuyruğunu sinekleri kovması için verdiğini ancak kuyruğunun da sineklerin de olmamasını tercih edeceğini söylerdi. Çiftlik hayvanları arasında gülmeyen tek kişiydi. Bunun sebebi sorulduğundaysa gülünecek bir şey olmadığını söylerdi, yine de alenen itiraf etmese de Boxer’a sadıktı. Pazar günlerini Boxer ile birlikte meyve bahçesinin ilerisindeki küçük çayırda geçirir, tek kelime etmeden yan yana otlanırlardı. Annelerini kaybetmiş yavru ördekler sıra hâlinde ahırdan içeri girdiklerinde iki at henüz yerleşmişlerdi. Yavru ördekler cılız bir şekilde ötüşüyor, bir yandan da ezilmeyecekleri bir yer arıyorlardı. Clover, kocaman ön ayağı ile onlar için bir çeşit bariyer oluşturdu ve yavru ördekler bu bölgenin içine girip hemen uykuya daldılar. Bay Jones’un iki tekerlekli arabasını çeken güzel, beyaz ve şapşal kısrak Mollie zarifçe içeri süzüldü, bir yandan da kesme şeker yiyordu. Ön taraflarda bir yer tuttu ve beyaz yelesiyle cilve yapmaya başladı. Yelesinin örüldüğü kırmızı kurdelelere dikkat çekme beklentisindeydi. En sonunda kedi çıkageldi, etrafına bakındı ve her zamanki gibi en sıcak yeri bulup Boxer ve Clover’ın arasına sıkıştı. Büyük Lider’in konuşması sırasında hâlinden memnun bir şekilde mırlamaya devam etti. Konuşmanın tek bir kelimesini bile dinlememişti.

Arka kapının arkasındaki bir tünekte uyuyan evcil kuzgun Moses dışında tüm hayvanlar hazırda bekliyorlardı. Herkesin yerleştiğini ve ilgiyle beklediğini gören Lider boğazını temizledi ve sözlerine başladı:

“Yoldaşlar, dün gece gördüğüm tuhaf rüyayı duymuşsunuzdur. Ama rüyadan daha sonra bahsedeceğim. Önce söylemem gereken başka bir şey var. Sizinle birlikte geçireceğim çok fazla zamanım olmadığını zannediyorum yoldaşlar ve ölmeden önce sahip olduğum hikmeti sizlere aktarmayı bir görev sayıyorum. Uzun bir yaşamım oldu. Ahırdaki bölmemde tek başıma uzanırken düşünecek çok zaman buldum. Söyleyeceğim, yaşamın doğasını hâlihazırda yaşayan herhangi bir hayvan kadar iyi anlama fırsatını yakalamış bulundum. Sizinle konuşmak istediğim konu buydu.

Şimdi yoldaşlarım, bizlerin yaşamının doğası nedir? Yüzleşmemiz gereken şey yaşamlarımızın sefil, zahmetli ve kısa olduğudur. Dünyaya geliyoruz, nefes almamıza yetecek kadar yiyecek veriliyor bizlere ve eğer yapabiliyorsak gücümüzün son zerresine kadar çalışmaya zorlanıyoruz. Artık kullanışlı olmadığımız an geldiğinde ise korkunç bir zalimlikle katlediliyoruz. İngiltere’de bir yaşını görmüş herhangi bir hayvan ne mutluluğun ne de dinlenmenin anlamını biliyor. İngiltere’deki hiçbir hayvan özgür değil. Bir hayvanın yaşamı sefalet ve kölelik ile dolu. Basit gerçek işte budur.

Peki bu gerçekten de doğanın düzeninin bir parçasından mı ibaret? Yani bizim bu topraklarımız üzerinde yaşayanlara düzgün bir yaşam sunamayacak kadar fakir mi? Hayır yoldaşlarım, binlerce kez hayır! İngiltere toprakları verimli, iklimi elverişli ve hâlihazırda üzerinde ikamet eden hayvanların çok ama çok daha fazlasına yetecek kadar yiyecek üretme gücüne sahip. Sadece bu bizim çiftliğimiz dahi bir düzine atı, yirmi ineği ve yüzlerce koyunu besleyebilir, üstelik hepsine şu an için hayallerimizin dahi ötesinde olan bir rahatlık ve saygınlık sunabilir. Peki o zaman bu sefalete neden devam edelim ki? Emeğimiz ile ürettiklerimizin neredeyse tamamı insanlar tarafından bizlerden çalınıyor. Tüm sorunlarımızın çözümü işte budur yoldaşlarım. Her şeyi tek bir kelimede özetleyebiliriz: İnsanlar. İnsanlar bizlerin tek gerçek düşmanıdır. İnsanları aradan çıkarırsak açlığın ve aşırı çalışmanın asıl sebebi sonsuza kadar ortadan kaldırılmış olacak.

Üretmeden tüketen tek canlı insandır. Süt vermez, yumurta vermez, saban çekemeyecek kadar zayıftır, tavşanları yakalayabilecek kadar hızlı koşamaz. Ama yine de tüm hayvanların efendisidir insan. Onları çalıştırır ve sadece açlıktan ölmelerine engel olacak kadar yemek verir, gerisini ise kendisine ayırır. Toprağı süren bizim emeğimiz, gübreleyen bizim dışkımızdır; yine de hiçbirimizin canından başka bir şeyi yoktur. Siz karşımda duran inekler, geçen sene kaç bin litre süt verdiniz? Güçlü kuvvetli buzağılar yetiştirmek için harcamanız gereken süte ne oldu peki? Her bir damlası düşmanlarımızın kursağına girdi. Peki siz tavuklar, geçen sene kaç yumurta yumurtladınız? Peki bu yumurtalarınızdan kaç tanesi civciv olabildi? Geri kalanın hepsi Jones ve adamlarına para getirmek için pazarda satıldı hep. Peki sen Clover, sana bu ihtiyar zamanlarında destek olması ve mutluluk vermesi gereken doğurduğun dört yavru taya ne oldu? Hepsi de bir yaşındayken satıldı ve onları bir daha asla göremeyeceksin. Doğurduğun dört tay ve tarlalarındaki emeğinin karşılığında kuru azık ve ahırdan başka ne geçti eline? Üstelik sefil hayatlarımızın doğal sonuna erişmesine dahi müsaade edilmiyor. Ben şahsen çok şikâyet etmiyorum. Ne de olsa şanslılardan biriyim. On iki yaşındayım ve dört yüzün üzerinde çocuğum oldu. Bir domuzun doğal yaşamı budur. Ama en nihayetinde hiçbir hayvanın bıçağın zalimliğinden kaçışı yok. Karşımda oturan siz genç domuzlar çok değil bir yıl sonra bağıra bağıra can vereceksiniz. Bu dehşetle hepimiz karşı karşıya kalacağız: İnekler, domuzlar, tavuklar, koyunlar; kısacası herkes. Köpeklerin ve atların bile sonu daha güzel değil. Sen Boxer, o kuvvetli kasların güçten düşünce Jones seni at kasabına verecek, o da senin gırtlağını kesip haşladıktan sonra av köpeklerine yem edecek. Köpeklere gelince, yaşlarını alıp da dişlerini kaybetmeye başladıklarında Jones boyunlarının etrafına bir tuğla bağlayıp onları en yakın gölette boğacak.

 

Peki o zaman yaşamımızdaki tüm kötülüklerin sorumlusu insan değilse kimdir yoldaşlarım? İnsandan kurtulduğumuz anda emeğimizin ürünleri sadece bize kalacak. Neredeyse bir gün içinde zengin ve özgür olacağız. Yapmamız gereken ne o zaman? Çalışmak. Bedenimiz ve ruhumuzla, gece gündüz insan ırkını devirmek için çalışmak. Benim sizlere anlatmak istediğim budur yoldaşlarım: Başkaldırmak! Bu başkaldırının ne zaman geleceğini bilemiyorum. Bir hafta içinde de olabilir yüz yıl içinde de. Ama o günün geleceğinden ayağımın altındaki şu samanı gördüğüm kadar eminim. Önünde sonunda hak yerini bulacak. Kısa yaşamlarınızın geri kalanında gözleriniz bunun üzerinde olsun. Hepsinden önemlisi bu mesajımı sizden sonra gelen herkese de iletin ki gelecek nesiller zafer kazanılıncaya dek mücadeleye devam etsinler.

Azminizde sebat edin, tereddüde düşmeyin yoldaşlarım. Hiçbir gerekçe sizi yoldan çıkarmasın. İnsanlarla hayvanların ortak çıkarlarının olduğu, birinin refahının diğerinin refahı olduğu sözlerine kulak asmayın. Bunların hepsi yalan. İnsan denilen yaratık kendisi dışında hiçbir canlıya fayda etmez. Bu mücadelemizde, tüm hayvanlar arasında her daim mükemmel uyum ve mükemmel yoldaşlık olsun. Tüm insanlar düşmandır. Tüm hayvanlar yoldaştır.”

Tam bu sırada müthiş bir hengâme başladı. Lider konuşurken, dört koca fare deliklerinden sürünerek çıkıp arka ayakları üstüne çömelmiş vaziyette onu dinlediler. Köpeklerin onları aniden fark etmesi üzerine hayatlarını kurtaran şey deliklerine çabucak kaçmayı başarmaları oldu. Lider, sessizliği sağlamak için ön ayağını kaldırdı.

“Yoldaşlarım.” dedi. “Anlaşılması gereken bir nokta var. Fare ve tavşan gibi yaban hayvanları bizlerin dostu mudur, düşmanı mıdır? Hadi bunu oylamaya sunalım. Toplantıya katılanlara şu soruyu yöneltmek istiyorum: Fareler yoldaş mıdır?”

Oylama derhâl gerçekleştirildi ve oy çokluğuyla farelerin yoldaş olduğuna karar verildi. Sadece dört karşıt görüş mevcuttu. Bunlardan üçü köpek, biri kediydi ve daha sonra anlaşıldı ki bu kimseler iki tarafa da oy vermişti. Lider devam etti:

“Söyleyecek çok fazla bir şeyim kalmadı. İnsanlara ve onlara ait olan her şeye düşman olmanın göreviniz olduğunu tekrar etmekle yetineceğim sadece. Dört ayağı ya da kanatları olan her şey dostunuzdur. Şunu da unutmayın ki insana karşı mücadele ederken ona benzememeliyiz. Onları fethettikten sonra dahi ahlaksızlıklarını benimsemeyin. Hiçbir hayvan bir evde yaşamamalı, bir yatakta uyumamalı, giysiler giymemeli, alkol içmemeli, tütün çekmemeli, paraya dokunmamalı ve ticaretle uğraşmamalıdır. İnsanın tüm alışkanlıkları kötülük saçar. Bunlardan daha da önemlisi hiçbir hayvan kendi türü üzerinde tahakküm kurmamalıdır. Zayıf-güçlü, zeki-ahmak; hepimiz kardeşiz. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı asla öldürmemeli. Tüm hayvanlar eşittir.

Şimdi yoldaşlarım. Sizlere dün gece gördüğüm rüyamdan bahsetmek istiyorum. Bu rüyayı size tam olarak tarif edemem. İnsanın ortadan kaybolduğu bir dünyanın rüyasıydı. Ama bana uzun zamandır unuttuğum bir şeyi hatırlatmış oldu. Uzun yıllar önce, ben küçük bir domuzken annem ve diğer dişi domuzlar sadece melodisini ve ilk üç kelimesini bildikleri bir şarkı söylerlerdi. O melodiyi bebekliğimde bilirdim ancak uzun zamandır aklımdan çıkmıştı. İşte o melodi dün gece gördüğüm rüyada tekrar geldi kulağıma. Dahası, şarkının sözleri tersten söyleniyordu. Bu şarkının uzun zaman önce hayvanlar tarafından söylendiğinden ve nesillerin hafızasından silindiğinden eminim. Şimdi sizlere bu şarkıyı söyleyeceğim. Ben artık ihtiyarladım. Sesim de kartlaştı ama sizlere melodiyi öğrettiğimde siz daha iyi söylersiniz. Şarkının adı: ‘İngiltere’nin Hayvanları.’ ”

İhtiyar Lider boğazını temizledi ve şarkıyı söylemeye başladı. Belirttiği üzere sesi karttı ancak yeterince iyi söylüyordu yine de. Şarkının kıpır kıpır bir havası vardı. “Clementine” ve “La Cucaracha” arasında bir şeydi. Sözleri şöyleydi:

 
İngiltere’nin hayvanları, İrlanda’nın hayvanları,
Her bir iklimin ve diyarın hayvanları,
Altın gelecekten getirdiğim,
Güzel haberlerime kulak verin.
Er ya da geç gelecek o gün.
Zalim insan yerle bir edilecek.
Ve İngiltere’nin bereketli tarlalarında,
Sadece hayvanlar yürüyecek.
Burnumuzdaki halkalar gidecek,
Sırtımızdaki eğer inecek.
Gemler ve mahmuzlar sonsuza kadar çürüyecek.
Zalim kırbaçlar artık kimseye değmeyecek.
İşte o gün geldiğinde,
Akıl almayan zenginlikler,
Buğdaylar, arpalar, yulaflar, samanlar,
Yoncalar, baklalar ve pancarlar
Hep bizim olacak.
Işıl ışıl parlayacak İngiltere tarlaları,
Suları daha saf olacak,
Meltemleri daha tatlı esecek.
O günü görmeden ölecek olsak da
Hepimiz o gün için çalışmalıyız.
İnekler ve atlar, kazlar ve hindiler,
Herkes özgürlük için mücadele etmeli
İngiltere’nin hayvanları, İrlanda’nın hayvanları,
Her bir iklimin ve diyarın hayvanları,
Dediklerime kulak verin ve altın geleceğin
Müjdesini herkese verin.
 

Bu şarkıyı söyleyen hayvanlar büyük bir coşkuya kapıldılar. Lider daha şarkının sonuna gelmemişken kendi kendilerine söylemeye başladılar. İçlerinden en aptal olanı bile melodiyi ve birkaç sözü kapmayı başarmıştı. Domuzlar ve köpekler gibi akıllı olanlarıysa şarkıyı birkaç dakika içinde ezberlemişlerdi. Sonra ise birkaç denemenin ardından tüm çiftlik “İngiltere’nin Hayvanları” şarkısını muazzam bir ahenkle söylemeye başlamıştı. İnekler şarkıyı böğürdü, köpekler inleyerek söylediler. Koyunlar şarkıyı meleyerek, atlar kişneyerek, ördekler ise vaklayarak söylediler. O kadar beğenmişlerdi ki art arda tam beş kez söylediler. Eğer araya bir şeyler girmeseydi şarkıyı tüm gece söylerlerdi muhtemelen.

Maalesef bu gürültü Bay Jones’un uyanıp yataktan fırlamasına sebep olmuştu. Bahçeye tilki girdiğini düşünmüştü. Her zaman odasının bir köşesinde duran silahı aldı ve karanlığa doğru altı el ateş etti. Mermilerin ahır duvarına gömülmesiyle beraber toplantı alelacele sona erdi. Herkes kendi uyku alanına çekildi. Kuşlar tüneklerine zıpladı. Hayvanlar ise samanın üzerine yerleştiler. Tüm çiftlik bir anda uykuya dalmıştı.

İKİNCİ BÖLÜM

Büyük Lider üç gece sonra uykusundayken huzurla ölüme vardı. Meyve bahçesinin ucuna gömüldü.

Bu olay mart başlarında gerçekleşmişti. Takip eden üç ay boyunca gizli saklı bir faaliyet yürütüldü. Lider’in konuşması çiftliğin daha akıllı hayvanlarına yepyeni bir bakış açısı kazandırmıştı. Lider’in öngördüğü Başkaldırı’nın ne zaman gerçekleşeceğini bilmiyorlardı ve bunun kendi yaşamları süresince gerçekleşebileceğini düşünmek için hiçbir gerekçeleri yoktu. Yine de bu Başkaldırı’ya hazırlanmanın bir vazife olduğunu düşünüyorlardı. Öğretme ve diğerlerini organize etme işi hâliyle domuzlara düştü. Ne de olsa domuzların en akıllı hayvan olduğu kabul edilirdi. Domuzlar arasında ise Snowball ve Napolyon isimli iki erkek domuz öne çıkıyordu. Bay Jones onları satmak için yetiştiriyordu. Çiftlikteki tek Berkshire domuzu olan Napolyon iri yarı sert görünüşlüydü. Pek konuşmazdı ama bildiğini okumasıyla meşhurdu. Snowball ise Napolyon’dan çok daha canlı bir domuzdu. Konuşmayı daha iyi bilirdi ve daha yaratıcıydı ama karakterinin aynı derinliğe sahip olduğu söylenemezdi. Çiftlikteki geri kalan erkek domuzlar ise besi hayvanlarıydı. İçlerinde en iyi tanınanı Squealar isimli küçük ve şişman bir domuzdu. Yuvarlak yanakları ve ışıldayan gözleri vardı. Hareketleri çevik, sesi tizdi. Ağzı iyi laf yapardı. Zor bir konu hakkında fikir verdiğinde ise yan yana zıplamak ve kuyruğunu sallamak gibi bir hareketi vardı ki bu her nedense çok ikna ediciydi. Onun siyahı beyaz gösterebileceği söylenirdi.

İşte bu üç kişi Büyük Lider’in öğretilerini incelikle işleyip sistemli bir fikre dönüştürdüler ve buna “Animalizm” ismini verdiler. Haftada birkaç gece Bay Jones uyuduktan sonra ahırda gizli toplantılar düzenleyip Animalizm ilkelerini diğerlerine aktardılar. İlk başlarda çok fazla aptallık ve ilgisizlik ile karşılaştılar. Bazı hayvanlar Bay Jones’a olan sadakat vazifelerinden bahsettiler. Bay Jones’dan “Efendi” diye bahsediyorlardı. Onun tarafından besleniyor olmak gibi sığ argümanları vardı. “O olmazsa açlıktan ölürüz.” dediler. Diğerleri ise, “Biz öldükten sonra olacakları neden umursayalım?” ya da “Eğer bu Başkaldırı illa ki gerçekleşecekse onun için çalışmamız ya da çalışmamamızın ne önemi var ki?” gibi sorular sordular. Domuzlarsa bu yaklaşımların Animalizm’in ruhuna ne kadar aykırı olduğunu anlatmaya çalışırken büyük güçlük yaşadılar. En aptal sorular ise beyaz kısrak Mollie’den geldi. Snowball’a sorduğu ilk soru: “Başkaldırı’dan sonra şeker olacak mı?” şeklindeydi.

“Hayır!” dedi Snowball sertçe. “Bu çiftlikte şeker üretemeyiz. Ayrıca şekere ihtiyacın olmayacak. İstediğin kadar yulaf ve samanın olacak zaten.”

“Peki yeleme kurdele takmama izin verilecek mi?” diye sordu Mollie.

“Yoldaş.” dedi Snowball. “O çok sevdiğin kurdeleler köleliğin nişanesi. Özgürlüğün kurdelelerden çok daha değerli olduğunu anlayamıyor musun?”

Mollie söylenenleri kabul etse de ikna olmuşa benzemiyordu.

Domuzlar, evcil kuzgun Moses’un söylediği yalanlara karşı mücadele ederken daha büyük zorluklar yaşıyorlardı. Bay Jones’un gözde ev hayvanlarından Moses bir casustu ve dedikoducuydu. Bir de ağzı iyi laf yapardı. Hayvanların öldükten sonra Şekerleme Dağı isminde gizemli bir diyara göçtüklerini söylüyordu. Şekerleme Dağı’nın gökyüzünde bir yerlerde, bulutların az biraz ötesinde olduğunu söylemişti Moses. Burada haftanın yedi günü de pazar günü gibiydi ve yılın dört mevsiminde yoncalar yetişirdi. Kesme şekerler ve keten tohumu yemleri yetişirdi çalılarda. Hayvanlar Moses’tan nefret ederlerdi. Çünkü masallar anlatır ve hiç çalışmazdı. Ama bazıları Şekerleme Dağı’na inanıyordu ve domuzlar böyle bir yerin olmadığına onları ikna etmeye çalışırken çok zorlanıyorlardı.

En sadık müritleri Boxer ve Clover ismindeki araba atlarıydı. Bu ikisi kendileri için bir şey düşünmek konusunda büyük zorluklar yaşarlardı. Ancak domuzları öğretmenleri saydıktan sonra söyledikleri her şeyi kabul ediyor ve diğer hayvanlara basit argümanlarla aktarıyorlardı. Ahırdaki gizli toplantıları hiçbir zaman kaçırmıyor ve her toplantının sonunda “İngiltere’nin Hayvanları” şarkısını söylerken başı çekiyorlardı.

Ancak Başkaldırı beklenenden çok daha önce ve kolayca gerçekleşti. Bay Jones her ne kadar sert bir efendi de olsa son yıllarda becerikli bir çiftçi olmuştu. Ancak son zamanlarda işleri iyi gitmemeye başlamıştı. Bir davada büyük paralar kaybetmiş ve haddinden fazla içmeye başlamıştı. Bazen tüm gün boyunca mutfaktaki ahşap koltuğuna oturur, gazete okur, içki içer ve biraya batırdığı ekmek kırıntılarıyla Moses’ı beslerdi. Adamları başıboş ve hilekâr davranırdı. Tarlalar yabani otlarla dolardı. Binaların çatıları haraptı, çitler bakımsız bırakılmıştı ve hayvanlar beslenmiyordu.

Haziran ayı gelmişti ve otlar biçilmeye hazırdı neredeyse. Cumartesi gününe denk gelen yaz dönümünde Bay Jones, Willingdon’a gitmiş ve Kızıl Aslan isimli mekânda öylesine sarhoş olmuştu ki pazar öğlene kadar geri dönememişti. İnekleri sabah erken sağan adamlar daha sonra hayvanları beslemeden tavşan avına çıkmışlardı. Bay Jones geri döndüğündeyse oturma odası koltuğuna çökmüştü hemen. Dünya’dan Haberler dergisini okurken uyuyakalmıştı. Yani o günün akşamında da hayvanlar hâlâ açtı. Artık buna daha fazla dayanamıyorlardı. İneklerden biri ambarın kapısını boynuzuyla kırdı ve hayvanlar yemlenmeye başladılar. Bay Jones bu olaydan sonra uykusundan uyandı. Kısa bir süre sonra soluğu adamlarıyla birlikte ambarda aldı. Ellerindeki kırbaçları dört bir yana savuruyorlardı. Aç hayvanlar buna artık dayanamadılar. Daha öncesinde böyle bir şey planlanmadığı hâlde hep birlikte saldırdılar işkencecilerine. Jones ve adamları bir anda kendilerini dört bir taraftan darbe alırken buldular. Bu durum kontrol edebilecekleri bir durum değildi artık. Daha önce hiç hayvanların böyle davrandığını görmemişlerdi. İstedikleri gibi kötü davranmaya ve şiddet uygulamaya alışkın oldukları hayvanların bu ayaklanması onları öylesine korkutmuştu ki neredeyse akılları başlarından gidecekti. Çok kısa bir süre sonra kendilerini savunmayı bırakıp tabanları yağlamaya baktılar. Bir dakika sonra bu beş adam ana yola çıkan araba yolundan uçarcasına kaçıyorlardı. Arkalarındaki hayvanlar ise onları muzaffer bir şekilde kovalıyordu.

Yatak odası penceresinden dışarı bakan Bayan Jones, olan biteni gördükten sonra birkaç parça eşyasını bez çantaya tıkıştırdı ve başka bir yönden kaçarak çiftlikten uzaklaştı. Tüneğinden sıçrayan Moses, onun arkasından kanat çırpmaya başladı, yüksek sesle ciyak ciyak haykırıyordu. Bu arada hayvanlar Jones ve adamlarını ana yola kadar kovalamış ve çiftliğin dış kapısını arkalarından kapatmışlardı. Böylece onlar daha ne olduğunu anlayamadan Başkaldırı başarıyla gerçekleşmişti. Jones kovulmuştu ve çiftlik artık hayvanlara aitti.

 

İlk birkaç dakika boyunca bu kadar şanslı olmalarına inanmakta güçlük çektiler. Yaptıkları ilk şey çiftliği dolaşıp insanların bir yerlere saklanmadığından emin olmaktı. Sonra çiftlik binalarına geri dönüp nefret edilen Jones yönetimine ait her şeyi ortadan kaldırdılar. Ahır bölmelerinin sonunda bulunan koşum takımları odasının kapısını kırarak içeri girdiler. Gemler, burun halkaları, köpek zincirleri ve Bay Jones’un domuzlarla koyunları iğdiş etmek için kullandığı zalim bıçaklar kuyudan atıldı. Yularlar, kementler, at gözlükleri, küçük düşürücü yem torbaları ise avluda yanan çöp ateşine fırlatıldı. Kırbaçların da akıbeti aynıydı. Kırbaçların alev aldığını gören tüm hayvanlar sevinçle atlayıp zıplamaya başladılar. Snowball, pazar sergisi zamanlarında yeleleri ve kuyrukları süslemek için kullanılan kurdeleleri de ateşe attı.

“Kurdeleler.” demişti. “Giysi sayılırlar. Giysilerse insanoğlunu çağrıştırır. Tüm hayvanlar çıplak olmalıdır.”

Bu sözleri duyan Boxer, yaz günlerinde sinekleri kulaklarından uzak tutmak için kullandığı küçük saman şapkayı getirip ateşe attı.

Hayvanlar çok kısa bir süre içinde kendilerine Bay Jones’u hatırlatan her şeyi yok ettiler. Napolyon daha sonra onları ambara götürdü ve herkese ikişer pay mısır dağıttı, her köpeğe ise iki bisküvi vardı. Sonra “İngiltere’nin Hayvanları” şarkısını baştan sona yedi kez söylediler. Akabinde gece istirahatine çekilip daha önce hiç uyumadıkları gibi uyudular.

Ancak her zamanki gibi şafak sökünce uyandılar. Başlarına gelen muhteşem şeyi aniden hatırlayıp hep birlikte çayıra koştular. Çayırın biraz aşağı tarafında tüm çiftliğin görülebildiği bir tümsek vardı. Hayvanlar hemen bu tümseğin üzerine çıkıp berrak sabah ışıklarını seyre daldılar. Evet, burası onlara aitti. Görebildikleri her şey onlara aitti! Bu düşüncenin coşkusuyla dolanıp durdular ve heyecanla atlayıp zıpladılar. Çiğ tanelerinin üzerinde yuvarlanıp tazecik yaz çimenlerinden hapır hupur yediler. Toprağı eşeleyip zengin kokusunu içlerine çektiler. Sonra tüm çiftliği teftişe çıktılar ve tarlaları, otlakları, bostanı, göleti ve koruyu sözlere dökülmeyen bir hayranlıkla incelediler. Sanki bu şeyleri daha önce hiç görmemişlerdi ve o an için her şeyin kendilerine ait olduğuna güç bela inanıyorlardı.

Sonra sıra hâlinde yürüyerek çiftlik binalarının yolunu tuttular. Çiftlik evinin kapısının dışında sessizce durdular. Burası da onlara aitti artık ama içeri girmeye korkuyorlardı. Ne var ki bir süre sonra Snowball ve Napolyon omuzlarıyla açtılar kapıyı ve hayvanlar tek sıra hâlinde içeri girdiler. Bir şeylere zarar verme korkusundan çok dikkatli hareket ediyorlardı. Odaları ayak parmakları ucunda dolaşıyor, fısıltıdan daha yüksek sesle konuşmaya korkuyorlardı. Etraflarında gördükleri inanılmaz lükse, kuş tüyü yataklara, aynalara, at kılı koltuğa, Brüksel halısına ve oturma odasındaki şömine rafının üzerindeki Kraliçe Elizabeth’e ait taş baskısı portreye hayranlık ve hayretle bakıyorlardı. Mollie’nin kayıp olduğunu fark ettiklerinde merdivenlerden iniyorlardı. Geri döndüklerinde Mollie’nin en güzel yatak odasında kaldığını gördüler. Bayan Jones’un tuvalet aynasından aldığı bir parça mavi kurdeleyi omzuna tutuyor, şapşal bir halde aynada kendini seyrediyordu. Diğerleri onu sertçe azarlayıp dışarı çıktılar. Mutfakta asılı vaziyette duran domuz butları gömülmek üzere alındı ve kilerdeki bira fıçısı Boxer’ın çifte darbesiyle yerle bir oldu. Bunların dışında hiçbir şeye dokunulmadı. Çiftlik evinin müze olarak muhafaza edilmesine oy birliğiyle karar verildi. Hiçbir hayvanın burada yaşamaması gerektiğine karar verdiler hep birlikte.

Hayvanlar kahvaltılarını yaptıktan sonra Snowball ve Napolyon onları tekrar çağırdı.

“Yoldaşlar.” dedi Snowball. “Saat altı buçuk ve önümüzde koca bir gün var. Ot biçmeye bugün başlayacağız. Ancak bundan önce ilgilenilmesi gereken başka bir mesele var.”

Domuzlar son üç ay içinde Bay Jones’un çocuklarına ait çöpe atılmış bir heceleme kitabından okuma yazma öğrendiklerini açıkladılar. Napolyon siyah beyaz boya kaplarını getirtti ve diğer hayvanları ana yola çıkan dış kapıya doğru yönlendirdi. Sonra Snowball, (Yazı yazma konusunda içlerinde en iyi olanı Snowball’du çünkü.) ön ayaklarının eklemleri arasında bir fırça koydu ve kapının üst kısmındaki KÖŞK ÇİFTLİĞİ yazısını boyayla kapatarak HAYVAN ÇİFTLİĞİ yazdı. Artık çiftlik bu isimle anılacaktı. Daha sonra tekrar çiftlik binalarına döndüler. Snowball ve Napolyon merdiven getirilmesini istemişti. Getirilen merdiveni büyük ahırın uç tarafındaki duvara yasladılar. Son üç ay içinde domuzların Animalizm ilkelerini yedi maddeye düşürmeyi başardıklarını açıkladılar. Bu yedi madde duvara yazılacak ve Hayvan Çiftliği’ndeki tüm hayvanların uymakla yükümlü olduğu değiştirilemez kanunlar olacaklardı. Biraz güçlük çekerek (Bir domuzun merdiven üzerinde dengesini sağlaması kolay değildi çünkü.) Snowball merdivenden tırmandı. Squealar ise birkaç basamak aşağıda boya kovasını tutuyordu. Emirler katranla kaplanmış duvara iri beyaz harflerle yazıldı. Böylece otuz metre öteden bile okunabilecekti.

Maddeler şu şekildeydi:

YEDİ EMİR

1. İki ayaklı herkes düşmandır.

2. Dört ayaklı ya da kanatlı herkes dosttur.

3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecektir.

4. Hiçbir hayvan yatakta uyumayacaktır.

5. Hiçbir hayvan alkol kullanmayacaktır.

6. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecektir.

7. Tüm hayvanlar eşittir.

Emirler oldukça düzgün bir yazıyla yazılmıştı. “Dost” kelimesinin “Dsot” şeklinde ve “s”lerden birinin ters yönde yazılması sayılmazsa imlası da doğruydu. Snowball, bu emirleri herkesin duyması için yüksek sesle okudu. Tüm hayvanlar emirleri kabul ederek kafalarını salladılar ve içlerinden daha zeki olanları hepsini kısa sürede ezberlediler.

“Şimdi yoldaşlarım.” dedi Snowball elindeki boya fırçasını yere bırakarak. “İstikamet çayır! Jones ve adamlarından çok daha hızlı hasat edebilmek bizim için şeref meselesi.”

Fakat o sırada bir süredir rahatsız görünen inekler böğürmeye başladılar. Tam yirmi dört saattir sütleri sağılmamıştı ve memeleri neredeyse patlamak üzereydi. Bir müddet sonra domuzlar kova getirtip sütleri başarılı bir şekilde sağdılar. Ne de olsa ön ayakları bu işi yapabilmeye müsaitti. Kısa süre sonra hayvanların çoğunun ilgiyle baktığı köpük köpük beş kova süt çıktı ortaya.

“Peki tüm bu süt ne olacak?” dedi biri.

“Jones bazen bizim lapamıza süt katardı.” dedi tavuklardan biri.

“Sütü boş verin yoldaşlar!” diye haykırdı Napolyon kovaların önüne geçip. “O iş hallolur. Hasat daha önemli. Yoldaş Snowball önden ilerlesin. Ben de birkaç dakika sonra arkanızdan geleceğim. İleri yoldaşlarım! Çayır bizi bekler.”

Böylece hayvanlar çayırın yolunu tutup hasada başladılar. Akşam olup da geri döndüklerinde ise sütün kaybolduğunu gördüler.

You have finished the free preview. Would you like to read more?